İnsanın yeryüzündeki hayatının, tabir edilmesi güç bir rüya olduğunu idrak edenlerdendi Annemarie Schimmel. Dünya bir köprüydü ve köprüye ev yapılamazdı. Günün birinde herkes o köprüden geçecek, hakikat yüzünü gösterecekti. Buna derinden inanmış olmalı ki mezar taşına "İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar” hadisinin yazılmasını istemişti. 2003 yılında dünya ömrünü tamamladı ve bilhassa bizim topraklarda Cemile Bacı ismiyle de gönüllere kazındı.
Schimmel, şarka ve İslam kültürüne olan merakıyla en çetrefilli konulara dalıp, hâlâ kaynak nisbetinde görülen eserlere imza attı. Sayılardan kedilere, sufilerden rüyalara kadar pek çok alanı derinlemesine sorguladı. Halifenin Rüyaları, İslam kültüründe rüya ve tabir konusunu irdeliyor. Bu kalın kitap Tûba Erkmen tarafından pek güzel çevrildi ve zevkle okunuyor. Herkesin aynı rüyayı görebileceği fakat herkes için farklı tabirler çıkabileceği unutulmadan okunmalı. Belki de en önemlisi rüyaları işin ehli, güvenilir ve hakkımızda daima iyi düşünecek insanlar dışında kimseye anlatmama konusu. Zira sufiler tarafından "Rüya, anlatılmadığı müddetçe bir kuşun ayağında takılı vaziyette duran mektuba benzer. Anlatılacak olursa mektup düşer, tabir edilirse mektup açılır" denir. Edebiyat eleştirmeni Roger Caillois de buna benzer şeyler söylüyor: "Rüyalar; gerçeği, meydana gelmesi gereken şekliyle kesinleştirirler. Gelecek; bilinmeyen, her an değişebilen, belirsiz bir şeydir; ama bir kez rüyada görüldü mü, değiştirilemez hâle gelir."
Jung, Rüyalar kitabında "Hayatımızı arzularımızın farkına varmak için mücadele ederek geçiririz: Yaptığımız her şey bir şeylerin olmasını ya da olmamasını istememizden kaynaklanır." diyor. Bazı rüyalarımızda böyledir. Ya gerçekleşmesini istediğimiz şeyleri görürüz ya da gerçekleşmesini istemediğimiz şeyler bir endişe, kaygı veya uyarı olarak dönüverir gece yürüyüşümüz olan rüyalarımızda. İnsan gördüğü rüyaya o anda müdahale edemeyeceği için ancak seyredebilir belki de. Uyandığında mutlaka gördüklerine bir anlam vermek isteyebilir, çoğu zaman da veremez. Bu yüzden geçmişten bu yana rüya tabiri hep çok ilgi görmüştür. İnsanlar gördüklerinin anlamsız olduğunu düşünmez, buna inanmak istemez. Bu yüzden de gördüğü simgenin ne anlama geldiğini merak eder. Ya kitaplara yönelir ya da bildiğine inandığı bir insana anlatır rüyasını. Schimmel, işte insanların bu anlama ve anlatma, onay ya da yorum ihtiyacını kitap boyunca hatırlatıyor. Bu bir siyasetçi için de bir sufi için de değişmiyor. Gördüğü rüyasının kimi zaman neşe kimi zaman da ıstırap veren yapısını insan çözmek istiyor. Rüyalar, hayatın düğümlerini çözmek, belki de kendini yeniden gözden geçirmek, hatta yargılamak için de bir imkân. Buna tarihimizden bilinen bir örneği verebiliriz:
Sultan I. Ahmed, bir "muhabbet-i Muhammediyye" gayretiyle Mısır'da, Sultan Kayıtbay Türbesi’nde bulunan kadem-i şerifi, yani Hz. Peygamber'in ayak izini İstanbul'a getirtir. Önce Eyüp Sultan Camii'ne, ardından inşası tamamlanan Sultan Ahmed Camii'ne naklettirir. Nakil işlerinin tamamlandığı gece I. Ahmed bir rüya görür. Âlimlerden ve ulemadan pek çok zatın bulunduğu, pâdişâhların da toplandığı yüce bir dîvan kurulmuştur. Divanda kadılık görevi Hz. Peygamber'dedir ve aynı zamanda I. Ahmed'den davacıdır. Sebebi, kadem-i şerifin nakledilmesidir. Dava sonucunda I. Ahmed suçlu bulunur ve kadei şerifin tekrar Mısır'a, yani esas yerine nakledilmesi gerektiği işaret edilir. Kan ter içinde, titreyerek uyanan padişah, rüyadan gereken mesajı alsa da işin ehline müracaat etmek ister ve padişahlara padişahlık etmiş gönül tabibi Aziz Mahmud Hüdâyî'ye gider. Hüdayi Hazretleri, emânetin derhâl yerine gönderilmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine yapılacak şey bellidir fakat bir peygamber âşığı olan I. Ahmed'in gönlü yanmaktadır. Hemen kadem-i şerif şeklinde bir sorguç yaptırır ki bayramlarda sarığına takabilsin. Ayrıca yine kadem-i şerifin benzerini yaptırıp kenarlarına da bir şiirini nakşettirerek Hüdâyî dergahına gönderir. Buhurizâde Itri Efendi tarafından pençgah makamında ve tevşîh formunda bestelenmiş bu şiir şöyledir: "Nola tacım gibi başımda götürsem daim / Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusûlün / Gül-i gülzâr-ı Nübüvvet o kadem sahibidir / Ahmedî durma yüzün sür Kademine o Gülün."
Schimmel, "rüya-ı sâdıka" olarak bilinen salih ve hayırlı rüyalara insanların çok önem verdiklerini anlatıyor. Kimileri rüyalarında gördüklerini hiç kimseye anlatmadan aynen uyguluyor, tatbik ediyor. Kimileri mutmain olmak için bir büyüğe danışıyor, ona göre istikamet belirliyor. Kitapta, rüyalarda karşılaşılan hayvanların, doğanın, eşyanın da hikmeti üzerine özellikle velilerin yorumlarına başvuruluyor. Mesela, rüyasında uçsuz bucaksız bir deniz ve ulu bir ağaç gören birine Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, "O nihayetsiz deniz, Tanrı'nın azametidir; o ulu ağaç, Muhammed Mustafa'nın mübarek vücududur; o ağacın dalları, peygamberlerin dereceleri ve velilerin makamlarıdır. O büyük kuşlar da onların ruhlarıdır. Kuşların çıkardıkları muhtelif sesler ise, onların dilinin lugatı, sırları ve manalarıdır." yorumunu yapıyor. Burada elbette rüyayı görenin manevi makamı da önem arz ediyor. Şüphe yok ki rüyasında her deniz ve ağaç gören için aynı tabir çıkmıyor. "Rüya, görenindir" sözü burada önem kazanıyor. Tarihin köşelerine doğru gitmeye devam edersek, 11. yüzyıldan bir rüya örneği buluyoruz yine kitapta. Astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya, tarih ve dinler tarihi başta olmak üzere pek çok alanda fevkalade önemli eserler veren, Türk-İslâm ve dünya tarihinin en tanınmış ilim adamlarından Bîrûnî, 61. yaşını doldurduğu gece bir rüya görür. Rüyasında bir astronomi simgesiyle karşılaşıyor. Bu simge İslâm'daki ay takvimine göre her ayın başlangıcını gösteren yeni aya benziyor. Bîrûnî düşünmeye devam ederken bir ses işitiyor. Bu ses ona, "Yeni ayı bırak. Sen onun oğlusun, 191 kere." diyor. Bîrûnî uyanır uyanmaz bu rüyayı, hicri takvime göre daha 191 ay, yani on altı yıl daha yaşayacağı şeklinde yorumladı. Tam 190 ay bittikten sonra ise vefat etti. Burada peşinden gidilesi iki soru ortaya çıkıyor: Bîrûnî rüyasını bu şekilde yorumladığı için mi 'tam vaktinde' vefat etti? Eğer rüyasını hiç yorumlamasaydı bir şeyler değişebilir miydi? Schimmel burada 'kehanet' kavramına temas ediyor. Kişi kendi rüyasını yorumladığı an, rüya, silahtan çıkmaya hazır bir mermi konumuna geliyor. Eskilerin şüpheye düştüğünüz ya da korktuğunuz rüyaları suya anlatın ki aksın gitsin sözleri boşa olmasa gerek. Kişi rüyasını kendi de tabir edebilir, hissiyatıyla ilgilidir bu. Fakat herkese anlatma konusu her zaman tehlikelidir. Ola ki yanlış bir tabir bile rüyayı etkileyebilir, yönlendirebilir. Bu hususta Muzaffer Ozak Efendi'nin cümlelerini okuyalım: "Herkesin harcı değildir rüyâ tabir etmek. Çünkü rüyâlar herkese de söylenmez. Eğer herkese söylenecek olursa, bunların hep misâlleri var, hepsini birer birer veririz, herkese söylenecek olursa, öyle bir hâlolur ki, bazı zevâtın tabiri üzere, yanlış yapdığı tabir üzere rüyâ tecellî eder."
Schimmel, "rüya-ı sâdıka" olarak bilinen salih ve hayırlı rüyalara insanların çok önem verdiklerini anlatıyor. Kimileri rüyalarında gördüklerini hiç kimseye anlatmadan aynen uyguluyor, tatbik ediyor. Kimileri mutmain olmak için bir büyüğe danışıyor, ona göre istikamet belirliyor. Kitapta, rüyalarda karşılaşılan hayvanların, doğanın, eşyanın da hikmeti üzerine özellikle velilerin yorumlarına başvuruluyor. Mesela, rüyasında uçsuz bucaksız bir deniz ve ulu bir ağaç gören birine Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, "O nihayetsiz deniz, Tanrı'nın azametidir; o ulu ağaç, Muhammed Mustafa'nın mübarek vücududur; o ağacın dalları, peygamberlerin dereceleri ve velilerin makamlarıdır. O büyük kuşlar da onların ruhlarıdır. Kuşların çıkardıkları muhtelif sesler ise, onların dilinin lugatı, sırları ve manalarıdır." yorumunu yapıyor. Burada elbette rüyayı görenin manevi makamı da önem arz ediyor. Şüphe yok ki rüyasında her deniz ve ağaç gören için aynı tabir çıkmıyor. "Rüya, görenindir" sözü burada önem kazanıyor. Tarihin köşelerine doğru gitmeye devam edersek, 11. yüzyıldan bir rüya örneği buluyoruz yine kitapta. Astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya, tarih ve dinler tarihi başta olmak üzere pek çok alanda fevkalade önemli eserler veren, Türk-İslâm ve dünya tarihinin en tanınmış ilim adamlarından Bîrûnî, 61. yaşını doldurduğu gece bir rüya görür. Rüyasında bir astronomi simgesiyle karşılaşıyor. Bu simge İslâm'daki ay takvimine göre her ayın başlangıcını gösteren yeni aya benziyor. Bîrûnî düşünmeye devam ederken bir ses işitiyor. Bu ses ona, "Yeni ayı bırak. Sen onun oğlusun, 191 kere." diyor. Bîrûnî uyanır uyanmaz bu rüyayı, hicri takvime göre daha 191 ay, yani on altı yıl daha yaşayacağı şeklinde yorumladı. Tam 190 ay bittikten sonra ise vefat etti. Burada peşinden gidilesi iki soru ortaya çıkıyor: Bîrûnî rüyasını bu şekilde yorumladığı için mi 'tam vaktinde' vefat etti? Eğer rüyasını hiç yorumlamasaydı bir şeyler değişebilir miydi? Schimmel burada 'kehanet' kavramına temas ediyor. Kişi kendi rüyasını yorumladığı an, rüya, silahtan çıkmaya hazır bir mermi konumuna geliyor. Eskilerin şüpheye düştüğünüz ya da korktuğunuz rüyaları suya anlatın ki aksın gitsin sözleri boşa olmasa gerek. Kişi rüyasını kendi de tabir edebilir, hissiyatıyla ilgilidir bu. Fakat herkese anlatma konusu her zaman tehlikelidir. Ola ki yanlış bir tabir bile rüyayı etkileyebilir, yönlendirebilir. Bu hususta Muzaffer Ozak Efendi'nin cümlelerini okuyalım: "Herkesin harcı değildir rüyâ tabir etmek. Çünkü rüyâlar herkese de söylenmez. Eğer herkese söylenecek olursa, bunların hep misâlleri var, hepsini birer birer veririz, herkese söylenecek olursa, öyle bir hâlolur ki, bazı zevâtın tabiri üzere, yanlış yapdığı tabir üzere rüyâ tecellî eder."
Rüyalarda 'pazarlık' bile söz konusu, ancak muhakkak bir bilenin nezdinde. Bu meseleye uygun düşen ve Muzaffer Efendi'nin anlattığı bir rüyayı, Schimmel de kitabına almış. Bir çingene, sık sık bir şeyhe uğrarmış. Şeyh ona genellikle ufak bir sadaka verip gönderirmiş. Bir gün bu çingene, şeyhe onu çok şaşırtan bir rüyasını anlatmış. Tam bu zamanlarda, yüksek mevkide bulunan bir memurun genç oğlu da şeyhe uğrarmış, şeyh ona haftalık bir harçlık verirmiş. Şeyh bir gün bu gence "Haftalık harçlığınla bir çingenenin rüyasını satın almak ister misin?" diye sormuş. Genç meseleyi idrak edemese de şeyhe olan güveninden ve sevgisinden dolayı kabul etmiş. Peki çingene rüyasında ne görmüş? Sadrazam olduğunu... Rüyayı şeyhin işaretiyle 'satın alan' genç, bir müddet sonra sadrazam olmuş. Bu genç, II. Abdülhamid’in meşhur sadrazamlarından Said Paşa’dır.
Sâmiha Ayverdi, Mabette Bir Gece adlı kitabında "Nasıl ki rüyâ gören insan gözünü açmakla rüyâsı nihâyet bulursa, hayat rüyâsının tamam olması da gözlerini hayâta yummakla tamam olur. İnsana hayat verilmesi, hoş bir rüyâ görmesi içindir. Onu korkulu ve kâbuslu yapan, bu kısacık yolculuğu, hayâtın mânâsını bozup kirleten ihtiraslarla doldurmaktan ibârettir." der. Güzel ve hayırlı rüyalar görmenin bir yolu yok mu? Pek çok yolu var ancak bu yollardan ilki insanın önce ve daima kendi kapısının önünü süpürmesi. Başkalarıyla uğraşmamak, kimsenin ayıbını ve kusurunu ortaya sermemek, insana, hayvana, eşyaya, tabiata karşı merhametli olmak, elinin emeğiyle kazanmak ve bu kazandığından paylaşmak, gizlice gözyaşı silenlerden olmak...
Halifenin Rüyaları, İslâm kültüründe rüyalara, tabirlere ve bunların hayata yansıyan yönlerine dair Annemarie Schimmel'in meraklı kaleminden çıkmış bir başucu kitabı.
Halifenin Rüyaları, İslâm kültüründe rüyalara, tabirlere ve bunların hayata yansıyan yönlerine dair Annemarie Schimmel'in meraklı kaleminden çıkmış bir başucu kitabı.
Yağız Gönüler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder