23 Şubat 2023 Perşembe

Gönül cerrahı Safer Efendi’nin sohbetleri

Türkiye bir muhabbet ülkesiydi. Asırlarca bu toprakların insanını, hayvanını, bitkisini, meyvesini, sebzesini, evini, barkını, müziğini, şiirini olgunlaştıran yegâne unsur muhabbetti. Gladstone’un “Türklerin elinden Kur’an’larını almadıkça onları mağlup edemeyiz” sözü 30 Kasım 1925 tarihinde yürürlüğe girdi, “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun” ile birlikte Türkiye muhabbetten koparıldı. Oysa muhabbet aşk idi. Aşksız kalan talip (talebe), hocasını da kaybetmiş ve bir öğrenci olmuş; öğretmeninin peşinden muhabbetsiz, estetiksiz, ritimsiz, kalpsiz ve dolayısıyla imansız kalma tehlikesiyle, ruhunu Allah’a emanet etti. Oysa Türkiye; şiiriyle ve musikisiyle kaynağını evvela tekkelerden alan, yolda yürürken ayağı taşa takılsa bir tekkenin kapısına düşen insanların ülkesiydi. Türkiye hakiki manada, eksiksiz bir şeyhler, dervişler, müridler, meczuplar memleketiydi. Muhabbet bitti; yerini gökdelenler, arabalar, beyaz eşya kampanyaları, her sokak başında zuhur eden bankalar, sosyal medya vızıltıları, birbirine yemek için sabırsızlıkla bekleyen kalem erbabları aldı. Şimdilerde bir gönül harekatına ihtiyacımız var. Tıpkı yüzyıllar önce olduğu gibi yeniden muhabbete, erler demine durmak için, hayırlara yakın şerlere uzak durmak için, adam (âdem) olmak için hû demeye ihtiyacımız var. Hayy’dan Hû’ya gideceğimizi bilerek, bildirerek muhabbete ihtiyacımız var.

Hicrî 1089/1678 senesinde İstanbul Cerrahpaşa’da dünyaya teşrif eden Hz. Pîr Nûreddîn Cerrahî ile birlikte 17. yüzyılın sonlarına doğru ülkemize köklerini salan tarikatın adıdır Cerrahîyye. Hz. Pîr’in silsile-i şerifi, pederi tarafından Hz. Ubeyde bin Cerrah’a (r.a)'a, validesi tarafından ise İmam-ı Hüseyin Efendimiz’e ulaşmaktadır. Kendisinin mürşidi olan Köstendilli Âli Alaeddin el-Halvetî’dir. Âli Alaeddin Efendi, hicrî 1133/1720 senesinde irtihal eden öğrencisi Hz. Pîr’in cenaze namazını kıldırmıştır. Kaynaklarda tekkenin kapısından Fatih Camii'ne kadar Hz. Pîr’in tabutunun elden ele taşındığı ve cenaze namazından sonra aynı şekilde tekkeye geri götürüldüğü yazmaktadır.

1925 yılına kadar İstanbul’da başta Karagümrük’teki asitane olmak üzere Eyüp, Üsküdar ve Edirnekapı dâhil birçok semtte Cerrahî tekkesi bulunmaktaydı. 20 Ağustos 1926 Cuma günü İstanbul Eğrikapı'da dünyaya teşrif eden Safer Dal Efendi, Cerrâhi tarikinin 20. postnişinidir. Safer Dal Efendi, 1984 yılında pirdaşı (İbrahim Fahreddîn Efendi) Muzaffer Ozak Efendi’nin irtihaliyle birlikte İstanbul Karagümrük Nûreddîn Cerrahî Asitanesi postnişinliğini devralmış ve 21 Şubat 1999 Pazar günü irtihaline kadar İslâm’a hizmet etmiştir. Bilhassa şiir ve musiki aşkı, hem dervişlerinin hem de sohbetinde bulunanların gönlünü yumuşatmış, göğsünü genişletmiştir. "Muhibbî" mahlasını kullanarak yazdığı şiirlerinden bir kısmı bestelenmiştir. Sami Savni Özer mürşidi Safer Dal için “Bugün dünyada tasavvuf musîkisinin sebeb-i hikmeti Sefer Dal hazretleridir” demiştir. Anılarından öğrendiğimize göre bir zamanların meşhur koca Grundig teypleriyle bestekârlardan kayıtlar yapıp arşiv hazırlamıştır, hem kendisi hem de ihvanından musikişinaslar bestelere imza atmıştır.

Safer Dal Efendi’nin sohbetlerinden, tıpkı pirdaşı Muzaffer Ozak Efendi gibi nüktedan, hoşsohbet bir mizaca sahip olduğunu okuyabiliyoruz. Dönemin şeyhlerinin ve dervişlerin uğrak yeri olan, Uşşaki dervişi Mehmet Efendi’nin kahvesinde daha sonra dervişi olacağı Fahreddîn Efendi’yi tanımış. İntisabını ise şöyle anlatıyor:

Gönül trafiğimiz karışık tabii, bir türlü karar veremiyoruz derken, bir gün, Fahreddin Efendim bizi davet etti. Biz aldırmadık önce. Sonra, Şeyh Raşid Efendi’nin babasının cenazesi münasebetiyle Sünbül Efendi’ye gitmiştik. Oradan, kabristandan dönerken ben Fahreddin Efendimin koluna girdim, yaşlı tabii: "Ben sizi davet ettim. Niye gelmediniz?" diye sordu. "Geliriz inşallah efendim!" dedim. "Öyle geliriz-melirizle olmaz! Bu Cuma gecesi boy abdesti al gel, arkadaşını da al gel!" dedi, gittik, intisab ettik, Kemal Baba ile birlikte. Sonradan, Fahreddin Efendimin evladlığı -manevi kızı- bana anlattı. Bizim, Fahreddin Efendimi tanıdığımız fakat henüz bağlanmadığımız günlerde Valide Sultan’a: "Yahu hatun Allah bize bir ikiz evlad verecek ama bakalım ne zaman?" der dururmuş. Sonra siz çıkageldiniz, Kemal Baba ile birlikte!" diye anlattı, Fahreddin Efendimin vefatından sonra.

Daha evvel Kaknüs Yayınları’ndan çıkan Muhibbî Dîvânı kitabını hazırlamış olan Adalet Çakır, bu kez de Dergâh Yayınları’ndan Geydim Hırkayı adıyla Safer Dal Efendi’nin ağırlıklı olarak 1996-1997 yılları arasındaki sohbetlerini bir araya getirmiş. Kitap evvela Safer Dal Efendi’nin hayatının kısa bir özetiyle açılıyor. Daha sonra mürşidi İbrâhim Fahreddin Efendi’nin irtihalinin sene-i devriyesi üzerine îrad ettikleri 1387/1967 tarihli konuşma okuyucuya sunuluyor. 1992 tarihli sohbetlerinde ise efendi hazretleri ülkemizin adeta şu günlerini özetliyor: “Allah cümleye iyilik versin bizlere de. Vatanımıza da milletimize de selâmet ihsân etsin. Türk’ün dostu yok, Allah dost olsun.

Aile hayatından dünyanın hâline, musikiden şiire çok kuvvetli bir hafızaya sahip olduğu hemen anlaşılan Safer Dal Efendi’nin 1994 tarihli sohbetlerinde ise karı-koca ilişkilerine dair kısa ama çok tesirli bir tesbiti yer alıyor: “İnsan hanım köylü olmalı geçinmek için. Baktın evde hava bozuk, kaç. Kahveye kaç, bir arkadaşına kaç. Biraz soğut işi. Şeytan bakıyormuş böyle, işi düşman bir yastıkta nasıl yaşıyorlar, demiş. Şeytanın bile aklı ermiyor. Hanımlar buraya merakla geliyorlar, buyursunlar. Bazen böyle.

Okuyucunun bu kitabı hasetle okuması anlayışla karşılanmalıdır zira sohbetlerin her birinde ayrı bir irfan şelalesi akmaktadır. Fakir gibi henüz otuzlarına yeni gelmiş olan ve gönüllerinde böyle meclislerin aşkıyla kavrulanlar için okumak kafi gelmeyebilir. Bu sebeple kitapta ismi geçen büyük şahsiyetlerin hayatları öğrenilmeli, muhakkak kitapta okunan sayfalara fasıla verildikten sonra bir Fatiha okunmalı, yine kitapta geçen ilahi ve şiirler tatbik edilmelidir. Safer Efendi’nin sohbetlerinde tarih, coğrafya, sosyoloji, psikoloji her şey var. Arayana, bulana, arayıp da bulamayana, bulup da hâlâ arayana. Mesela: “Turistler gelmişler Hazret-i Halid Câmii'ni ziyaret ediyorlar, yani turistik yerleri geziyorlar. Birkaç tane ihtiyar -câminin içine de girmişler- öğlenden sonra ikindi namazını bekliyorlar. Tesbih çekiyorlar, derviş galibâ. Şimdi sormuş öteki; "Ne yapıyor bunlar tık tık?". "Bunlar Türk milleti, ihtiyar olduğuna bakma, yarın bir muhârebe olursa [diye] egzersiz yapıyor" diyormuş, silah çekmek için. Egzersiz yapıyorlar parmağınla!

Kitabın sadece “İçindekiler” bölümündeki başlıkların peş peşe okunması dahi okuyucunun idrakini açacaktır, onu küçültecektir. Tıpkı Safer Dal Efendi’nin buyurmuş olduğu gibi: “Hiç kibirli olmayın, büyüklük taslamayın. İnsan küçüldükçe büyür. İnsanın kendini büyük görmesi şeytan fiilidir. Şeytana benzersin. Küçülürsen peygamber ahlâkı o, büyürsün.

Vakit iltica vakti. Rızâ-yı Bâri, şefaat-i Resûl, himmet-i Ricâl için. Kitaplar da işte böyle vakitlerde en güzel vesile, en güzel yardımcı. Düşünmek ve tutunmak gerek...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder