Velayet Mührü tabiri kulağa hoş geliyor; sanki Allah dostluğu tescillenmiş evliyanın elindeki bir çeşit kaşe gibi… Vülgarize etmeyi ve basitleştirmeyi itiyat haline getiren insan zihni ne şekilde algılarsa algılasın, 2020 senesinde ahirete irtihal eden mühtedi Michel, nâm-ı diğer Ali Chodkiewicz’in yıllardır Türkçeye çevrilmesi beklenen pek mühim eserinin adı aslında; Velayet Mührü ve Sufi Kitap tarafından yayımlandı.
Chodkiewicz’in kızı Claude Addas’ın La Maison Muhameddienne isimli eserini geçtiğimiz yıl Ehl-i Beyt-i Muhammedî adıyla Türkçeye çeviren Birol Biçer, bu kez Velayet Mührü’nü tercüme etti. Bir kişinin hem Fransızcayı iyi bilmesi hem de tasavvufun, eski ifadesiyle söyleyelim, “gavamızına vâkıf olması” büyük bir mazhariyet; Birol Biçer bu iki hususu cem eden bir şahıs. Bu yönüyle eseri okuduğunuz zaman sanki orijinal dilin Türkçe olduğunu zannediyorsunuz ki bu çevirinin nitelikli olduğuna işaret eder.
Miladi 873 senesinde velayet kavramı üzerine yazmış ve konuşmuş, bir arada “mütenebbilikle” itham edilmiş Hakim-i Tirmizî, Hatmü’l-Velâye adlı eserinde 157 adet soru sorar ve sorulara cevap vermez. Bu sırlı suallere üç asır sonra Şeyhü’l-Ekber İbn Arabî cevap verecektir. İşte Chodkiewicz, bu olayı vurguladığı çalışmasında, İbn Arabî’nin en temel eserlerinde “velayet”in izini sürer. On başlığa ayırdığı her bir bölümde veli olmanın ne şekilde tanımlandığı, ne tür tasniflerin ve tariflerin olduğunu enlemesine ve boylamasına ele alır.
Tasavvufta velayet kavramına dair okuma yapan herkesin karşılaştığı en çetrefil mesele nebiler ve veliler arasındaki mukayese ya da faikıyet sorunudur. Nübüvvetin velayetten üstün olduğu sorusu ortalama bir zihin için zaid görünse de derununa dahil olunca işin çok daha farklı bir mahiyeti tezahür eder. İbn Arabî’nin bakış açısıyla nübüvvetin hususi ve umumi cihetleri bilindiği takdirde zihinlerdeki olası karışıklık ve zıddiyet ortadan kalkmış oluyor.
Kitap bir velinin iç ve dış özelliklerinden, manevi menzillerinden, makamlarından ve mertebelerinden bahsederken, zengin çeşitlilik insanı gerçekten şaşırtıyor. Kutup, veted, rical, gavs, nukeba, nüceba, havariyyun, müheyyemun ve hatta Racep aylarında ortaya çıkan recebiyyun gibi evliya türleri, “veliyyullah”ın her zaman ve her mekânda mevcut olduğunu gösteriyor. Hem zahiri hem de batıni hilafeti elinde tutanlar ya da sadece batıni hilafete sahip olanlar kimlerdir?
Veliler çeşit çeşit gerçekten… Hz. Peygamber’in ceddinde var olan “Nur-i Muhammedî”nin sonraki yüzyıllarda ehlullallahın mübarek veçhinde parıldamasının ilginç örnekleri var; örneğin bu nurun yakıcılığı bazı evliyanın yüzünü örtmesine sebep olmuş! Her velinin varisi olduğu bir nebi ve o nebinin temayüz eden özelliklerinin velideki tezahürleri… Tabir-i diğerle; Musevî-meşrep, İsevî-meşrep, Hûdî-meşrep velilerin ne şekilde hususiyetlere mazhar olduklarının ilginç örnekleri gösterilmekte… Velinin kerametleri her ne kadar onların makam ya da menzillerine dair bir fikir verse de asıl büyük evliyaullahın kerametlerinin sıradan insanlar tarafından müşahede edilememesi öyle ince bir nükte ile anlatılmış ki hayran olmamak ve şaşırmamak kabil değil. Hiç şüphesiz ki Chodkiewicz bütün bu çıkarımları ağırlıklı olarak İbn Arabî’den istifade ederek yapıyor. “Sıfat-ı İlahiyyeye mazhar bu büyük evliya gözlerden saklıdır.” Kerametleri müşahede edilen ehlullah ise ancak birkaç esmâ-i İlahiyeye mazhardır.
Veliler “boyunsuz yüze” sahiptirler, nereye dönerlerse dönsünler Allah’ın veçhini müşahede ederler. Altı cihetten ve yönden âzâdedir. Beş duyu hassaları da birbirlerinin görevlerini ifa edebilir, kokuları görebilir; görülenleri koklayabilir.
Bir Resul, sırasıyla nebi, veli ve mümindir. Ama her mümin veli, her veli nebi, her nebi de resul değildir. İbn Arabî’ye göre, Hz. Peygamber’den sonra Allah, üç resulü bu dünyada muhafaza etmiş ve farklı bir hayat mertebesinde onları canlı kılmıştır. Hz. İdris, Hz. İlyas ve Hz. İsa. Buna kimileri de Hz. Hızır’ı ekler ki bu sonuncusu resul kategorisinde değerlendirilmez. Bu dört zat mevcudiyetlerini bedenen sürdürmekte ve bu dünyanın evtâdı; yani direkleri olarak vasıflandırılmaktadır.
Chodkiewicz’in bu emek mahsulü parlak eserinde çok ilginç değerlendirmeler ve İbn Arabî’ye dayandırılan son derece dikkat çekici tespitler mevcut. Neden müşrik ya da kafir, Müslümanın üzerinde galebe çalar, ona tahakküm eder? Sıradan bir mümin bu olayı Müslümanların günahlarıyla açıklama eğilimi gösterir, ama İbn Arabî düşüncesine mensup olanlar ise bunu çok daha farklı ve ilginç bir şekilde yorumlarlar. Ya da İsevî gelenekte suret neden tecviz edilmiş? Hele kitabın son kısımlarında İbn Arabî’nin yaşadığı “miraç” tecrübesi ise gerçekten metafizik alemin baş döndürücü atmosferini gayet güzel açıklıyor. Daha genelde tasavvufta velâyet, özelde ise İbn Arabî düşüncesini ve metafiziğini merak edenler, bu eseri muhakkak elinin altında bulundurmalılar.
Fatih Çarşambalı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder