23 Aralık 2020 Çarşamba

Dünyanın bütün çocukları Pal Sokağı’ndadır

80’lerin sonu, 90’ların başında ilköğretimini gören neslin en büyük sorunu/şanssızlığı, bir darbe sonrası nesli olarak, okuyacak hemen hemen her metnin yasaklı oluşu idi. Birçok Rus klasiği, öyküler, Muzaffer İzgü’ler, Kemalettin Tuğcu’lar ve daha niceleri. Bu çıkmaz sonrasında çocuk edebiyatı ya da çocuk kitaplarının çerçevesi çoğu zaman kahramanı çocuk/lar olan metinlere kaydı. Benim çoğu zaman “İyi ki okumuşum.” dediğim ama şimdilerde “Pek de çocuk kitabı değilmiş.” hatta “Büyüklere çok daha önemli şeyler söylemiş.” dediğim metinler hep bu dönemde okunmuş galiba. Örneğin Howard Pyle’ın, Hırsızlar Prensi Robin Hood’u, Aytmatov’un Ak Keme’si (Beyaz Gemi) Andersen’in birçok masalı ki özellikle Kibritçi Kız, hep bu dönemin metinleri oldu. Ancak biri var ki mahiyeti halen yeteri kadar anlaşılamamış bir bunalım çağı eseri olarak galiba benim kitapla ilişkimi en başından inşa eden, her yıl birkaç kez okuduğum, bir çocuğu başka bir çocuğun acısı ile yaşamaya mecbur bırakan başyapıt. Pal Sokağı Çocukları’ndan bahsediyorum. 

Türkiye’de halen Pal Sokağı Çocukları birçok yayın evi tarafından çocuk edebiyatı metni olarak sunulurken maalesef ki muhatap yaş grubu da oldukça gerilere çekiliyor. Bu durumda eserin çok da iyi tanınmadığına dair bir vehim oluşuyor ki bu vehim yersiz değil. Öyle ise eserin yazarından başlayarak içeriğine dek birçok konuyu yeniden hatırlamak yerinde olacak gibi.

Pal Sokağı Çocukları’nın yazarı Macar Ferenc Molnar (12 Ocak 1878, Budapeşte - 1 Nisan 1952, New York) ilk öykülerini 19 yaşındayken yayımladı. 1907’de Az ördög (Şeytan) adlı oyunuyla tanındı. Hukuk öğrenimi gördü ama gazeteciliğe geçerek I. Dünya Savaşı’nda savaş muhabirliği yaptı. Pek çok oyunu Avusturya, Almanya, ABD gibi yabancı ülkelerde oynanıp sevildi Molnar’ın. Yoksulların sorunlarını duygusal bir tonda işlediği, her biri başyapıt niteliğinde öyküler de kaleme aldı. Öte yandan, çok sayıda romanı olmasına karşın sadece başyapıtı sayılan A Pál utcai fíuk (1907; Pal Sokağı Çocukları) başarılı oldu ve bütün dünyada bu romanla ünlendi.

Ferenc Molnar I. Dünya Savaşı sırasında Galiçya’da savaş muhabirliği de yaptı ki romanda geçen “Büyük savaşlara tanıklık eden gerçek savaş muhabirleri, çarpışmaların kaybedilmesinde kargaşanın büyük rol oynadığını söylerler ve bu heyecan, cesur savaş muhabirlerinden öğrendiğimiz gibi, gerçek savaştaki askerleri de etkisine alan, çarpışma öncesinin heyecanıydı.” ifadeleri savaş deneyimlerinin izlerini taşıdı.

Molnar’ın asıl soy ismi Neumann’dır ve Yahudi kökenlidir. Dolayısı ile o da yüzyılın dönümünde Macar toplumuna gönüllü olarak entegre olmuş, Macaristan’ın kültürel hayatına eklemlenmiş Yahudi yazarlardandı. Ve kaçınılmaz olarak 1939 yılında, yükselen Nazi tehdidinden kaçarak önce Fransa’ya, ardından da İsviçre’ye sığınır ve en nihayet Amerika’ya göç eder. Burada, çok sevdiği vatanından uzakta, Central Park’ın hemen yanındaki, sürekli olarak ikamet ettiği Hotel Plaza’da 1952 yılında vefat etti. Bu açıdan bakıldığında o da Nabokov, Canetti ve Zweig gibi önde gelen yersiz yurtsuzlardan oldu.

Pal Sokağı Çocukları’nın Türkçe’ye ilk çevirisi ise 1944 yılında Pál Sokağı’nın Çocukları başlığıyla Necmi Seren tarafından yapıldı ve MEB Yayınları tarafından basıldı. Kitabın son çevirisi ise Tarık Demirkan tarafından yapılarak ilk baskısı 2009 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Ancak çok fazla çevirmen ve yayınevi vesilesi ile bugün Pal Sokağı çocukları ülkemizde de bilinen, okunan bir metin oldu.

Molnar bu eserden önce Çocuklar, Cam Macunu Derneği başlıklı iki çocuk kitabı daha yayımladı; Pál Sokağı Çocukları’nı ise eski öğretmeni Kornél Rupp’un kurduğu bir çocuk dergisinin ricası üzerine kaleme aldı. Küçük bir çocuk romanına inanılmayacak kadar şablon ve arketip yerleştirdi Molnar: Okul hayatı, öğretmenler, iyiler ve kötüler, erişkinler ve çocuklar arasındaki ilişkiler, çocuk çeteleri, boş arsa, iki çete arasında neredeyse savaş şeklinde tasvir edilen kapışma, aidiyet, ihanet, fedakarlık, intikam ve bir çocuk ölümü. Ancak bu kadar da değil. Satır aralarına aslında sadece erişkinlerin anlayabileceği bir yığın tarihsel, toplumsal mesaj, gönderme ve analoji yerleştirdi. Dolayısıyla eser erişkinlerin de okuyabileceği farklı bir metin haline geldi.

Molnar romanda bir anlatı silahını da devreye soktu: dramatizasyon. Belki de iyi bir okur için Kemalettin Tuğcu esintileri almak bu yüzden gayet makul. Bu açıdan bakıldığında eser bir epik anlatı türüdür. Çünkü Molnar hem iyi kurgulanmış diyaloglar yoluyla hem de okurken insanın kafasında sanki tiyatrodaymış hissi uyandıran sahneler/tasvirler/dekorlar yoluyla romanı dramatize etti.

Romandaki gerilimin doruk noktası hiç şüphesiz iki çocuk çetesinin boş arsa uğruna çarpışmasıdır. Ölüm olgusuna bir kurtuluş olarak bakılarak şimdi burada yazamayacağım bir hüzünlü sonun büyük bir kavgayı bitirişine çocukça bakar Molnar. Bir yandan yüreğiniz sızlarken bir yandan da ölümün bir kurtuluş haline gelişine tanık olursunuz. Ancak tüm bu çocuklu ambiyans içerisinde Molnar bir tarafı ile büyük ve zorunlu bir sosyolojik değişimi anlatır. Zira daha ziyade taşrada, taşra şehirlerinde ve köylerde yerleşik bulunan Macar nüfus, eskiden beri zaten şehir ahalisinin büyük kısmını oluşturan ve Almanca konuşan Alman, Yahudi vs. etnik unsurlarla bir arada yaşamaya başlamışlardı. Orta Avrupa’da ve özellikle Macaristan’da II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar hayatın birçok alanında aktif rol oynayan Yahudiler, bölgede milli devletlerin oluşmasından yahut oluşma aşamasında olmasından dolayı, yaşadıkları ülkelerin toplumuna gönüllü olarak asimile olma gayreti içerisine girmişlerdi. Molnar çocuklar üzerinden anlattığı hikâyede kullandığı isimler ve sokak üzerinden betimlediği çekişme ile alt metinde bu sosyolojik/siyasi durumu da anlatır.

Pal Sokağı Çocukları bana kalırsa yüzyılın en önemli metinlerinden ve herkesin okuması gereken bir anlatı. Ve unutulmamalıdır ki hayat, bu kitabı hediye ettiğim herkes için kapağına yazdığım not gibi aslında: İnsan önce çocukluğundan başlamalı her şeye. Molnar’ın kitaptaki sitemi ile bitmeli bu yazı:

Arsa... Ey dağlarda, ovalarda yaşayan, bir adımda ucu bucağı görünmez tarlalara ulaşabilen güçlü, kuvvetli, sağlıklı çocuklar! Siz ki, güzelim mavi göğün altında yaşamaya, sonsuz uzaklıklara alışkınsınız. Siz ki, koca apartman blokları arasında sıkışık yaşamak zorunda değilsiniz. Büyük kent çocuğu için, boş bir arsa ne demektir bilebilir misiniz? O çocuklar için arsa, ova demek, kır demek, bozkır demektir. Çürük tahta perdelerle, göklere yükselen apartmanlarla sınırlanmış küçücük bir toprak parçası, o çocuklar için sonsuzluk ve özgürlük demektir. Pal Sokağındaki o Arsada bu gün dört katlı bir apartman yükselmektedir. O Arsa, vaktiyle bir sürü çocuk için mutluluk demekti. Bu gerçeği Arsanın üzerine dikilmiş apartmandaki kiracıların bir teki bile bilmiyordur.

Galip Çağ
twitter.com/caggalip

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder