13 Ocak 2020 Pazartesi

Zor bir annenin gölgesinde zor bir evlat ol(ma)mak

"Kişi, bunalımlar ve 'yatıştırıcılar' olmadan yaşamak istiyorsa, dayanağını kendi benliğinde, dolayısıyla gerçek ihtiyaçlarına ve duygularına ulaşmakta bulmalı ve kendini özgürce ifade edebilmelidir."
- Alice Miller, Yetenekli Çocuğun Dramı

Oğlum Ömer Asaf'la geçtiğimiz hafta sonu kuaföre gittik. Ben berbere gidiyorum, o kuaföre... Sıranın bize gelmesini bekliyoruz. O esnada tıraş olan ve sonradan 15 yaşında olduğunu öğrendiğimiz bir oğlan ve hemen yanında kuaföre sürekli direktifler veren annesi, 4 yaşındaki oğlumun dikkatini çekti. "Baba ne diyor annesi?" diye sordu bana sürekli. Annesi ne mi diyor? Şöyle kesin, şuraya jilet vurmayın, öyle sevmiyor, böyle çok seviyor... Acaba çocuk hasta mı diye dikkat kesilirken çocukta hiçbir hastalık emaresi görmedim. Bir hastalıktan daha da ciddi bir durum vardı ortada. Kontrolcü, baskıcı, yani oldukça zor bir anne. Çocuk tam fikrini söyleyecekken ortaya atılan, "hayır, okuldan kızarlar!" diyerek ortalığı geren, "babası da böyle saç seviyor zaten!" diyerek çocuğun hiçbir fikrini önemsemeyen, zorlu, çok zorlu bir ebeveynlik.

Dükkanda gerilim giderek yükseldi. En sonunda çırak pes etti ve ustasıyla göz teması kurarak yardım istedi. Usta, gayet düzgün bir üslupla "Hanımefendi, biz çocuğun istediği gibi kesmeye başlamıştık fakat sonra siz sık sık müdahale ettiniz, o yüzden stil diye bir şey çıkmadı ortaya, keşke kararları çocuğunuz verse" dedi. Sonrasında kadının kasılan suratından şunları okuyabildik hepimiz: Hayır! Kararları ben veririm, ben karışırım, ben söylerim. O daha çocuk. Evet, 15 yaşında bıyıklı, uzun saçlı, kocaman bir çocuk! Hem siz kim oluyorsunuz da benimle çocuğumun arasına giriyorsunuz! Çırak seri hareketlerle tıraşı bitirip çocuğu ve annesini gönderdi. Dükkandaki herkes bu gerilim hattından çıkabilmek için kendini dışarıya attı. Kimi çayla kimi sigarayla hayatı sorguladı bir kez daha. Sıra bize geldi. Çırak bir önceki tecrübesinin de etkisiyle bana dönüp "nasıl olsun abi?" diye sordu. "Bilmem, ona sor" diyerek Ömer'i işaret ettim. Ömer de en sevdiği modeli söyledi. Kirpi modeli. Yani babasının saçları gibi...

Eve döndüğümde aklıma hemen, çocuklarla ve gençlerle aile içi sorunları sanat aracılığıyla aşma yolları üzerine çalışan Alman psikoterapist Waltraut Barnowski-Geiser ile çocuklara, gençlere ve yetişkinlere yönelik danışmanlık veren klinik psikolog Maren Geiser-Heinrichs'in ortaklaşa imza attıkları kitap geldi. 2019'un son günlerinde İletim Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluşan Zor Anneler, altbaşlığından da anlaşıldığı gibi yetişkin kızlar ve oğullar için rehber kitap olma iddiasında. "Neden bu kitap okunmalı?" sorusuna verilecek en güzel cevap ise yazarlardan geliyor: "İnsanlar dışarıdan göründüklerinden daha fazlasıdırlar. Somut yaşamöykülerinin gösterdiğinden daha fazlası. Ömür ilerledikçe birçok şey karanlığa gömülür ve çoğu kişi, özellikle de ağır yük oluşturan veya zor çocukluk deneyimleri olanlar, artık bunları bilmezler. Bir bakıma böylesi iyidir (çünkü bazı şeyleri karanlıkta bırakmak daha iyidir): Ancak yetişkinler, örneğin uzun zamandır devam eden bir hastalık nedeniyle, kim oldukları sorusuna bir cevap aramaya çıkacak olurlarsa, o zaman kendilerini, düşündüklerini, hissettiklerini ve davranışlarını daha iyi anlamaya imkân veren şey, karanlığın içine bakmaktır. Karanlığın içine bakmak, kendini bilme derecesini artırmanın ve acıyı geride bırakmanın yolunu açabilir."

İki bölüme ayrılıyor Zor Anneler. İlk bölümde anne ile çocuk arasındaki ilişki dans metaforu üzerinden değerlendiriliyor. Bu dansın bir ömür sürecek olmasının yanı sıra, nasıl sürmesi gerektiği acı gerçeklerle masaya yatırılıyor. Başarılı anne-çocuk ilişkilerinin sırrı bilimsel bakışla inceleniyor. Burada en önemli şey, annenin kendi duygusal hâlinden bağımsız olarak çocuğunun ihtiyaçlarının farkında olması, kendini onun yerine koyabilmesi ve gerektiği anda onun isteklerine karşılık verebilmesi. Aksi takdirde bağ, kopmaya başlıyor. Böylece aile ortamı buz tutuyor. İçi keder dolu bir suskunluk yerleşiyor odalara, sofralara, duvarlara: "Kimi zaman anne babanın susması bir hastalığın parçasıdır ve tipik aile iklimi halini alır - burada çoğunlukla sadece önemsiz şeyler hakkında, günlük işler, komşular ve başkaları, televizyonda olup bitenler hakkında konuşulur, ancak aile üyelerini gerçekten etkileyen şeylerden pek söz edilmez. Manipülasyon suskunluğuna yer yer narsisizm hastası ve borderline yapılı insanlarda rastlanır. Anne baba depresyonunda çocuklar suskunluğun başka bir biçimiyle karşılaşırlar: Çoğunlukla bu hastalıpa eşlik eden kayıtsızlık, ebeveynler ve çocuklar arasındaki etkileşimleri de belirler. Bu da çocukların sorularının karşılıksız kalmasına, empati, merhamet ve ilginin ifade edilmemesine, çocukların tekrar tekrar boşluğa konuşmasına, bakmasına yol açar - çocuklar için çok önemli olan rezonan tecrübeleri eksiktir. Depresif olan ebeveyn çoğunlukla çocuğunun sıkıntısının bilincinde değildir."

İlk bölümün sonunda, içinizdeki yaralı çocukla baş etme stratejileri yer alıyor. Özel yeteneklere ve özel stratejilere ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor yazarlar tarafından. Kimi zaman hayaller dünyasında ilerler çocuk. Büyüdükçe, o hayal boşluğunun bir yakın arkadaşla, patronla kapatmak ister. Maddi olarak bağımsız olunacak ve 'nihayet' mutlu olunacak zamanı ararlar. "Böylece beklerler de beklerler, bir yandan hayat yanlarından akıp gider. Sadece içlerinde çok derinden bir ses, onlara yaşanmamış bir hayata dair bir şeyler fısıldar" diyor yazarlar. Acı son ise şu: baş etme stratejileri trajikleştikçe, geriye zor ebeveynin zor çocuğu kalır, dolayısıyla daima zor görünen davranışlar ele geçirir çocuğu.

İkinci bölüm kitabın uygulama bölümü. Burada artık zor annelerin yetişkin çocukları için bugünü daha iyi hâle getirecek program yer alıyor. Yazarlar burada Awokado (Almanca Achtsamkeit, Würdigung, Orientierung, Klarheit, Anklang, Deckung, Offenheit kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuş bir kısaltma. Kelimeler; Farkındalık, Takdir, Oryantasyon, Netlik, Ahenk, Örtüşme, Açıklık anlamlarına geliyor.) programından bahsediyorlar, usulca yük bıraktırmayı amaçlıyorlar. Akabinde 'anne sesi'ni ortaya çıkaran bir test var. Testin sonuçlarına göre okurun annesinin tipi belirleniyor: yargılayan, korkan, sert, mükemmeliyetçi, bağımsız, kendine zarar veren, bağımlı, sadık, mutlu eden... Yine bu bölümün sonunda birçok soru ve pratikle kişinin kendi hayatını daha iyiye yöneltmek için uygun yollar anlatılıyor. Her şeyden önce bu görevleri yerine getirmenin bir 'hayat görevi' olduğunun üzerinde duruluyor. En ufak bir vazgeçme, her şeyi başa sarabilir zira. Kişisel güne bakış, haftaya ve aya bakış, Awokado güçlenme ritüeli gibi usullerle kitabı eline alan her 'zor' çocuğun mücadelesinde destekçi olunmaya çalışılıyor. Sebebi de öz farkındalığı, yani insanın içini, oradaki güzellikleri yeniden ortaya çıkarmak. Albert Schweitzer'in dediği gibi: "Hastalar kendi doktorlarını içlerinde taşırlar. Bize gelirler ve bu gerçeği bilmezler. Yapabileceğimiz en iyi şey, hastalarımızın iç şifacılarına işini yapabilmeleri için bir fırsat vermektir."

Kitabın sonsözünde bir sürpriz var. Belki daha önceden belirtilmiştir ve ben gözden kaçırmış olabilirim ama kitabın yazarlarının bir anne ve kızı olduğunu öğreniyoruz. Anne (Waltraut) 1958'de, İkinci Dünya Savaşı'nı okul çağında yaşamak zorunda kalan bir annenin çocuğu olarak doğmuş. Burada hem kendisinden hem de annesinden bilgiler var ki 'aile döngüsü' denen şey açığa çıksın. Kız (Maren) ise otuz yıl sonra, 1988'de doğmuş ve bambaşka bir kuşağın çocuğu. Aileyi tanırken kuşakları da tanıyoruz bu yazıda. Kitabın asla bir intikam ya da hesaplaşma aracı olmayacağını, tamamen işbirliği niyetiyle yazıldığı belirtiliyor yazarlar tarafından. Gelecek dönemde zor babalara dair de bir kitap yazılacağını söylüyorlar. "Danışmanlık yaptığımız kişilerle çalışırken, köprüler kurmanın, birbirini yine de anlamayı denemenin, kendini ötekinin yerine koymanın kendi benliğimizi eşsiz bir şekilde zenginleştirdiğini gördük: Hem çocuklar hem anneler için ve aynı derecede önemli bir şey olarak daha sonraki kuşakların hayatıdır zenginleşen." iyimserliğini de ihmal etmiyorlar.

Çocukluk dramı çoğu zaman, sağlıklı görünen bir mizacın ardında yaşanır. Aşırı uçlarda yaşayanlara baktığımızda bunu görürüz. Çok kahkaha atanlar ya da ağlayanlar, bir sürüye katılıp sürekli gezenler ya da daima yalnız kalmak isteyenler... Tüm bunların ardında zor anneler olabilir mi? Cevabı kitapta.

Not: Bu kitapla beraber, yazıya başlarken atıf yaptığım, Alice Miller imzalı Yetenekli Çocuğun Dramı ve Mark Wolynn'in Seninle Başlamadı kitabının da okunmasını öneririm, naçizane.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

1 yorum:

  1. H. Sümeyye A.13 Ocak 2020 18:25

    Bu tarz kitapların insanlığa bir armağan olduğunu düşünüyorum. Sık sık rastlayıp merak ettiğim bir eserdi. Akıcı ve açıklayıcı tanıtımınızdan sonra okumaya karar verdim.

    YanıtlaSil