Minnetsiz bir ruhun isyankar sesini okuyoruz Yağız Gönüler'in "Minnet Eylemem" kitabında. Kitabın kapağında bir yılkı atı karşılıyor bizi. Kitaptaki şiirlerin pek çoğunda güçlü bir imge olarak yer alan 'at' daha kitabın kapağında özgürlüğü ve toprağa dönüşü çağrıştırıyor bize. Şiirlerin geneline; baba, oğul, mü'min, kent, kapitalizm, tarih, aile, yoksulluk gibi temalar yayılmış durumda. Üç bölüme ayrılmış kitabın bölüm isimleri de şairin sözüne bir yemin anlamı kattığını fısıldıyor bize: Ekmek, Mushaf, Ekmek ve Mushaf. Söylediğimiz sözden ne denli emin olduğumuzu kanıtlamak için "Ekmek Mushaf çarpsın ki!" diye yemin etmişliğimiz çoktur.
İlk şiirin "Merhaba", son şiirin "Elveda" başlıklarını taşıması da rastgele bir tercih değil bilinçli bir seçimdir. "Baba" kavramı şiirlerde; geçim sıkıntısı ve yoksullukla birlikte yer buluyor kendine ve kutsal bir mertebe kazanıyor evladın gözünde. "Sana Söz Yine" şiirindeki şu dizeler 'baba'nın aile reisliği rolünün kapitalizm karşısındaki durumunu gözlerimizin önüne seriyor.
"Eve dönerken ne alayım
Bu asla duygusal bir soru değil"
Pek çok babanın cevabından korktuğu ama sormaya mecbur olduğu bir sorudur bu. Yine "Önce Ölür Babalar" şiirinde de erkeğin bir baba olarak meta karşısındaki çaresizliğini okuyoruz.
"Önce erkekleri harcar hayat
Kombiler, benzinler, ekstreler yoluyla
Patronların evdeki üç çocuğu umursamazlığıyla
...
Önce ölür babalar
Çünkü yalnız çeneleri vardır
Koynuna cüzdanlarını alan kadınların"
Şair şiirin sonuna doğru sesini isyana bürüyor ve haykırıyor.
"Dünyaya gelmesin babaları mutsuz olan çocuklar
Ya da akciğer kanserinden ölmesin bir sigaralık ferahlığı olanlar."
"Adım" şiirinde de baba ve oğul ilişkisi üzerinden babanın çaresizliğini sunuyor bize şair.
"Oğluma iğne yaparken o hemşire sırıtmasaydı
Gülseydi bir kere tüm garipler, fakirler, evsizler."
Şair kendi oğluna da sesleniyor. "Bir Zamanlar Bu Ülkede" şiirinde;
"Sana koca bir kitaplık, koca bir ana, koca bir omuz / sana koca bir Türkiye, yeni değil" dizelerinde hem aile kavramına vurgu yapılırken hem de Türkiyenin köklü tarihine bir vurgu var. Aynı şiirin son dizelerinde şair acı bir gerçeği haykırıyor;
"Büyüdükçe dünyadan tiksineceksin
Sakın şaşırma."
"Altıpatlar" şiirinde de babalığın ağır yükü hissediliyor:
"Baba olmak kocaman bir taştır her an fırlamaya hazır
Fırlatılmaz baba çünkü sığmaz bir ele."
"Eve Dönemeyince" şiirinde ise şair baba'yı aile kavramıyla eşliyor ve ailenin varlığını babanın varlığına bağlıyor.
"Babalar eve dönemeyince hayat devam etmez.
Orada biter hayat ev için, ocak için.
Umut biter."
Kitapta yer alan şiirlerde şairin eleştirisinden nasibini alan bir diğer kavram da kentleşme ya da modernizm. "Uzaktaki Yakın" şiirinde kentleşmeye eleştirisini şu dizelerle yapıyor;
"Uzay çağında yaşıyormuşuz öyle diyor muhtar
Belediye başkanı kol kola geziyor birkaç müteahhitle
Bölünecek aileler gösteriyor, satılacak gönüller
Kondular tehdit ediliyor, çocukların maçını kamyonlar bölüyor
Hiç durmadan dönüşüyor arsız bir cehenneme."
Aynı şiirin devamında eski ve yeni sokak karşılaştırması görülüyor.
"Halk otobüsünde gebeler ayakta durunca
Çimen görmek için bilet almak zorunda kalınca
Evde ekmek kalmayınca ve gece karnım acıkınca
Karnımda taşırım yüreğimi çünkü kimseler duymaz açlığını
Açtır benim yüreğim yer sofralarına
Kapı tokmaklarına, misafir odalarına
Kimsenin kimseye sırtını dönmediği
Çocukların ayaklarını babalarının ağızlarına sokmadığı günlere açtır karnım
Geçmişin merakı geleceğimi yıpratır, yıpratır, yıpratır."
Modern yaşam "kiracı" diye bir kavramı da soktu hayatımıza. Kiracılık ve kiracıya bakış açısı da şairin eleştirisinden nasibini alıyor.
"Sondan Bir Önce" şiirinde; "aşırı yük yazıyor asansörde ben binince / kiracı olduğumu anlamış gibi yazıyor" dizeleri gündelik yaşamın her anında insanların ekonomik durumlarının ağırlığını üzerinde taşıdıklarının göstergesi. "Plaza Türküsü" şiirinde de modern insanın yozluğunu okuyabiliyoruz.
"...
Sokak çocuğundan korkarlar, gözleri security arar ve sonra hemen taksiiii"
...
Madencilere pek üzülürler yetin üstündeki madende her gün öldüklerini görmezler
...
Acayip muhaliftirler ev ve mobilya dergileri okuyup orta doğuyu çözerler
Masalarını paylaşmayı sevmezler ama askeri ve sınırları gereksiz bulurlar
...
Ne Türk müziği ne de Türk tarihi kabul ediyor nesai saatlerimi."
Şair; mü'min ve Müslüman tanımlarını da sorguluyor. Kentsel yaşam ya da modernizm içinde evrilen İslam'a bir karşı duruş sergiliyor. "Hayatı Kolaylaştıran Dizeler" şiirinde;
"Ne fena / cumaları Allah'a daha çok inanıyorlar" dizeleri ibadetin bir alışkanlığa dönüştüğünü gözler önüne seriyor.
"Akşamları" şiirinde; "Kaylûle / evine kat çıkan sahabeye selam vermeye Resûlün / genellikle orta katları tercih eden utanası ümmeti / ... / evine selamsız ve ayakkabıyla girip / tuhaf sevinçler peşinde hikmet arayan sevgili rezil ümmet" dizeleri ise samimiyetimizi çoktan kaybettiğimizi gösteriyor.
"Altıpatlar" şiirinde; "insanın kendine yük oluşu bir varoluş problemi olamadı / omuzlarda dağların kaldırabildiği şeyler yoktu" dizeleri Allah ve kul arasındaki sırrın unutulduğunu söylüyor.
Şair, at ve yol üzerine pek çok imge kuruyor. Özgürlük ve yakınlaşmayı bu iki unsur üzerinden vermeye çalışıyor. Derviş yolda gerek düsturunca uzaklaşmayı yakınlığa şart görüyor.
"Atımı dürüstlüğün bahçesine bağlardım..."
"Adalar çok banaldir ama fayton güzeldir atlarımızın öldürüldüğünü bilmezler"
"Kılıçlarımızı ve atlarımızı geri alacağımız günleri bekliyoruz"
"Adıma uygun bir at bulsam buradan gideceğim"
"Atlarımız öldü dilimiz döndü amentümüz silinmedi göğsümüzden be hain"
"Son model her şeyden vazgeçip atlarımıza da kavuşuruz bir gün korkma"
Her şiirde bir sıkışmışlık, bunalmışlık var. Plazaların, gökdelenlerin, araba kornalarının, yetişilmesi gereken mesailerin arasında sıkışmış bir meczup, bizi özgürlüğe ve Dost'a çağırıyor. Bunu yaparken bütün riyakarlığımızı da yüzümüze vuruyor. Keyifli okumalar.
Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder