Kemal Tahir konu ve tema olarak skalası geniş bir yazardır. Milli Mücadele döneminden Osmanlı’nın kuruluşuna, oradan hapishane romanlarına kadar birçok türde romanı ve hikâyesi mevcuttur. Yazdığı kitaplardan bazıları da köy romanı diyebileceğimiz pastoral özellikler taşır. Sağırdere de bu tür romanlardan biridir. Kemal Tahir külliyatına baktığımızda daha az sayfadan oluşur ve 280 sayfayı ihtiva eder Sağırdere.
Nâzım Hikmet, cezaevinden Kemal Tahir’e yazdığı mektuplarda yer yer Sağırdere’yi eleştirir ve hem bu roman özelinde hem de diğer bazı hikâyeleriyle ilgili yazara tavsiyeler verir. Nâzım Hikmet’e göre Sağırdere ilk haliyle roman değil bir köy hikâyesidir. Çünkü bel kemiği denebilecek olayları yoktur, sadece bir olay vardır kitabı sürükleyen. Nâzım da bu durumda kitap isterse 300 sayfa olsun buna hikâye diyeceğini söyler. Zaman zaman, olayları tek tek irdeler Hikmet. Yani Sağırdere’de Nâzım Hikmet’in payının büyük olduğunu söylemek mümkün. Fakat eleştirilerine rağmen hakkını da verir Sağırdere’nin. O zamanlar Refik Halit’in Sürgün romanını da okuyan şair, bitmiş bir romanla henüz tamamlanmamış Sağırdere’yi şöyle mukayese eder: (Ki Refik Halit birçok kişilerce büyük romancı kabul edilir ve Türkçeyi en iyi kullanan yazar olarak tanımlanır).
“… Sürgün ‘romanını!!’ okuduktan sonra gözümde ve gönlümde bir kat daha sevgili bir yazıcı oldun. Aman Kemal gayret. Senin Sağırdere’nin bir pasajına bütün Sürgün’ü değişmem. Sabahattin Ali hatta Said Faik mi ne, o oğlan bile, Refik Halit’ten çok iyi bir hikâyeci ve romancıdırlar.”
Evet, bu toprakların en büyük romancısıdır Kemal Tahir.
Sağırdere iki ana bölümden oluşur. Bunların birincisi "Düğün", ikincisi "Gurbet". İkisi de direkt olarak isimleriyle bağlantılı bölümlerdir. Çankırı’nın Yamören Köyü’nde, 1939 yıllarında geçer roman. Yamören Köyü’nde bir ramazan ayında başlayan hikâyede karşımıza ilk olarak çıkan karakterler, aynı zamanda romanın ana karakterlerinden Kulaksızın Mustafa ve Pelvan Vahit’tir.
Okur bu iki karakterin de özelliklerini roman ilerledikçe öğrenir. Bunlardan asıl kahramanımız da Kulaksızın Mustafa’dır. 15 yaşlarında, bir işi olmayan, tüm işi bütün gün köydeki sevdiği Ayşe’nin peşinde koşmak olan; fakat bir türlü Ayşe’nin gönlüne giremeyen bir karakterdir. Yeri gelir bu sebepten dolayı okumuş yazmış diye tanımladıkları ağabeyine kızar yeri gelir Ayşe’ye. Fakat Ayşe’yi, evli ve kırk yaşlarında olan Hakkı’ya kaptırır ve gurbetin, Ankara’nın yolunu tutar.
İlk bölümün tüm mekânları da, üç mahalleden oluşan Çankırı’nın Yamören Köyü’dür. Sağırdere’nin kenarında yer alan bu köydeki hayatı Kemal Tahir başarılı bir şekilde yansıtır okura. Zaten Çankırı cezaevindeyken yazar romanı Tahir. Bu sebepten Çankırı ve köylerine ait birçok yerel unsura hâkim olabilmiştir. Köydeki adaletin nasıl sağlandığından dine bakışa kadar tam bir köylü bakış açısını ve İç Anadolu insanını görebiliriz bu kısımda.
Bölümün adı "Düğün" demiştik. Sadece bir düğün görmüyoruz ilk bölümde. Mustafa’nın Ayşe’si evlenir, ağabeyi Murat evlenir vs. Düğünlerin geniş yer tuttuğu bu bölümde, okur düğünün her aşamasına şahit olur. Adetlere, gelenek ve göreneklere detaylıca yer verir Tahir. Yazarın yerel unsurlarla ilgili bu kadar çok detaylı bilgiye sahip olması okuru da şaşırtıyor bir yerden sonra. Belli ki cezaevinde yörenin insanını iyi dinleyip gözlemlemiş yazar.
Mustafa; karakterler arasında uçarı, kız peşinde koşan, batıl inanışları olan birini karakterize ederken arkadaşı Pelvan Vahit Mustafa’nın tamamlayıcı rolünde karşımıza çıkar. Daha itidalli fakat Mustafa gibi özellikleri de var. O da Mustafa gibi hayatı çok önemsemeyen ama Mustafa kadar da uçarı değil. Genelde bu ikilinin yanında gördüğümüz Topal İsmail’i ise duruma göre hareket eden, bazen iyi tarafı öne çıkan bazense üçkâğıtçı bir konumda görürüz. Bu üç karakter bize köy gerçeğini gerek konuşmalarıyla gerekse yaptıklarıyla gösterir. Ömrünün belli kısmını köyde geçirenlere bu roman hiç yabancı gelmeyecektir.
Kemal Tahir’in romanlarında, toplumun muktedirlere nasıl baktığı, bazen genişçe bazen olaylar arasındaki kısa bir diyalogla işlenir. Bu romanda da bunu görmek mümkündür. Devir, tek parti devridir ve şöyle der Mustafa’nın babası Kulaksız:
“… ‘Geçen yıl eşekleri sakladık mı? Saklamadık.’
‘İyi bildin, saklamadık. Bu yıl da sayıma girdikleri şüpheli… Kimi, ‘Alınacakmış aman!’ dedi. Kimi, ‘Yok canım!’ dedi.’ Yakup Ağa başını salladı. ‘Allah, Allah. Bakalım gelecek yıl daha neler göreceğiz! Kendi hayvanımı ben hükümetten ne diye kaçırayım yahu? ‘Sayımcı geliyor!’ diye köylü malını önüne kattı, dağa saklandı. Eşkıyalık dediğin budur, ötesi yok! Rahmetli Eğri Ahmet’e ‘Eşkıya!’ derler. Biz Eğri Ahmet’ten davar saklamazdık.”
Burada aklıma gelen Şükrü Erbaş’ın ünlü şiiri "Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz" oldu. Diyor ya şair "Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar" diye. Bu olayı da bu çerçevede mi değerlendirmeli yoksa hayvanları sayımdan kaçıran, devlete karşı eşkıyaya hak verecek kadar devletten bıkmış köylüye mi hak vermeli? Ona okur karar verecektir.
Kendi içinde basit asayiş olaylarını muhtar çözer köyde. Genelde dayaktır bu çözüm. Her ne kadar muhtar ‘yüreksiz’ görülse de ondan korkulur. Devlet ise, yukarıdaki pasajda geçen olay gibi durumlar dışında uğramaz köye.
İkinci bölüm de adıyla birebir örtüşen bir bölümdür: Gurbet. Başkarakter Yamörenli Mustafa’nın istediği kız başkasıyla evlenince çalışmak için gittiği Ankara’yı, oradaki çalışma koşullarını, kısmen sosyal hayatı, Mustafa’nın inatla hayata tutunmaya çalışmasını konu eder. Mustafa, gurbete, yani Ankara’ya Hocaların Hasan ve Vahit’le gider. Trene biniş kısmından itibaren başlayan hikâye Mustafa’nın işlerinin işlenmesiyle devam eder.
Mustafa’nın köyden gurbete gitmesi aslında sadece Vahit’in söylediği sözlerden dolayı değildir. Evlenememesi de bu durumda etkindir.
Mustafa, köydeyken çalışmayan, üretmeyen -Kemal Tahir’in sevmediği tipte- biridir ancak üretime katılmaya karar vermesinin de etkisi vardır bu gurbette. Köydeki Mustafa ile Ankara’daki Mustafa tamamen farklı iki karakterdir. Tembel Mustafa’dan tırnaklarını hayata geçiren Mustafa’ya geçiş yapmıştır karakter. Fakat bu geçişi Kemal Tahir daha çok işleseydi, daha başarılı olabilirdi. Biraz hızlı bir geçiş olmuş.
Bu bölüm ekonomik ilişkilerin, yaşam savaşının ağır bastığı bir bölümdür. Çıkarlar; arkadaşlıkların, hemşehriliklerin önüne geçer ve Mustafa’nın deyim yerindeyse gözü açılır. İlk işinden kovulduktan sonra ikinci işinde dikiş tutturur, ustasının gözüne girer ve taş ustası olma yolunda ilerler. Ustası Cemal Usta dürüst bir karakterdir. İnsanların çıkarcılığını ve para için kardeşin kardeşten çalmasını hoş görmez. Bu, Sağırdere özelinde görülen nadir davranışlardandır. Çünkü karakterler bir yönüyle iyidir fakat herkeste karşısındakini kandırma veya dolandırma potansiyeli vardır:
“…Kalemi parmağı gibi salladı. ‘Sen de bir daha, bunun bordrosuna parmak basmayacaksın! Ben böyle pis işleri sevmem. Kardeş kardeşi soyarken araya girmek olmaz!”
Sağırdere aslında bitmemiş bir romandır. Devamı niteliğinde, bu romandan iki yıl sonra, yani 1957’de Kemal Tahir Körduman romanını yazmıştır. Köy-kent ikilemini, karakterlerin davranış farklılıklarını bu iki kavram üzerine kuran Tahir pastoral romanın başarılı bir örneğini vermiştir. Türk Edebiyatı’ndaki diğer örneklerine baktığımızda da (Fakir Baykurt’un, Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in kitapları) özellikle realistliği sayesinde öne çıkan bir eserdir Sağırdere.
Sağırdere’deki olay örgüsü okurda bir merak duygusu uyandırır fakat bir Esir Şehir üçlemesindeki kadar da değildir bu merak unsuru. Mustafa’nın Yamören’den Ankara’ya geldikten sonra, köy hakkında hiç bilgi almamamızı ise açıklığa kavuşmamış kısımlara örnek verebiliriz. Fakat bu da Kemal Tahir romanının özelliklerindendir.
Roman hakkında en geniş yorumu Körduman’la ele alarak yapmak daha sağlıklı olacaktır. Yarım kalmış gibi görünse de bu haliyle de Nâzım’ın dediğini onaylayabiliriz.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder