27 Temmuz 2018 Cuma

Yenilgiler çağının tarihçesi

"Ben tek kişiyimdir ama içimde biri daha vardır. Bu gizemli "o" sık sık mırıldanır, bazen ağlar, içinden çıkıp uzak bir yere gitmek ister, canı sıkılır, korkar..."
- Andrey Platonov, Birbirimiz İçin Yaşayacağız: Mektuplar 1920-1950

Cümle kurmanın har vurup harman savurmakla eş olduğu zamanlardayız. Oysa söz tohumdur, nereye bırakılırsa bırakılsın tohumdur. Kâğıda, mekâna, zamana, hatta sosyal medyaya. Elbette her sözün de bir dönüşü vardır.

Ekilen tohum ya meyve verir ya da tutmaz. Cümle kurmak, bir söz söylemek, aslında farkında olmadan bizi bir dertliye derman edebilir yahut en azından, derdini paylaşmaya imkân tanır. Hiç tanış olmadan hemhâl olabilmek gibi.

Nihayet, böyle kitaplar da vardır, yazarının okuyucusuna türlü ferahlık zamanları sunduğu. O kitapların yazarları cümle kurmanın kutsiyetini bilir. Bir marifettir bu. Zira bazı ârifler için bütün güzel huylar cennetin, bütün kötü huylar da cehennemin kapılarıdır. Güzel huyların başında ise marifet yer alır, yani bilgi. Cümle, bir bilgiyi yüklenirken yanına tevazuyu, rızayı, emniyeti, teslimiyeti, tasfiyeyi (gönül arınmışlığı), affı ve tevhidi de alırsa cennetin kapılarını tamamlamış olur. Bir cümle için bu kapıları yüklenmek zor gibi görünse de, belki on, belki yüz cümle bize bir şey söyleyebilir cennete dair. Kütüphaneler bu sebeple cennettir kimilerine.

Yenilgiden Dönerken, ismiyle ve rengiyle sonbaharın rayihasını yüklenmiş bir kitap. Tevafuk bu ya, Kasım 2011'de neşredilmiştir ilk baskısı. Sonbaharın son ve en yüklü ayında. Bu rayihada Ali Ayçil'in anıları, öyküleri, denemeleri bir arada tütüyor. Bölümlerinin isimleri de yukarıda bahsettiğimiz tanış olmadan hemhal olabilmeye bir misal sanki: Benden Önce, Ben, Sen, O, Keyur ve Diğerleri, Benden Sonra. İlk bölüm tek bir metinden oluşuyor ve bir telkinde bulunuyor. Çıktığın yol, aradığın kapı ne olursa, nerede olursa olsun: "önce göğsünü arala."

Bir yola çıktığımızda, geçmişin izlerini de yakamıza bir rozet gibi takıp öyle ilerleriz yönümüzde. Bazen bu izler çok katılaşır. Öyle katılaşır ki yakamızdan ayaklarımıza kadar iner ve yol biter. Yolun bittiğini, arayışın son bulduğunu anlayan yolcu kendine yeni bir geçmiş yükü inşa etmeye kalkar. Aslında bu bir inşa değil daha çok hatırlayıştır ve her hatırlayış gibi de tehlikelidir. Ayçil şöyle diyor: "Pek çokları, bu telafi edilmez yenilginin ağırlığından kurtulmak için, kendilerine bir müze kurmaya girişir: Çocukluk ve gençlik müzesi. Bu kötü girişim, katı olanı daha da katılaştırır ve geçmişimizi kötü bir çeviriye dönüştürür."

Cioran, "Meçhul olmayı sev" diye yazmış, Doğmuş Olmanın Sakıncası Üzerine'de. Ayçil'in yazdıkları da sanki kendi tecrübelerinin dışında birçoğumuzun gerilimini, sancısını, keşfini, yolculuğunu barındırıyor. Bu anlamda bazen bir çocukluk anısı, bazen de yetişkin umutları hepimizin yaşadığı yahut yaşamakta olduğu günlere işaret ediyor. "Kendimi kendi üzerime atılmış bir suç gibi hissediyorum" derken yazar, okuyucularının belki de yarısına bu yükü dağıtıyor. "Kederlendim, sustum, açıkta kalmayayım diye en güvenli yere, kendi dilimin altına saklamdım" derken de diğer yarısına yük aktarıyor. Her insanın bir macera olduğunu hatırlatırken susmanın da bu maceraya dâhil olduğunu hatırlatıyor.

Ayçil'in kendi kendine konuşmalarında bir başka düğümler var. Gençlik arızalarımız yüzümüze çarpıyor bu konuşmalarda. Üstelik bir resim sergisinde: "Sergide, kırmızı ve yeşil ışıklı vitrin tabelalarının yerleştirildiği duvara bakarken, "senin olgunlaşmış, kararlı bir bakışın yok," diye geçiriyorum içimden. 'Sayısız bakışın var. Sayısız bakışın olduğu için, bir yolcuya değil, bir kavşak yerine benziyorsun..."

Ustalığa değil çıraklığa talip olanlara koca koca binalardansa duvardaki taşları görebilmenin, onlarla konuşabilmenin değerini anlatıyor Ayçil. İnsan bazen kendini sayısız sorunla boğuşurken bulur. Çok kısa bir süre sonra da bir ağaçla konuşurken. Derken ölümü hatırından çıkarmadan yaşadığını anımsar ve her şeyde ölümü gördüğünü, ölümle konuştuğunu, ölümle hissettiğini.

Yenilgiden Dönerken'de Sevgili Tütün ve Ekmeğin Güzelliği gibi yıllar sonra, tekrar tekrar okunabilecek yazılar da var. Uzun Samsun'u hayatında çok ayrı bir yere koyduğu belli olan Ayçil "seni kanunlara karşı aşkla savunacağız" diyor. Türk evlerini ayakta tutan bir gaye, bir kutsiyet olan ekmeğe içten iki cümleyle veda ediyor: "Bizim kıyametimiz, eve ekmek götüremediğimiz gün başlıyor. Bu yüzden en mahrem utancımız sensin."

Metin yazmanın, kitap okumanın üzerine eğilen çok değerli denemeler de var bu kitapta. Büyük Yapıt başlıklı deneme Don Quijote üzerinden bizi hem yeni bir kitap hazırlayan yazarın heyecanına, sancılarına ortak ediyor hem de bir romanda kahramanın ne denli önemli olduğuna. Sadece Don Quijote değil, Oblomov ve Raskolnikov da 'nasıl kahraman olunur'a birer misal teşkil ediyor. Bir Şairin Çantasında, özellikle dünya edebiyatı ve felsefe okumaları yapmaya yeni başlayan, bilhassa genç okurlar için lezzetli bir yazı. Bol bol not alabilirler, okuma listesi çıkarabilirler. Ayçil'in bu denemesinde andığı edebiyatçılardan yabancı olanları şöyle sıralayabiliriz: Georges Perec, Gabriel Garcia Marquez, Dino Buzzati, Andre Malraux, Thomas Bernhard, Nick Hornby, Louis-Ferdinand Celine, Anton Çehov, Guy de MaupassantEdgar Allan PoeJorge Luis BorgesMarguerite Yourcenar... Yerlilerden de şu isimler geçiyor: Halide Edip, Safiye Erol, Sadık Hidayet, Yusuf Atılgan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halit Karay, Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş, Mustafa Kutlu... Madem isimlerin hepsine değindik, düşünürleri de yazmak lâzım: Karl Popper, Ortega y Gasset, Ali Şeriati, Daryush Shayegan, Anthony Giddens, Michel Foucault, Emil Cioran. Şairler? Çok güzel bir üçlü var burada da: Ezra Pound, Turgut Uyar, Yunus...

Bir yazarın eski kitaplarını yıllar sonra yeniden okumayı, kurcalamayı, yeniden 'kendime notlar' çıkarmayı seviyorum. Bu, evi ikinci kez temizlemek gibi bir şey.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder