"Yarden ayrı kalmak ölüm
Söyle ne olacak halım
Böyle kader böyle zulüm
Gelir garib başa Leyla'm."
- Neşet Ertaş
Walter Benjamin, insanı özgürleştiren 'araç'lardan biri olarak görür öyküyü. Ancak öykü anlatıcısının ve öykü yazarının modern zamanlarda "geçersiz" bir konuma düştüğünden de yakınır. Benjamin için üç kavram çok önemlidir: bellek, deneyim, hatıra. Bir öykü için bu üç kavramın ne kadar kıymetli olduğu malum. Öykücü, belleğinin derinliklerinden yeni deneyimlerle geçerken hatıra biriktirir. Tekniğini, özgünlüğünü ve dilin imkânlarını kullanarak bize tüm bu birikenleri aktarır. Bu üç kavramı Türkiye'de güçlü biçimde kullanan yazarlardan biri kanaatimce Kemal Varol'dur. Jar, Ucunda Ölüm Var ve Haw kitapları bu gücün bir neticesiydi. Serde şairliği olan Varol'un toplu şiirlerini okuyabileceğimiz Bakiye de yine belleğin, deneyimin ve hatıranın birleşimiyle ortaya çıkan "kin" ve "yas" dizelerini okumak mümkün.
Nisan 2017'de İletişim Yayınları tarafından neşredilen Sahiden Hikâye, 169 sayfa. Kemal Varol'un ilk hikâye kitabı olma özelliğini taşıyor. Kitapta yer alan Rewhat Arslan çizimleri, 'okurken düşleme' imkânını genişletiyor. Beş bölümü var Sahiden Hikâye'nin: Manşet, Çocukluk Bu, Bu Gece Eczanemiz Nöbetçidir, Şecere, Hamdolsun Diyalektik. Romanlarında olduğu Varol okuyucuyu yine 'acılar coğrafyası' Arkanya'da ağırlıyor. 15 hikâye boyunca o evden bu eve götürüyor, OHAL'in iklimini çocuklar üzerinden anlatıyor.
Herakleitos, "İnsanın karakteri kaderidir" demiş. Sonra İbn Haldun gelmiş, o da "Coğrafya kaderdir" demiş. Bu iki cümleyi düşünürken şöyle bir diziliş geliyor gözümün önüne: Coğrafya, karakter, insan. Kemal Varol okuyucusunun alıştığı bu diziliş ilk hikâyesi olan Sahiden Hikâye'de de kendini gösteriyor. Önce mekanı çiziyor Varol, sonra karakterleri ve peşinden olayları. Her şey yerli yerine oturduğunda bizi küçük yüreklerin şu büyük meseleleri bekliyor: varoluş sancıları, 'varoş'un sıkıntıları, varlık mücadelesi. Çünkü yokluk ağır bir gökyüzü gibi dolaşıyor çocukların ayaklarında. Kimi kayıp düşüyor kimiyse dik durmaya çalışıyor. Yazılmış her şey sanki kara, kapkara. Sıra sıra dizilen ölümlerin yaşama bir saygısı yok; acımasız, gaddar ve kinci. Elbette koca bir umutsuzlukla:
"-Günün birinde başımızı bir eve sokup şöyle çoluk çocuğa karışmış, her şey güllük gülistanlıkken, bir gece kan ter içinde uykudan uyanıp pencereye atacakmışız kendimizi.
- Sonra?
- Sonra pencerede sıkıntıyla sigara içerken bizim bu yaşımız böyle yavaşça sokaktan geçip el sallayacakmış bize. Eksik kaldım, gel beni tamamla diyecekmiş." [sf. 21]
Kadınların kırk gözlü olduğuna inanan çocukların hayatlarında, 'yirmi yılda bir yeniden başlayacak dertler'in yorgunluğu, henüz o dertler kendini göstermeden dikiliyor simsiyah bir duvar gibi. Her çocuk sanki başka bir duvarı aşmaya çabalıyor. Yetemiyor, yitiyor. Tam kaybolacakken bir umut, doğum sancısı çekiyor.
Aynı aşka düşmek, paylaşamamak da var çocukların öykülerinde. Ne bunu gizleyebiliyorlar hareketlerinde, ne de anlatabiliyorlar sözleriyle. Devasa bir kördüğüm. Sevdanın küçüğü büyüğü olmadığı gösteren bir kördüğüm.
"Eskisi gibi değildik artık. Aramızda bir kıskançlık rüzgarı esmiş, o rüzgarın esintisi kalplerimizdeki ateşi bir zaman alıp götürse de geriye birbirimize anlatamadıklarımız kalmıştı." [sf. 56]
Hikâyelerin masalsı üslubu, hani o çocukları sakin-selim bir hâle büründürmek için söylenen masallar gibi akıcı fakat birçok kalbi acımasızca yıkıp geçen gerçekleri düşündürecek kadar da sarsıcı. Çocukların dünyası tuhaf, çocukların dünyası şaşkınlık verici. Bazen tek başlarına bir dünyayı yüklenmiş gibi ağlarlar, bazen de el ele verip bir tebessümle nice felaketi unuturlar, unuttururlar. Onların dili çoğu zaman futboldaki ters bir top gibidir, süzüle süzüle ağlarla buluşur. Acı bir buluşmadır bu. Kelimelerin cem olup acıyı çığırışı gibi:
"Allah, köyleri yakıldığı için kasabanın yolunu tutmuş, buldukları boş bir arsaya derme çatma toprak damlı evler yapmış, babaları akşama kadar amele pazarında iş bekleyen, anneleri Türkçe bilmeyen, ağabeyleri polisle belalı, hepsi birbirine benzeyen evlerde oturan aynı yaşlarda bir dolu çocuğu arkadaş yapmıştı ve bu başlı başına güven demekti. bir çeteye ihtiyacımız yoktu." [sf. 74]
Elbette bu çocukların abileri var. Kimini kahraman olarak kabul ediyorlar, kimileriyle de silik-sönük görüp samimiyet kurmuyorlar. Abilerin 'sol' tarafı kendi içinde fraksiyonlara bölünmüş. Birbirleriyle anlaşamadıkları konular birer çatışmaya dönüşmüş. Varol, devrim umudunu sarsan bu vaziyete bazı yorumlar da getiriyor hikâyeleri arasında: Dönemin solunu da eleştiriyor Varol: "Sağ-sol çatışması yerine solun kendi çatışmaları yaşanıyordu Arkanya’da. Asıl çatışma, birbirine taban tabana zıt yapılar arasında değil, bin parçaya bölünmüş fraksiyonlar arasındaydı."
Zor meseleleri kolay anlatabilmek büyük beceridir. Kemal Varol her romanında olduğu gibi bu romanında da memleketin tüm zalimliklerini Arkanya üzerinden okuyucuya anlatıyor. Şiir gibi, türkü gibi.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder