Gerek geçirdiğimiz kültür değişimi gerek inkılaplar neticesinde meydana gelen faaliyetler ve bu faaliyetlerin tevlit ettiği durumlar, sadece halkın değil, entelektüel zümrenin de eski kültürümüzle, eski kültürümüzün merkezî sahası olan tasavvuf ile alakasının kesilmesine neden oldu. Dine dair, tasavvuf kültürüne ait maddî ve manevî, elle tutulur gözle görülür her ne varsa unutuş ve yok-oluş kuyusuna atıldı.
Himmet sahibi kimi âşıklar bu alakanın yeniden tesisi için ya da en azından alakanın inkıtaya uğramaması için ömürlerini vakfettiler. Hat konusunda Hamid Aytaç merhumun yapageldiklerini bu cümledendir. O günden bugüne hâlâ istenen ilgi ve alakaya erişemeyen hat sanatıyla ilgili en azından geçmiş literatür yavaş yavaş gün yüzüne çıkarılıyor. Emeği olanlardan Allah razı olsun.
Tasavvufi eser yayıncılığını dinî yayıncılık içinde değerlendirmek mümkün mü, açıkçası bilemiyoruz. Ama biz, genel ve kaba bir çerçeve çizmesi için İsmail Kara’nın söylediklerini aktarmak durumundayız. Kara ülkemizdeki dinî yayıncılığı dönemlere ayırarak değerlendiriyor. Buna göre ilk dönem 1920-1925 arası. Bu dönem, henüz köklerden tam bir kopuş gerçekleşmediği için epey canlı. Kara, bu dönemi, II. Abdülhamid döneminde başlayıp II. Meşrutiyet dönemiyle yükseliş gösteren dinî yayıncılığın hem seviye hem de muhteva itibariyle bir devamı olarak niteliyor. İkinci dönem, 1925-1947 arası dönem. Dinî yayıncılığın en problemli ve en alt düzeye indiği dönem olarak niteleniyor bu süre. Bu dönemde dinî neşriyat devletin resmî kurumları tarafından yapılıyor. Bu da yok denecek kadar az. Kara, bu dönemde, bir vakıa olarak dini yayıncılıktan bahsetmenin mümkün olmadığını belirtiyor. 1947 ile 1960 arasındaki dinî yayıncılık için, “çekimser, sesi kısık ve fakat olabildiğince geriye dönmeye, açıkları kapatmaya, halka inmeye çalışan” bir yapıya sahip olduğunu söylüyor. Bu dönemde hem kitap hem dergi olarak bir yeniden canlanma yaşanıyor. Bilinenin tersine ihtilallerin dini yayıncılığı süratlendirip arttırdığını üstüne basarak vurguluyor. 1960 ihtilali, 1980 ihtilali ve 28 Şubat… Sadece nicelik değil nitelik açısından da süratlenme ve artmanın gerçekleştiğini ifade ediyor.
Tasavvuf sahasında tarikat pirleri, can ve baş pahasına gizli-saklı da olsa yürüyüşlerini sürdürdüler. Tek parti sonrası nisbî özgürlüklerin geldiği zamanda tasavvufa dair eski-mez eserler de himmet sahibi ehl-i dil tarafından gün yüzüne çıkarılmaya başlandı. Abdulkadir Akçiçek, Abdülbaki Gölpınarlı, Muzaffer Ozak, Yaman Arıkan, Sıtkı Gülle, Ali Arslan, Selahaddin Alpay gibi zatlar karanlıkta kuyu kazarcasına Türkiye’de tasavvuf yayıncılığı konusunda çalışmalar ürettiler.
Genel olarak düşünce/siyaset ve edebiyat merkezli bir yayını hedeflemesine rağmen tasavvuf yayıncılığı konusunda anmamız gereken bir dergi var önümüzde: Diriliş Dergisi. Dergide Arapça, Farsça ve Türkçeden gerek matbu gerek yazma eserlerden birçok tasavvufî risaleden bölümler yayınlanmıştır. İbn Arabî, Mevlânâ, Niyazi-i Mısrî, İsmail Hakkı Bursevî, Üftade, Aziz Mahmud Hüdayî, Sofyalı Bâlî, La’lî Mehmed Fenaî, Dede Ömer Rûşenî, Şah-ı Nakşibend, Attar, Kuşeyrî, Lamiî Çelebi, Mehmed Emin Tokadî, Mehmed Es’ad Erbilî, Tahirü’l-Mevlevî gibi birçok zatın eserlerinden tadımlık da olsa bölümler yayınlayarak ülke insanının tasavvuf bahçesine girmesine aracılık etmiştir.
Bugün artık bu yayıncılık, aralarında farklı tasavvufî meşreplerin kurduğu yayınevlerinin de bulunduğu bir ortamda sürüyor. Her birinin birbirinden farkı yayın anlayışı olmakla birlikte, işte Akçağ, Ataç, Büyüyen Ay, Dergâh, Erkam, Gelenek, H, Hayy, İnsan, İz, Kitabevi, Kırkambar, Kurtuba, Litera, Mavi, Nefes, Rumî, Sahaflar Kitap Sarayı, Semerkand, Sufi, Uludağ, Vefa gerek telif gerek Osmanlı Türkçesinden günümüz Türkçesine aktarım, gerek tercüme tasavvufî eserlerin gün yüzüne çıkmasına aracılık eden yayınevleri… Daha eskilerden Akabe, Bahar, Bedir, Hisar, Rahmet, Seha gibi yayınevlerini de bu listenin ön sıralarına koymak gerekir. Tercüman Gazetesi'ni 1001 Eser serisi içindeki tasavvufî eserler bağlamında, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları'nı da Şark-İslam Klasikleri bağlamında hatırlamak gerekir.
***
Bu yazıda, Şah-ı Nakşibend’in öğrencilerinden ve Nakşibendî yolunun çeşmelerinden olan Mevlânâ Yakub-ı Çerhî hazretlerinin Türkçe’de basılmış eserlerinden bahsedeceğiz.
Hazretin eserlerini basan yayınevlerinden biri, Semerkand Yayınları… Karınca kararınca tasavvuf kültürüne dair eski-memiş eserleri yayınlamayı sürdüren yayınevi, Nakşî geleneğin sultanları olarak nitelenebilecek mürşitlerin eserlerini de dilimize aktarıyor. Ya’kub-ı Çerhî’nin eserlerini bu minvalde değerlendirmek mümkün.
Diğer yayınevi ise Erkam Yayınları… Erkam Yayınları da Nakşî geleneğin önemli eserlerini gün yüzüne çıkarma, Türkçe’ye tercüme etme, tasavvuf kültürüne dair telif eserler basma gibi çeşitli faaliyet sahalarıyla tasavvufa olan ilgisini öteden beri sürdüren değerli bir yayınevi. İşin ilginç tarafı ilki Menzil, ikincisi Hüdaî adlarıyla bilinen her iki yayınevinin de aynı geleneğin izini sürmesi: Nakşî-Halidî gelenek/meşrep. Dolayısıyla iki yayınevinin kataloğunda birçok ortak kitaba rastlamak mümkün.
Ya’kub-ı Çerhî kimdir? 15. yüzyılda yaşayan Ya’kub-ı Çerhî, tasavvufî terbiyesini Şah-ı Nakşibend’den almış, onun tarafından halife tayin edilmiş fakat irşad ile Şah-ı Nakşibend’in müritlerinden Alaeddin Attar tarafından görevlendirilmiştir. Uzun yıllar halkı Nakşî gelenek üzere irşat eden hazret 1447 yılında vefat etmiştir. Çoğunluğu Farsça, bir kısmı Arapça on risalesi vardır. Bunlardan şimdilik Risâle-i Ünsiyye, Risâle-i Abdâliyye, Risâle-i Nâiyye (Neynâme), Şerh-i Esmâü’l-Hüsnâ olmak üzere Türkçemize, dördü tercüme edilmiştir.
Risâle-i Ünsiyye, Ya’kub-ı Çerhî’nin, Hz. Peygamber’in hayatını en güzel şekilde hayatına aksettiren kişilerden biri olarak gördüğü Şah-ı Nakşibend’in yaşantısından kesitler sunarak kaleme aldığı; abdestin, nafile namazın, zikr-i hafinin, vukuf-ı kalbînin önemini ayet ve hadislerle anlatan bir eser. Bir âdâb kitabı olarak değerlendirmek mümkün bu risaleyi.
Neynâme, Hazret-i Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin ilk on sekiz beyti ile Mesnevî’de geçen Padişah ve Cariye, Şeyh Dekûkî, Şeyh Muhammed Serrezî gibi bazı hikâyeleri şerh etmektedir. Eser, Mesnevî şerhlerinin en eski örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. Çerhî’nin şair kimliğini bütün incelikleriyle gördüğümüz bir eser.
Risâle-i Abdâliyye, Çerhî’nin evliyâullahın vasıflarını açıklamak için kaleme aldığı bir eser. Kutub, abdal, nükabâ, ahyar gibi gayb erenlerinin vasıflarının anlatıldığı eserde, Hz. Hızır (as) ve Hz. İlyas (as.) hakkında da bilgi bulmak mümkün.
Şerh-i Esmâü’l-Hüsnâ’da, Çerhî, Allah’ın doksan dokuz ismini şerh eder. Risalenin başında genel hatlarıyla Esmâü’l-Hüsnâ konusuna değinir. Allah’ın isimlerinin birçok tarikat uleması tarafından Farsça ve Arapça şerh edildiğini, böylece avam ve havassa çok fayda sağlandığını belirtir. Kendisinin de aynı gaye ile eserini kaleme aldığını söyler.
Yakub-ı Çerhî’nin risalelerini ilk kitaplaştıran yayınevi Erkam Yayınları'dır. Erkam, hazretin üç risalesini tek ciltte bir araya getirmiş. Neynâme adıyla basılan eserde sırasıyla Risâle-i Ünsiyye, Neynâme ve Risâle-i Abdâliyye bulunuyor. Risaleler Ahmet Cahit Haksever tarafından tercüme edilmiş. Haksever’in tercüme ettiği eserde bir giriş bulunmakla beraber hazretin hayatı detaylı bir şekilde ele alınmamış. Belki bunda Haksever’in daha önce İnsan Yayınları tarafından basılan "Ya’kub-ı Çerhî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Anlayışı" adlı çalışmasının bir etkisi olabilir. İlgili çalışma, Haksever’in Ethem Cebecioğlu’nun danışmanlığında tamamladığı doktora çalışmasından kitaplaştırılmış. Haksever’in tercümesiyle okurlara sunulan Neynâme, Erkam Yayınlarının 333., tasavvuf klasikleri dizisinin de ilk kitabı olarak 2009 yılında basılmış.
Semerkand Yayınları ise Yakub-ı Çerhî’nin risaleleri teker teker basmayı tercih ediyor. İlk bastığı eser, Risale-i Ünsiyye. Yayınevinin 211., Hâcegân Klasikleri dizisinin de 10. kitabı olarak 2013 yılında basılan eser, Mehmet Ali Özkan tarafından tercüme edilmiş. Özkan’ın çalışmasında, Ya’kub-ı Çerhî hazretlerinin hayatı, ilmi hayatı, tasavvufa intisabı, eserleri ve halifeleri hakkında detaylı bilgiler içeren bir giriş bulunuyor. Bu bilgiler, okurlar için elbette önemli. Okura eserin anlaşılması için ön bilgiler veriyor, eğitim camiasının tabiriyle söylersek hazır bulunuş seviyesini arttırıyor.
Yayınevinin Ya’kub-ı Çerhî’den bastığı ikinci kitap Neynâme. Bu risale de Mehmet Ali Özkan tarafından çevrilmiş ve 2015’te basılmış. Özkan bu çalışmasına Ya’kub-ı Çerhî’nin yanında, eserin Mesnevî odaklı olması nedeniyle Mevlânâ’nın da hayatını anlatan bir giriş bölümü eklemiş.
Semerkand’ın son eseri ise, Şerh-i Esmâü’l-Hüsna. Eser, Semerkand yayın grubu üyesi Şadırvan Yayınlarının 83., Osmanlı Tasavvuf Kitaplığı serisinin yedinci kitabı olarak 2016 yılında, Mehmet Ali Özkan çevirisiyle basılmış. Özkan, çalışmasına esmâü’l-hüsnânın önemini ve Ya’kub-ı Çerhî’nin hayatını anlatan bir girişle başlamış.
Hazret ile ilgili biri makale diğeri bildiri olmak üzere iki çalışmayı da zikredelim. Tasavvuf dergisinde yayınlanmış olan makaleyi Gülnaz Saidova yazmış. Saidova, Ya’kub-ı Çerhî’nin henüz Türkçeye çevrilmemiş tefsirinin Orta Asya Türkçesine yapılan çevirilerini konu edinmiş. Bildirinin sahibi ise Emek Üşenmez. Bildiri de Ya’kub-ı Çerhî’nin tefsiriyle ilgili. Bildiri Ya’kub-ı Çerhî’nin tefsrinin on altıncı yüzyılda yapılmış bir tercümesini konu edinmiş. Bu iki çalışma Türkçede Ya’kub-ı Çerhî üzerine yeterli ilgi ve alakanın oluşmadığını gösteriyor. Bunda Hazretin eserlerinin Farsça olmasının etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Bütün bunlardan sonra bize düşen bir temennidir. Dileğimiz odur ki, yayınevleri Mevlânâ Ya’kub-ı Çerhî’nin özellikle, Fatiha suresi ile Kur’an-ı Kerim’in son iki cüzünde bulunan surelerin tefsirini içeren kitabını, Tefsir-i Ya’kub-ı Çerhî’yi Türkçemize kazandırırlar.
İsmail Demirel
ismayilhakkidemirel@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder