Bir şiir ne kadar “yalınlaşabilir”, hatta şiir ne kadar azaltılabilir? Elif Nuray’ın ilk kitabı O Korkunç Mahâret’i okurken aklıma gelen ilk soru buydu. Elif Nuray için şiir “anlatımdan” ve kelimelerden kaçarak, onları mümkün olduğunca azaltarak yani bir anlamda dili, sözü tekrar tekrar damıtarak yazılan (yoksa söylenen mi deseydik?) bir sanat.
Elif Nuray, şiiri olabildiğince yoğunlaştırarak yazan şairlerden. İlk mısrası “yeni bir öfkeyle başladım” olan kitap; kırgınlıklarla, eleştirilerle yüklü. Sadece dışa dönerek “kahkahalar gördüm çocukları ağlatan” diyen bir kırgınlık değil “nasıl oluyor da bu gök hâlâ başıma devrilmiyor” diyebilecek kadar sert bir iç muhasebesi de var.
Bu kitaptaki şiirler dipten dibe bir uğultu ile birbirlerine bağlı gibiler. Anlam ve ses şiirden şiire o uğultu ile birleşiyor ve O Korkunç Mahâret büyük bir şiire dönüşüyor. Kimi zaman çeşnigâr, canefza gibi kelimelere yer verse de Elif Nuray, günlük hayattan el ayak çekmemiş kelimeleri tercih ediyor. Ancak hangi kelimeyi kullanmayı tercih ederse etsin, şiirinin bir parçası kılmayı başarıyor. O kelime sözlükteki bir madde olmaktan çıkıp bir ‘Elif Nuray şiiri kelimesine’ dönüşüyor şairinin elinde. Çünkü Elif Nuray, bir atmosfer kurmayı başarıyor şiirde.
Elif Nuray ile röportaj yapma imkânım olsaydı dergilerde yayınlanan, kimi şiir akşamlarında ve toplantılarda Elif Nuray tarafından okunduğunu bildiğim bazı şiirlerini bu kitabına niçin almadığını sormak isterdim. Madem bu imkânım yok. Ben de kendi adıma “okur” kimliğimle bir cevap üretmeyi deneyeyim. Bence kitaplarına almadığı şiirleri; beğenilmediği, reddedildiği için değil kitaba hâkim genel sesin dışında yer aldığı, bu dosyada yer alması halinde dosyanın hakim sesinin dışında bir kakafoni oluşturacağı için O Korkunç Mahâret’te yer almadı. Peki, sonraki kitaplarda yer alacak mı bu şiirler? Bilemem. Bilmeme de gerek yok bence...
Kendi adıma kitapta en sevdiğim şiirin “Beklenen” olduğunu söyleyebilirim. Necip Fazıl Kısakürek’in adaş şiiriyle arasındaki farkı zamanın ruhunun yahut ruhsuzluğunun değişimini okumak için bir fırsat olarak görebiliriz. Bir bölümünü alıntılamakta fayda var.
“beklemek tütünden beterdir, bıraktım
penceremin nûru ağaçları kestiler
diye kar, diye boşluk, diye ağladım
bu ıstırabın kulağına ezanı sen oku
dilsizse de geçmişin dillerini ben bağladım
affın büyüklüğünü geçince
acze sapan bir yol var
dünya safında durdukça, bildim
düştüğün yerde çiçek yok
sustuğun kadar yangın var.”
Elif Nuray’ın şiirinin bir derdi, bir kavgası var besbelli. Şair “geçmişin dillerini ben bağladım” diyor. Çünkü şiiriyle kendi sözünü, derdini açmayı amaçlıyor. Peki nedir bu söz, dert, dil? Bir yönüyle kalbinin putlarını yıkma telaşındadır şair ve ne zaman başardığını zannetse başarısızlığı ile yüzleşmektedir. “Rabbim ya geleyim sana/ya içimin taşını kaldır” diye niyaz eden bu seste O Korkunç Mahâret’in bütün ağırlığı ile hissedildiğini söyleyebiliriz.
Gündelik hayatın bütün parçalanmışlığının dışında bir bütünlük, bir yekparelik arayışı olarak görebiliriz Elif Nuray’ın şiirini. Trajik bir şekilde başarısızlığa mahkûm bir özlem bu bütünlük arayışı. Arayışın başarısızlığı, yanlışlığından değil dünyanın eğretiliğinden, faniliğinden kaynaklanıyor bence. Doğumdan önceki, ecelden sonraki bütünlüğe duyulan hasret bu dünyanın eğretiliğine tam oturmuyor ve “aksayan” yerden şiir doğuyor. En azından benim Elif Nuray şiirinden anladığım bu...
Bu noktada Fatih Yavuz Çiçek’in tespitine katılmamak mümkün değil. Ne diyor Çiçek? “O Korkunç Mahâret, ilk şiirden son şiire kadar modernitenin her şeyi imha edebilecek tehditkâr yapısına karşı durmanın, uyumsuzluğa direnişin kelâmla vücut bulmuş hâli, şairin gönlünü göğe yöneltip, kâh susarak, kâh sorgulayarak, umarak, üzülerek, kimi zaman hayret ederek, sabırla sürdürdüğü bir ferahlama arayışıdır. Bir tür terapi. Ve her şeye rağmen göğe inancını yitirmeyen, ‘gözlerim kovulmuş bir ümidin hayreti/nasıl oluyor da bu gök hâlâ başıma devrilmiyor’ diyen şairin yüzünü tanrı katına çevirmiş benliğidir.”
Elif Nuray için O Korkunç Mahâret’in varolma sancısı olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar kitapla aynı isimdeki şiirin son iki mısrasında “o korkunç mahâretin/adı niçin sabır?” olsa da sabretmek varlık sancısını duymaktır diye anlıyorum o kritik soruyu. Ancak aksini de söylemek mümkün. Şiirden başka bir şey ile ifade edilemeyene talip bir şairin yazdıklarını şiirden başka bir türde ifade etmeye çalışmak böyle riskler içerir çünkü.
Belki de okurla şiir arasında çekilip susulması gereken noktaya ulaşmışımdır. Kim bilir?
Suavi Kemal Yazgıç
twitter.com/suavikemal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder