19 Ağustos 2017 Cumartesi

Asırların çözemediği ve yenemediği mevzu: İbn Teymiye'ye Göre İbn Arabî

İslâm düşüncesinde yaşadıkları çağdan ziyade ölümlerinden sonra etkileri gittikçe artan birçok isim var. Ancak söz konusu selefî akım ve tasavvuf olduğunda akıllara düşen isimler belli: İbn Teymiye ve İbn Arabî. Güncelin, politiğin ve taraf tutma esasına dayalı araştırmaların tamamen dışında karşılaştırmalı metin okuması yapmak isteniyorsa, Mustafa Kara hocanın doktora tezi olan İbn Teymiye'ye Göre İbn Arabî, oldukça iyi bir başlangıç kitabı. 1970'lerin sonunda yazılmış olan bu tez, Dergâh Yayınları tarafından Nisan 2017'de kitap hâlinde neşredildi. Kara, "İlk akademik çalışmam olan bu eserin adı kırk yıl önce kondu. İlk eserim Tekkeler ve Zaviyeler ise kırk yıl önce basıldı. Allah'a hamd olsun!" diyor. Bize de hocanın bu mütevazı fakat istifadesi bol emekleri karşısında şaşkınlıkla karışık koca bir memnuniyet kalıyor. Allah ömrünü ve emeklerini bereketlendirsin.

Kitabın menkıbesinin kısaca bir anlatımından sonra konuyla ilgili çeşitli kitapların ve makalelerin olduğu beş sayfalık bir bölüm var. Okuma alanını genişletmek isteyenler için oldukça faydalı. Öte yandan kitabın sonunda da kitabiyat başlığıyla, sanırım hocanın istifade ettiği eserler bir araya getirilmiş. Bu eserlerin içinde Türkçeye kazandırılmamış olanları da var, bulması pek zor olanları da. Ancak bu bir sevdadır, arayan muhakkak bulur.

Tasavvufa yönelik tenkitler her asırda vuku bulmuş. Özellikle tarikatların belirginleşmesinden (kurumsallaşmadan) kısa bir zaman sonra bu tenkitlerin zaman zaman şiddetlendiğini okuyabiliyoruz. Kitabın ilk bölümü bu tenkitleri sebep bağlamında okuyucuya aktarıyor. İlk zâhidlerden ve sûfilerden sonra Ebu Nasr Serrac (988), Kelâbâzî (990), Kuşeyrî (1072), Hücvirî (1077), Gazâlî (1111) gibi müellif sûfilerce tevcih edilen tenkitleri ve hemen sonrasında sûfi olmayan İbn Hazm (1063), Nesefî (1142), İbnü'l-Cevzî gibi isimlerin görüşlerini okumak, İbn Teymiye - İbn Arabî yorumlarını daha objektif bir pencereden tahlil etmeyi sağlayabiliyor. "Öyle zamana yetiştim ki o zamanın sûfîleri şeytanla alay ederlerdi. Şimdi ise şeytan sûfîlerle alay ediyor" yorumunu yapan İbn Hafif'ten çok kısa bir süre sonra Kelâbâzî'nin "Mana gitti, isim kaldı. Hakikat kayboldu, şekil ortaya çıktı. Hakikatı aramak bir süs, onu tasdik bir zinet hâlini aldı. Tasavvuftan anlamayanlar sûfîlik iddia etti, sûfî olamayanlar onunla süslenmeye özendi." tenkidi oldukça dikkat çekici bir yer teşkil ediyor.

İkinci bölümde İbn Teymiye'nin yorumlarında İbn Arabî'nin nerede durduğunu okuyoruz. Kuşku yok ki İbn Teymiye'nin yorumları oldukça ağır ve sıklıkla tekfir edici. Mustafa Kara hoca metinlerin arasında önemli uyarılarda bulunmak zorunda kalabiliyor. Bilhassa konuya 'yeni' okuyucular için baştan 'etiketleme'ye imkân vermemek adına hocanın yorumları oldukça önemli. İbn Teymiye'nin İbn Arabî'ye bakışında siyasî ve fikrî durumların gözardı edilmemesi gerektiğini söyleyen Kara, tartışmanın sebepleri arasında şunları sıralıyor: Ailevî - meslekî, siyasî, fikrî, psikolojik.

İbn Teymiye'nin İbn Arabî'yi tenkit ettiği meselelerin başlıcaları; vahdet-i vücud, hatm-i velâyet, ricâlu'l-gayb, Firavun'un imânı, putlara ibadet, Hurûfîlik ve gaybdan haber verme olarak sıralanmış kitapta. Mustafa Kara hoca daha sonra bu meselelerin kısaca tahlilini ve değerlendirilmesini de yapıyor. Bu meseleler arasında asırlardır en çok ilgi gören elbette vahdet-i vücud meselesi. İbn Arabî'nin konuyla ilgili düşünceleri Fütûhât-ı Mekkiye ve özellikle Füsûsu'l-Hikem adlı eserlerinde yer aldığını belirtiyor Kara. Ve bunları şöyle özetliyor: "Bizler O'nun zâhiri suretleriyiz. O'nun tecellisiyiz. Alem ve kevn aslında hayal olduğu için biz O'yuz. Bir açıdan halk halktır ibret alınız. Hâlık ile mahluk tek şeydir. Arif her şeyde Hakk'ı gören kimsedir. Vakit olur kul Rab olur şüphesiz, vakit olur kul, kul olur şeksiz." [sf. 95-96]

İbn Teymiye'nin vahdet-i vücud konusundaki düşüncelerinden sonra Kara yine onun ifadeleriyle şöyle bir özet yapmış: "Bunların Müslümanlara yaptığı zararlar, zehir olduğunu bilmeden zehrin, içene verdiği zarardan daha büyüktür... Bunlar Allah'ın veli ve nebilerinin kablarında insanlara küfür ve sapıklı şarabını içiriyorlar. İnsanlara sözde mücâhede elbisesini giydiriyorlar, gerçekte ise Allah ve Resûlüne harb açıyorlar. Gerçek velilerin kelime kalıpları içinde münafıkların ve kafirlerin laflarını sunuyorlar. Mümin ve veli olabilmek için onların yanın gelenler, onlarla beraber olanlar sonuna münafık ve Allah düşmanı kesilmektedirler." [sf. 101]

İbn Teymiye'nin İbn Arabî hakkındaki görüşleri zaman zaman değil, neredeyse her zaman böylesine ağır. Tekfirden hiç kaçınmadan ve "küfür ehli" ithamları da okuyucuyu elbette şaşkına çeviriyor. Mustafa Kara, meselelerin tahlil ve değerlendirilmesine başlarken "Değerlendirmede taraflardan birini tutma gibi bir endişemiz olmayacaktır. Hüsnüzan ve tenkid anlayışımızı her iki taraf için de -bilgimiz çerçevesinde- eşit oranda kullanmanın en tabiî yol olduğunu düşünmekteyiz." uyarısını yapıyor ve tüm konuları çeşitli kaynaklara da başvurarak yorumluyor. Sonrasında tasavvufa tevcih edilen tenkidler bölümü geliyor. Evvela Kübreviye tarikatının Rükniye kolunun kurucusu Simnânî (1336) ve Nakşibendî tarikatının büyüklerinden İmâm Rabbânî gibi sufilerin, akabinde İbn Kayyim (1350), Şâtıbî (1388), Taftazânî (1389), büyük âlim İbn Haldûn (1405), Ali Kârî (1605), vehhâbîliğin kurucusu Muhammed b. Abdulvahhâb (1792), İmam Rabbânî mektebinin en güçlü temsilcilerinden Dehlevî (1762) ve Yemenli âlim Şevkânî (1834) gibi sufi olmayanların tenkidlerini kısaca öğrenmek mümkün. Son olarak muasır âlimlerin düşünceleri yer alıyor. Burada hocanın "Şu da bir realitedir ki son asır İslâm dünyasına tesir eden şahısların çoğunun düşünce dünyası İbn Ârabî'den çok İbn Teymiye'ye yakındır" yorumunun önemsenmesi ve üzerine düşünülmesi gerekir. Sırasıyla düşünceleri derlenen isimler şöyle: Muhammed Abduh (1905) - Reşid Rıza (1935), Mustafa Sabri (1954), Abbas Mahmud Akkad (1964), XX. yüzyılın en büyük müfessirlerinden Elmalı'lı Muhammed Hamdi Yazır (1942), Sa'îd Nursî (1960), Mevdûdî (1979).

Hamdi Yazır'a göre "felsefe-i ilâhiye ve vahdet-i vücûd namı altında gizlenen bir felsefe" yoluyla din ve ahlâk namına hem ilmî hem de hikemî büyük zararlar neşet etmiştir. Her nerede bir şirk varsa bu felsefeyle az-çok bir ilgisi vardır. Nursî ise Mustafa Kara hocaya göre görüşlerince İbn Teymiye'ye benziyor fakat İbn Arabî'ye olan derin saygısı (ulûm-ı İslâmiyenin bir mucizesi demiştir) onu ayırıyor. Nursî'ye göre "bu zamanda Muhyiddin İbn Arabî kitaplarını, hususen vahdetu'l-vücûda dair meseleleri okumak zararlı" bir konumdadır. Mevdûdî'ye göre "İbn Teymiye büyük bir mücadele vererek İslâm'a sızmış bidat ve tortuları süzdü".

"İbn Teymiye'ye Göre İbn Arabî" kitabının netice bölümü sadece beş sayfa. Burada okuyucu uzun uzun Mustafa Kara hocanın meseleyi nihayete erdirmesini bekleyebilir fakat bu bekleyiş hatalı bir bekleyiştir. Hoca eskiye kayıtsız-şartsız bağlılığın yeri geldiğinde kan akıtmaktan kaçınmadığını, yeni düşünce üreten her farklı tonun mutlaka sesinin kısıldığını, tasavvufî düşüncelerinden dolayı Hallâc'ın, Sühreverdî'nin, Şeyh Bedreddin'in idam edildiğini, Gazalî'nin İhyâ'sının henüz sağlığındayken Endülüs'te, İbn Arabî'nin Fusûs'unun Kafkasya'da protestoyla yakıldığını hatırlatıyor. Tezini ise şöyle bağlıyor: "İbn Arabî ile İbn Teymiye İslâm düşüncesinin iki mühim simasıdır. Asırları peşinden sürükleyen bir güçleri vardır. Bu kadar büyük hareketlerin yönlendiricisi olmak sıradan bir iş değildir. Dolayısıyla bazı konularda insan olmaları sebebiyle hata yapmışlardır. Bazı görüş ve tesbitlerinde hata ile iç içedirler. Fakat hiçbiri de kafir değildir. Hiçbiri hatasız değildir. Dolayısıyla "taassub çukuru" her iki kanat için de söz konusu olabilir... Herkese hakkını vermek gerekir." [sf. 166-167]

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder