Çıkacağı yolculuktan umudu olmayan, gidilecek yolun uğursuzluk getireceğini hisseden ama buna rağmen yola çıkanların hikâyesi Amat. İhsan Oktay Anar bu sefer fantastik bir deniz yolculuğu ile bizleri büyük hayal dünyasında gezdiriyor. Tarihin gizemli sularında yol alan bir gemi, ölümsüzlük hayali kuran ama ölüme yelken açan insanların hikayesini anlatıyor bizlere.
İhsan Oktay Anar’ın kusursuz Türkçe'sini bu kitapta biraz ağırlaştırılmış şekilde görebilirsiniz. Hikaye boyunca çok sayıda denizcilik teriminin kullanılması bazı yerlerde olayları anlamanızı zorlaştırıyor, ama teknik kelimeleri çok irdelemeden hikayeyi okumaya çalışırsanız hikayenin sürükleyiciliğiyle bir solukta hikayeyi tamamlayabiliyorsunuz.
247 adet meşe ağacından yapılmış Amat isimli bir kalyon İstanbul’dan demir alarak uzun bir yolculuğa çıkıyor. Rota tam olarak bilinmiyor, amacın ne olduğu da belli değil. Bindikleri alametle bilinmez bir kıyamete gidiyorlar belki de. Ama yolculuk daha başlamadan karanlık bir şeyleri hissediyorsunuz, bir umutsuzluk ya da bir uğursuzluk.
Geminin kaptanı Diyavol Paşa, reisi Ali Reis ve gemiye son anda katılan reis Kırbaç Süleyman hikayenin ana karakterleri. Anar diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da ölümsüzlük düşüncelerine yer vermiş, zira Kırbaç Süleyman’ın ölümsüzlük konusundaki merakı ve araştırmaları nedeniyle Diyavol Paşa tarafından yasak elma olarak önüne konulan gizemli bir kitaba ulaşmaya çalışacaktır. Diyavol Paşa’nın gizemli bir şekilde gemiden kaybolması gemide bulunan iki reis arasında zıtlaşmalara ve çekişmelere yol açacaktır.
Yolculuk boyunca karşılaşılan tehlikeler, dünya için küçük ama mürettebat için büyük savaşlar, kazanılan ganimetler, kaybedilen canlar… Aslında geminin laneti daha İstanbul sularından çıkmadan hissettiriyor kendini. Denizciler için uğursuzluk sayılan Salı günü yolculuğun başlaması, siyah bir sancak altında olmaları, onlara yolculukta eşlik eden bir baykuş… Belki de geminin 247 meşe ağacından yapılması bu saydıklarımdan daha büyük bir uğursuzluk kaynağıydı. Meşe ağaçlarının sırrını vermek olmaz, o sır kitabın sonunda sizi beklesin. İlginç ve şaşırtıcı bir finalin sizi beklediğini söyleyebilirim.
Kitabın en ilginç ve iz bırakan karakteri sanırım Emilio Santos. Ölüm bir sanatsa Emilio Santos bir ölüm üstadı. 4000′den fazla insanı öldürmüş, ama o ilk öldürdüğü insanda kalmış. O ölümü ölene kadar sırtında taşımanın ızdırabını yaşıyor. Emilio Santos için ayrı bir hikaye, ayrı bir kitap bile yazılabilir aslında. Kitabın en can alıcı ifadelerinden biri onun ağzından çıkıyor, “Emilio Santos ölmemeliydi” diyor. Kitabı okumamış birisi için sıradan bir söz gibi gelebilir ama okuduğunuzda bana hak vereceksiniz, hatta hak vermekle kalmayıp bu sözü hafızanıza iyi bir şekilde kazıyacaksınız.
İçerisindeki denizcilik terimlerine hazırlıklı iseniz bu sürükleyici ve gizemli hikayeyi okumanızı tavsiye ediyorum. Kitaptan altınız çizdiğim bazı cümleler şöyle:
“İyilerin ödülü ahiret hayatının güzelliklerini yaşamaya uygun olmalıdır. Günâhkarların cezası ise onların ölüp ortadan kalkmalarıdır. Çünkü onlar ahiret hayatının güzelliklerine lâyık değillerdir.”
“İlk kez öldürdüğünde bir değil, sanki bin kişiyi öldürmüş gibi olursun. Yeni doğmuş ve annesi tarafından emzirilen o bebeği öldürmüşsündür. Babasının başını okşadığı o çocuğu da, bir genç kıza aşkını ilan eden o delikanlıyı da, zavallı bir kadının kocasını da, savaşa giderken ailesi tarafından uğurlanan o masumu da… Bütün bu kişileri öldürmüş olursun. İkinci kez birini öldürdüğünde alt tarafı bir tek kişiyi öldürmüşsündür. Üçüncü kez ise, kimseyi öldürmüş sayılmazsın.”
Uğur Umutluoğlu
twitter.com/umutluoglu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder