17 Mart 2014 Pazartesi

Zamana dair sorusu çok olanlara

Felsefe eğitimli bir yazarın kaleminden burjuvazinin beynine, kalbine ve ruhuna ilişkin hikâyeler şeklinde tanımlanabilir "Zamanın Farkında". Şule Gürbüz’ün geniş çerçeveden ele aldığı hikâyeleri üstünkörü bırakmadığı hiçbir mesele sayesinde okur kendi zamanının içinde ustaca yüzebildiğini ya da çoktandır boğulmakta olduğunu fark ediyor. Bir başka deyişle Şule Gürbüz zaman tanımlarını parçalara bölüp yeniden tanımlıyor.

Kâh aile baskısından sıkılıp kendisine dayatılan tüm kitapları yakan bir ergeni, kâh memnuniyetsiz bir ihtiyarı, kâh ömrü boyunca aradığını bulamamış bir müzik hocasını okuyoruz. Gürbüzün karakterleri içinde bulundukları zamana aykırı ve dik duran çıkıntıları düzlüklerine galip gelen karakterler. Sorunlarını dile getirirken kuşandıkları derin felsefi kimlik onları okunması zor ama keyifli bir hale getiriyor.

Yazar hikâyelerin ve olayların içinden görünmez bir şekilde ustaca sesini duyuruyor. Şule Gürbüz pek çok meslektaşına kıyasla tarafını daha ilk paragraftan belli eden cesur bir yazar. Değişen ve dönüşen "Birbirine benzeyen" zamanları sevmeyen, karakterleri gibi karşıt tutumlu bir eski zaman bekçisi… Gürbüz anlatımı boyunca hiçbir tezini ispatsız bırakmıyor. Derin düşünürken yüzeysel esen rüzgârları itelemiyor, aksine kendi lodoslarıyla beraber harmanlayıp kendi bildiğince estiriyor. Okura sorgulama kapısını sonuna kadar açık bırakırken o kapıdan geçip geçmeme hususundaki vicdani muhasebenin pimini yavaş yavaş çekiyor.

Zamanın farkında bir hayretler kitabı bir modern zamanlar eleştirisi aynı zamanda.

"Çok şaşarım şiir sevenlere, okuyup geçenlere, kitabı kapatıp yemek yiyenlere, o bakışla yaşayıp da ölmeyenlere. Şiir sevilmez ki, öyle duyulur, öyle bakılır, hastalanılır, zehirlenilir, ölünür. Şiir sonunda öldürür."

Bilincini zamana teslim eden ve zamanın bilincini tırmalayan pratik felsefe parçalarından örülü olan Gürbüz’ün kitabı boyunca işaret levhaları da var. Okuyucusunun yavaşlamasını istediği yerlerde ayrı, hızlanmasını istediği yerlerde apayrı bir şiirsellik hakim. Bir de durup manzarasının seyredilmesi istenilen yerler var. Oralarda ise soluklanma esnasında yudumlanacak serin kaynaklar mevcut.

Kitabın isyankâr karakterlerinin belki de en büyük isyanları zamana. Zaman dışılıklarına, zamanın acımasızca dışladığı insanlıklarına ve bunun farkında bile olmadan sıfat üstüne sıfatı kendi kendilerine ekleyenlere…

"Yetmiş adım mı, yetmiş sene mi yakın bilemiyorum; yetmiş adımı ben yetmiş senede alabildim mi hiç sanmıyorum."

Kitabın lafını en esirgemeyen öyküsü "Müzik Hocası" isimli öykü. Kendi bildiği yolda kendi bildiği şekilde müdahalesiz yürümek isteyen bir adamın gençlikten yaşlılığa doğru akan zamanı tüm çabasına rağmen değiştirmeyişi, bir şeylere hep eksik, hep yetersiz kaldığını düşünmesi güçlü bir satirizmle işlenmiş. Modern insanın kendine çektiği setler ilk gençlikteki asilik ve kulak ardı edilen ne varsa zamanı geldiğinde kulak zarını patlatması açık seçik sunulmuş. İnsanın kendine yetemeyişi ve neticede sürüklendiği bunalımı ise hikâyedeki şu satırlar oldukça güzel özetlemiş gibi…

"Büyük şairleri hiç tanımasaydım, fazla müzik dinlemeseydim, bir sürü arkadaşım olsaydı ve onlardan sıkılmasaydım, utanmayı zaten pek bilmeseydim, şöyle hani içim sızlamadan bir sabah hayatta olmayı sezerek Harbiye’den Tünel’e kadar yürüseydim."

Zamanın farkında düşünülerek okunması gereken etkili bir kitap. Zamana insana yaşama dair soruları olanlara...

Gürcan Öztürk
twitter.com/gurcanozturk_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder