Şeref Bilsel, ilk okuyuşta kolayca söylenivermiş intibaı uyandıran, kolayca da anlaşılabilirmiş zannı veren bir şiir yazıyor. Acaba öyle mi? Ben aksi fikirdeyim. Günlük hayattan kayda geçirilmiş izlemimi doğuran bu yalın şiir, o kadar da kolayca kendini ele vermiyor. Yalınlıkla basitlik hatta yavanlık çoğu zaman karıştırılır. Yalınlığı zor anlaşılır kılan da tam bu kafa karışıklığıdır esasen. Şeref Bilsel, yeni kitabı Dünyanın Külü’nde, yıllar boyu biriken tecrübelerin bir nehrin çarpa çarpa düzleştirdiği taşlardan duyabileceğimiz yalın bir yankısını duyuyoruz.
İki bölümden oluşuyor Dünyanın Külü. Dağdağa ve Uykuda. İlkinde sesiyle bile keşmekeşi çağırsa da ikinci bölümde de huzur ve sükûn telkin etse de görünüşe ve ilk çağrışıma aldanmamak gerek. Yanıp biten bir dünyadan kalan bir avuç kül. Keşke her şey bu kadar kolay özetlenebilseydi. Gerçi özete gelebilen bir metin de şiir ismini ne kadar hak edebilir ki?
Şeref Bilsel “söyledikleri” kadar “ima ettikleriyle” de özel bir şair. İnsanın kendi kuytusuna iltica etmeden okuyamayacağı bir şiiri var onun. Bundan onun şiirini, bir fildişi kule fantezisi olarak gördüğüm sonucu çıkmaz umarım. Zira hayatla bağları kopuk, asosyal bir şiir değil onun yazdığı. Mutassvıfların “kalabalıklar içindeki yalnızlık” olarak günümüz Türkçesine aktarabileceğimiz “halvet der encümen” haline yakın bir hal ile okudum Dünyanın Külü’nü.
Bundan Şeref Bilsel’i “mutasavvıf şair” olarak gördüğüm sonucu çıkmaz umarım. Benim meramım onun şiirinde şekli göstergelerin ötesindeki tınıyı ve manayı yakalamak için kullanabileceğim ifadenin tam olarak bu olması. Bilsel’in “hikmet” burcuna yaklaşan şiirini ifade edebilmek için doğrusu daha uygun başka bir ifade bulamıyorum. Dünyanın geçiciliğini, asli olana duyulan hasreti ve şiirde “yalınlaşa yalınlaşa” yaklaşılan hikmeti başka türlü ifade edemediğim için umarım beni affedersiniz. İlk bölüm olan Dağdağa’yı başka kelimelerle ifade edebilme becerim olsaydı emin olun o kelimeleri kullanmakta beis görmezdim.
İlk bölüme haksızlık etme pahasına sayfaları çeviriyorum ve Uykuda’ya ulaşıyorum. İkinci Bölüm “oğul” merkezli şiirleriyle kitabı daha bir özel kılıyor bence. Oğul esasen bıçak sırtı anlamlar içeren bir kelime. Hem bağlılığı hem kopuşu, hem sadakati hem de ihaneti potasında birleştiriyor oğul kelimesi Ebeveyn ile oğul arasındaki derin bağ bir kovanın “oğul” vermesinde olduğu gibi ter etmeyi, bağımsız kalmayı, ayrılmayı da içeren anlamlar taşıyor zira.
Dünya simurg gibi doğabilir mi bilinmez ama kıyamete kadar yanmaya ve kül olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Şiir bunu söylemeyecekse neyi söyler ki?
Suavi Kemal Yazgıç
twitter.com/suavikemal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder