"Burada dünya ağrısını dindirecek bir yer var mı? Dünyada dünya ağrısını dindirecek bir yer var mı? Yok. Dünyanın kendisi ağrı."
Ayfer Tunç, Suzan Defter ile kalbimi fethetmiş, kütüphanemde kendine yer etmiş bir yazar. Yeni kitabı, Dünya Ağrısı, hem yazarlığının 25. Yılını kutlaması, hem de Can Yayınları’ndaki değişimin ilk kitabı olması sebebiyle oldukça ilgimi çekmişti. Ve elbette, ismiyle…
Gitmek isterken, İstanbul’da felsefe okumaya niyetliyken, taşrada bir otelde kalakalan bir adamın, Mürşit’in hikayesini anlatıyor, Ayfer Tunç, Dünya Ağrısı’nda. Madenci’nin ve Şükran’ın ve Özgür’ün ve Türkiye’nin ve bizim hikayemizi.
“Böyle bir şehirde sır saklamanın imkânsız olduğunun farkında değil. Öğrenecek elbet; bir gün şehir dediği şeyin birbirini gözleyen sayısız gözden ibaret olduğunu o da anlayacak. Ama buna çoktan alışmış olacak ya da daha fenası başkalarını gözleyen sayısız gözden biri haline gelecek.”
Hüzünlü ve gri bir tadı var Dünya Ağrısı’nın. İnsanın içinde var olanlar ve etrafında olup bitenlerin örtüşmediği o “an”ların fotoğrafını çekiyor Ayfer Tunç. Hani, hayatı bir perdenin ardındaymışcasına uzaktan ve yabancı hissederiz ya bazen, işte o “bazen”lerle yaşamaya mahkum insanlardan bahsediyor.
Mürşit ve Madenci dünya ağrısından birbirlerine sığınmaya çalışıyorlar sessizce.
“Ama insan, hayatın bir yerinde iyi kötü bir bütün olmak istiyordu, kırık dökük de olsa bir bütün ya da ona yakın bir şey. İnsan bu yüzden hatırlıyordu her şeyi, zamanı gelince istemese de parçaları bir araya getiriyordu. Ama zaman içinde pek çoklarının ruhu taşlaşmış oluyordu, çoğunluk bir şey hissetmiyordu, çoğunluk aynada kendine baktığında gördüğü sahte bütünden hoşnut kalıyordu.”
Dünya Ağrısı, altı çizilecek satırlarla dolu; Ayfer Tunç’un güçlü kaleminin izlerini taşıyor. Ancak, hikayelerin geri planında Türkiye meselelerine, gündelik sorunlara değinirken, her şeyden biraz bahsetme çabasıyla olsa gerek biraz aksak kalıyor. Romanın sosyal mesajları zaman zaman zorlama kalıyor ve hikayeyi baltalıyor. Yine de dilin lezzzeti, kurgunun önünde duruyor çoğu zaman.
“Gerçeğin kuyusu bir cehennem. Ömrümüz gerçeğin kuyusuna inmemek için mücadele etmekle geçiyor. Sen bu yüzden kendini başkalarının kuyusuna atıyorsun, ben bu yüzden başımı alıp gidiyorum. Kendi kuyumuza inip kendimizi tanımak istemiyoruz. Biliyoruz çünkü ne kadar aciz, zavallı, korkak, tiksindirici olduğumuzu. Ama bilmek istemiyoruz.”
Dünya Ağrısı, kendi ağrısını dindirmek için bir ortak arayanlara, sessizce şifa bulmayı dileyenlere iyi gelebilecek bir kitap…
"İnsan öyle filmlerdeki gibi dersini alıp değişmiyor, kafaya darbe yiyip aklı başına gelmiyor. İnsan hamurundaki mayayı değiştiremiyor, hamur bir parça sakinleşiyor sadece, o kadar, belki de yaşlandığın içindir.”
Merve Uzun
twitter.com/merveuzun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder