Hasan Ali Toptaş’ın Heba kitabını bitirince içimi sızlatan bir ses kaldı kulaklarımda: “mevziden mevziye sıçrayarak, karanlığın içinde yankılana yankılana sınır boyunca yürüyüp” giden bir hooop sesi.
Bir kadına yeterince uğraşırsanız askerliğin nasıl bir şey olduğunu anlatabilirsiniz, özellikle de sınırda bir askerlik yaşamışsanız. Ama bir kadına nöbet tutmanın nasıl bir şey olduğunu hissettirmek, komutan tokat atınca acısını yüzünde yaşatmak Hasan Ali Toptaş’ın ustalığı sanıyorum. Yabancılık çektiğim bir kelime dahi olmadı “sınır” başlıklı askerlik yıllarını okurken. Ne koğuşa, karakollara yabancılık çekersiniz Toptaş'ın kelimelerini okurken, ne de yaşlı, garip ev sahibesine. Ne bir güvercinin bıraktığı izler şaşırtır sizi, ne Ebecik’in itinalı yemek tarifleri. Bu kitapta her şey olabilirmiş gibi, sanki hepsi gerçek olamayacak kadar etkileyici, ama hayal olamayacak kadar da can yakıcı gibi.
Hasan Ali Toptaş okuyanlar bilir, yazar tırnak işareti kullanmaz (en azından benim okuduğum kitapların hiçbirinde kullanmıyordu). Evet, kendisi bunun özel bir nedeni olmadığını, tırnak işaretinin nokta, virgül kadar önemli bir işaret olmadığını, o yüzden kullanma gereksinimi duymadığını söylüyor. Ama eğer 21. Yüzyıl, Tanrı-yazarın değil Tanrı-okurun yüzyılıysa ben bu konuda noktalama işareti önemsizliğinden daha fazlasını görüyorum. Diyaloglara tırnak işareti eklemek, kişinin cümlesini sınır içine alıyor, somutlaştırıyor, gerçekleştiriyor gibi gelmiştir bana hep. Bu yüzden Toptaş’ın bu noktalama işaretinden uzak durması, okuyucuyu noktalama sınırlarına bile dahil etmemek, yaşadığı her şeyin bir rüya olabileceği ihtimalini açık bırakmak, zihinde dolaşmanın nasıl bir şey olduğunu anlatmak amaçlı olması fikri daha cazip geliyor bana (haddimi aşmayacağımı bilsem daha doğru geliyor bile derdim sanırım).
Hayır, bu kitaptakilerin hepsi bir yalan demiyorum tabii ki. Aksine bugüne kadar yaşadıklarınızdan daha gerçek geleceğine eminim. Ziya’nın şehirden kaçıp arkadaşının köyüne yerleşme fikrinin, onunla geçirdiği askerlik yıllarının, sınırda nöbet tutarken yaşanılanların, komutanların herşeyibenbilirimciliğinin, sonrasında köyde başına gelenlerin dün içtiğiniz kahveden daha gerçek olduğuna eminim.
Hani bazen arkadaşlarınıza bir kitap hediye edersiniz ve bitir de konuşalım dersiniz ya işte öyle... Siz sonunu okumadan, Nefise ile, Kenan’la, Cabbar’la, Numan’la tanışmadan benim bir şeyler anlatmam, her şeyi somutlaştırmak olacak. Ziya’nın bundan hoşlanacağını hiç sanmıyorum. O yüzden hadi bitirin de üzerine konuşalım.
“Hâsılıkelam, çerden çöpten de olsa insan illaki bir baba yaratıyor Ziya Bey, başka türlü var edemiyor kendini; koku kırıntılarını tutup, ölgün gölgeleri ve titreşimleri tutup işte böyle babaya dönüştürüyor benim gibi.”
Ümran Kio
twitter.com/umrankio
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder