8 Mayıs 2013 Çarşamba

Aydınlığı mağaralarda arayanlara

"Allah'ın, iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı,
sahici münevver..."

- Necip Fazıl, Cemil Meriç hakkında

Bu Ülke
, Umrandan Uygarlığa ve Mağaradakiler. Birbirini tamamlama gayesiyle yazılmış bu üç şaheseri   bitirdikten sonra, Cemil Meriç okumanın haklı mağrurluğunu elde edersiniz. Bir mağrurluk mudur? Elbette. Amacı; beynimizin o bir türlü çalış(a)mayan "fikir" mağarasını harekete geçirmek olan "münzevi fikir işçisi" Cemil Meriç, Mağaradakiler'de önce mühim şahsiyetleri, sonra kavramları, biterken de görmeye alışkın olduğumuz fotoğrafların asıllarını sunuyor önümüze. Adını bildiğimiz meşhurların zikrini de bilmek, bir fotokopi misali oradan alıp buraya koyduğumuz kavramların hakiki dertlerini öğrenmek, kafamıza ezbere taktiklerle kakılan düşüncelerin niyetini keşfetmek için müthiş bir keşif bu kitap. Tanzimat'tan bu yana yaşadığımız miskinliği bir kenara atmak için "yeraltı mağarasına bir parça aydınlık getirmek", kitabın mütevazı amacı.

"Tiyatroda biri öksürünce herkes öksürür, boğazında bir kaşıntı duyar herkes. Taklit insiyâkı, insiyâkların en güçlülerinden biri. Karşı koydunuz mu sinirleriniz gerilir, bir suçluluk duygusu içine düşersiniz. Herkes tarafından kabul edilen bir haksızlığa isyan etmek kolay mı?"

Aslında Mağaradakiler'in açılış sayfasındaki Horatius hicvi, kitabın derdini çok açık bir şekilde önümüze koyuyor: Quid rides? De te fabula narratur. Meali: Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikâyen. Türlü türlü oyunlara sahne olan memleket topraklarında, karşımıza sürekli bir mesele geliyor. Biz bu meselelerle uğraşıyoruz, bu meseleler üzerine konuşuyoruz. Ezbere ya da değil. Peki meseleyi ne kadar biliyoruz? Köküne inebiliyor muyuz? Sevdiğimiz bir şeyi neden sevdiğimizi, nefret ettiğimiz bir şeyden ise neden nefret ettiğimizi ne kadar sorgulayabiliyoruz? Tüm bunlar için adım atmaya kalktığımızda, bir "boş ver!" çınlamıyor mu kulaklarımızda? Alışmak, hastalıktır. Alışılmışın dışına çıkmak için tedavi şarttır. İlaç: mücadele.

"İktidar aydından hoşlanmaz. Napolyon, çağının en büyük düşünce adamlarını ideolog diye küçümser. İdeolog, dalgacı, hayalperest, dünyadan habersiz kimsedir, Napolyon'un dilinde. Faşizm'ler, topyekûn aydın düşmanı. Galiba Goering, "kültürden söz edildiğini duyunca elim tabancama gider" demiş. Lenin'e göre aydın, "kendini dünyanın tuzu biberi sanır, ama pisliğidir sadece". Oyunun kuralı bu, baştakiler düşmandır aynalara; hele çirkinliklerini büyütüyorsa.. Ne var ki aydın, aydının da vur abalıyası. Bahane her devirde aynı: Göreve ihanet etmek."

Kurşun gibi. Hayatında eline hiç silahını almamış bir insanın silahla karşılaşması kadar ürkütücü bir okuma. Her konuda bir bildiğiniz yıkılıyor, kitabın her bölümü bittiğinde bilgisiz kalıyorsunuz. Düşünün ki, öyle bir bilgilenme. Nihilizm, popülizm, anarşizm, ihtilâl, inkılâp, sol, sağ, devrim, aydın, Osmanlı aydını, entelektüel, intelijansiya, Paris, İstanbul, Suavi, liberalizm, terakki, hürriyet, Asya, yeni Osmanlılar, dünya görüşleri, 60'lar, şiir, müceddit, hiciv. Bu terimleri yahut meşhurları yeniden öğreneceksiniz. Ya da farklı bir noktadan bakmaya başlayacaksınız. Bu da birçok bilginizi unutmaya sebep olacak. Dolayısıyla mağlupken, galip olacaksınız.

"Tabular, tabular.. Her adımda, şuura dur emrini veren bir jandarma neferi. Her kapının arkasında, elinde bıçak, bekleyen bir harem ağası. Düşünme! Düşüneni iftiranın ve sefaletin lâğımında boğduktan sonra, ellerimizi yıkayıp, "efendim bizde filozof yetişmiyor" diye ah-u vahlar."

Ne kadar tanıdık öyle değil mi? Aslında daha önce ziyaret ettiğimiz ya da kıyısından döndüğümüz düşünceler. Fakat bir türlü gerçek bir ziyaret cesareti bulamıyoruz. Yine bu minvalde bir örnek:

"Sağ, kavuğuna çekilmiş; münzevî, mazlum, muzdarip. Sol, eline tutuşturulan reçeteyi kekeliyor, mânâsını anlamadığı reçeteyi. Tek ortak duygu: düşmanlık. Diyalog yok. Tanzimattan beri hazır elbiseye meraklıyız, hazır elbiseye ve hazır medeniyete. Tefekkür kılıçla fethedilmez."

Cemil Meriç'le erken tanışmak, bir takım yanlışların kıyısından dönmek gibidir. Geç tanışıldığında ise imdadımıza bir atasözü yetişebilir: Zararın neresinden dönülse kârdır. Fazla geç kalmadan, o yanlışlar mağarasına inip, doğruları keşfetmeli.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder