22 Mart 2012 Perşembe

Acıklı ve yoğun hisler yaşamak isteyenlere

Geçenlerde, yoğun gündelik hayatımın nefes alma molalarımın birinde internette gezerken, bir kitap paylaşım sitesinde "Ölmeden Önce Okunacak 100 Kitap" konulu bir tartışmaya rastladım. Merakıma hakim olamayıp açtığım bu listenin 3. sırasında gördüğüm bir kitap beni hem çok şaşırttı, hem sevindirdi, hem içim cız etti..

Kürk Mantolu Madonna.. Sabahattin Ali’nin daha çok Kuyucaklı Yusuf ile bilinmesine karşın, benim okuduğum ilk kitabı..

Karşılaştığım kurgu biçimi ve bildiğimiz hikayecilik yapısından farklı oluşu, diğer eserlerini de severek okumaya devam etmemi sağladı yazarın. Çünkü farklıydı bu adam, "toplumcu yazar" havasından çok yapıtlarında 19. yy Rus anlatı edebiyatının, ve Dostoyevski- Gogol gibi üstatların çağrışımlarını taşımaktaydı. Ama nedense böyle çok iyi yazarlar ardında çok uzun bir liste bırakmadan gidiyorlar dünyadan, Oğuz Atay gibi..

Sabahattin Ali’yi görünce içim cız etti dedim, çünkü Kürk Mantolu Madonna’yı elime her aldığımda "Keşke okunacak daha çok kitabı olsaydı.." diyorum. "Keşke yazar, düşünce suçundan hüküm giyip ölüme mahkum edilmeden önce benim için birkaç satır daha yazabilseydi.."

Kitap iki bölümden oluşuyor. Anlatıcının Raif Efendi’yi izleyip bize tanıttığı ilk bölüm ve eline geçen not defteri ile birlikte asıl kahramanın olayları kendi kaleminden anlattığı ikinci bölüm.

İlk yarıda beklediğim sarsıcı aşk hikayesini aradı durdu gözlerim. Hatta aradığımı bulamayınca kızdım bile.. Ama Sabahattin Ali’nin hayata ve insanlara, onarlın ruh hallerine dair anlatımının ve tahlillerinin gerçek hayattakilerle ne kadar iç içe olduğunu görünce keyfim yerine gelmedi değil..

Sendelemeden yazan bir yazar Sabahattin Ali. Zaten bence kitabı bu kadar kaliteli kılan yazarın kaleminin böyle güçlü oluşu ve düşüncelerini bu denli isabetli betimleyişi..

Örneğin kitapta geçen Raif Efendi’nin Almanya tasvirleri, fabrikadaki ruh hallerini anlatışı; yazarın Berlin’de kaldığı 2 yıllık öğrencilik döneminin anılarını nasıl yazıya geçirebildiğinin bir kanıtı.

Kısaca, hani bazı kitapların çok beğendiğiniz cümlelerinin altını çizersiniz ya, bu kitabı boydan boya karalayasım geldi desem abartmış olmam herhalde...

Gelelim kitabın asıl konusu olan "Kürk Mantolu Madonna" aşkıyla başlayan Raif Efendi ve Maria Puder’in tutkulu ilişkilerine.

Metin Erksan’ın "Sevmek Zamanı" filmini izleyeniniz varsa; Raif Efendi’nin kendisine : "Seni deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.." diyen Maria’sıyla tanışmadan önceki Kürk Mantolu Madonna tablosuna olan hayranlığını, Sevmek Zamanı’ndaki Halil’in Meral’in resmine aşık oluşuna benzetecektir.

Fakat, kitapta anlatılan bu aşkta tam olarak aradığımı bulduğumu söyleyemem. Raif Efendi’nin resimdekine benzer kadını bulunca hislerinin tamamen ona yönelmesi ve Kürk Mantolu Madonna’nın sadece bir araç olarak romanda kalışı biraz hayal kırıklığına uğrattı beni.

Romanın bundan sonraki kısmı bir Türk Filmi havasında devam ediyor. Olayların bu kısma nerdeyse 100. sayfalara doğru gelmesine karşın, yazar okuyucuyu hala elinde tutmayı başarabiliyor. Peki nedir bu kitabı özel kılan? Beni cezbeden tek şey, Sabahattin Ali’nin kişilerin duygusal ve psikolojik durumunu iliklerine kadar hissettirerek vermesi.. Raif Efendi’nin sevgilisinden ayrıldıktan sonraki 10 yıl boyunca hayata karşı soğuk ve hissiz duruşu, ancak böyle başarılı bir şekilde betimlenebilirdi bence..

Tabi, bir de aşk var yoğunlukla.. "Şimdi ben gidiyorum, fakat ne zaman çağırırsan gelirim, nereye çağırırsan gelirim.." cümleleri, her ne kadar kitaptaki aşkı çok sarsıcı bulmasam da hüzünlendirdi beni..

Kürk Mantolu Madonna, benim "Ölmeden Önce Okunacak 100 Kitabım" listemde üçüncü sırayı alacak kadar olmasa da, kişilik tahlilleri ve nefis tasvirleriyle gönlümü kazanan acıklı ve yoğun bir roman. Okumanızı kesinlikle tavsiye ettiğim bu kitabı bitirdiğinizde, bakalım siz ne düşüneceksiniz Raif Efendi’nin yaşadıkları ve yazdıkları hakkında?..

Hilal Yıldırım

20 Mart 2012 Salı

Asıl ülkeye hiç ulaşamayanlara

“Kaç zamandır yazmak istiyorum. Şimdiye kadar hiç kimsenin söyleyemediği şeyleri, hiç kimsenin söyleyemediği biçimde yazmak istiyorum. İçim sımsıcak, içim kıpır kıpır, içim lale tarlası. Kağıdın üzerine düşmeden donuveren damlacıklara dönmeden içim, yazmak istiyorum. O zaman, içimden geçenleri yazabilince, başarabilince ruhuma kanat takmayı, var olacağım sanki. Paylaştıkça çoğalacak, bölüştükçe varlığımın anlamını çözecebileceğim.”

Şimdiyle geçmişin, modern hikâyeyle klasik metinlerin arasında gidip gelen dipsiz, uçsuz bucaksız kelimeleriyle, kendi içimize döndüren bir kurguyla baş başa bırakıyor bizi Nazan Bekiroğlu. Osmanlı’nın göz kamaştırıcı saraylarında, tarihi yarımadanın aşk kokan sokaklarında, boğazın serin derinliğinde düşsel bir gezintiye çıkaran bir cariye, hattat, nakkaş, padişah masalı onunkisi. Okuru farkına bile varmadan içine çeken, kendini kaybettiren bir masal.

Bekiroğlu zengin kelime haznesiyle insan ruhunun gizli odalarında keşfe çıkarıyor adeta. Ve sırlarımızı bizden bile daha iyi biliyor. Yüreğindeki aşkı, masalı açıyor bizlere. Hem bu zamandan hem de geçmişe ait bir ruhla tanıştırıyor. Bensersiz üslubu ise tehlikeli adledilebilecek bir yola sürüklüyor eli kalem tutanı. Zira bir süre sonra ifadelerinizden onun kelimelerinin sızdığını görmek çok olası. Kült olacak, aforizma niteliği taşıyabilecek onlarca cümleyi barındırıyor metninde.

“Nihayetinde her şarkı kendi sonuna kadar vardı.”

“Yalnızlık, kuşku yok ki bu yüzden, sözcüklerin, kendi içini en çok dolduranı idi ve bu yüzden aklımızda en çok ve çabuk kalan sözcüktü yalnızlık.”

Eski aşkların bir bir kayboluşunu medeniyetle, batılılaşmayla ilintilendirirken; âşık ile maşuk’un, ilahi aşkla beşeri aşk arasında gidip gelmenin, Araf’ta kalmanın ızdırabını da sanki yaşatıyor okuyana.

Gerçekle düşün arasında bir yerde, denizle gökyüzü arasında bir yerde, ölmekle var olmanın arasında bir yerde” sayıklayan, “zamansızlığın ortasında mutlak olanı, hiç eskimeyecek ve kalıcı olanı” arayan, o asla ulaşılamayan “asıl ülke”de geçen masalın kahramanı olmak isteyenlere; varlıklarla yetindirmeyen yoklukları aratan bir başucu kitabı “Nun Masalları”.

Ahu Akkaya

19 Mart 2012 Pazartesi

Hangi ruh haline uygun kitap önerisi istersiniz?

Ruhuna Kitap, 12 Şubat 2012 tarihinde yayın hayatına başladı. Kısa sürede gerek blog gerekse Facebook sayfasından birçok kitap severe ulaştı, beğeni topladı. Bu şevkle biz de elimizden geleni yaptık, yapmaya da devam ediyoruz. Blogun sağ üst köşesinde bulunan mail adreslerimizden bizlere ulaşabilir, ruh halinizi belirterek kitap önerisi isteyebilirsiniz. Biz de böylece gelişigüzel olmaktan çıkıp, direkt sizlerin ruh haline uygun kitaplar tavsiye etmiş oluruz. Maillerinizi bekliyor, ilginizden dolayı çok teşekkür ediyoruz.

RuhunaKitap.com
Ümran Kio
Yağız Gönüler

Mitoloji: Doğmamış bir çocuğun anı defteri

Miitoloji belli bir kavime ait efsaneleri inceleyen bilim dalına verilen isim.

Celal Beydilli'nin siyah beyaz resimlerle canlandırılmış, Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlüğü birbirinden ilginç mitolojik kahramanları tanıtıyor. Bugün ile bağlantı kurmak ise okuyucuya kalıyor.

Kitaptan Alıntılar:

Ad: Sayan Altay Türklerinde mitolojik inançlara göre de kainat adlandırma yoluyla yaratılmıştı. Her şey sağır ve sessizken yer ve gök diye bir şey yokken, baştan başa sularla kaplı sonu olmayan bu dünya, adlandırılarak ve başka bir deyişle anlamlandırılarak yaratılmıştı. Çünkü adı olmayan bir şeyin kendisi de yok sayılırdı. (Anadolu köylerinde hala bebeklerin doğduğunda kulaklarına üç kere isimleri fısıldanır.)

Markut: Anadolu' da geleneksel Türk kültürünün taşıyıcılarından olan yörük boyları arasında yaramazlık yapan çocuklaı korkutmak için uydurulan hayali bir varlıktır. (Markutlaştırılan dedeler, halalar, babalar... )

Bay: Türk etnik kültürel geleneğinde mitolojik objelerin ve varlıkların adlarında kutsallık içeriğini bir kısım. Örneğin Altay Sayan halkları arasında yapılan şaman törenlerinde ' Bay ' sözcüğü kutsallıkla ilişkiyi ifade eder. Ülgen ve onun oğulları gibi. En ulu ilahi varlıkların ve en güçlü şaman ruhlarının adlarıyla birlikte yer alır. (Bay ve bayan sözcükleri bugün de iş dünyasının hitap şeklidir...)

Ejderha: Türk halklarının kültüründe zaman zaman rastlanan ve rengarenk mitolojik görüşlerle bağlı olup doğa olaylarını sembolize eden şeytani varlık, kötü ruhlu bir motif.

Kozmos: Mitolojiye göre kosmos kaostan türemedir. Kaostan türemiş olan kozmos dağılır, kaosa dönüp ona gömülür. Tekrar ondan ayrılıp yenilenir sonra yine ona döner. Kaos her defasında kosmosun başlangıcı olmaya devam eder.

Kültüre ilgi duyan herkese...

Özgür Kayım

18 Mart 2012 Pazar

Yüzleşmekten korkanlara

Oyunlar gerçeğin en güzel yorumlarıdır. Bizim gerçek dediğimiz şey de bazı güçlükler yüzünden iyi oynanamayan oyunlardır.” diyor Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar kitabında. Hikmet geride bıraktığı evliliğini, geçmişindeki kadınları, gecekondudaki yeni hayatını sorguluyor. Bir oyun yazmak istiyor; izlenecek, sevilecek bir oyun. Ama hayatındaki oyunlardan arınamıyor, o içine düştükçe okuyucu da oyunların farkına varıyor.

Hayat bir oyun, tek gerçek diye bir şey yok. Hepimiz tehlikeli oyunlar oynamak istiyoruz aslında, ertesi gün uyanabilmek için minik oyunlar yaratıyoruz kendimize. Çünkü “gerçek, başkalarının bize dayatmaya çalıştığı bir ölçüdür. Birimi insandır.

Zaman hiçbir şeyi tek başına halledemez, bazı dönemlerde sorgulamak, yüzleşmek gerekir. Bu yüzleşmeye göğüs germenize yardımcı olacak sadık bir dost ararsanız Tehlikeli Oyunlar tam da size göre.

Hem bu süreçte yalnız olmadığınızı görüp fazla yaralanmadan çıkarsınız, hem de “Ben buradayım sevgili okur, sen neredesin?” diyen Oğuz Atay’a ölümünün 35. yılında da olsa “Biz de buradayız Usta” demiş olursunuz.