21 Şubat 2012 Salı

Oyunlara hapsolanlar için

Bazen insan başka işlerle uğraşırken de okuduğu kitabın karakterleri ne yapıyor merak eder. Zaten bir yazarın ustalığı burada gizlidir.

Oğuz Atay, “Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” dese de aslında onun kelimeleri birçok boşluğu doldurabilecek kadar anlamlıdır. Her kitabında oyun oynar, her kelimeye tenezzül etmez. 

Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar gibi kitaplarını bildiğimiz Atay, aynı zamanda çok iyi bir oyun yazarı. Başrolde yine bir tutunamayan: Coşkun. Aslında herkes mutluluğu oynuyor, herkes yalan söylüyor.

Oyunlarla Yaşayanlar kitabını alın, okuyun, okumadığınız zamanlarda Coşkun’u sorgularken, merak ederken bulacaksınız kendinizi. Eylemsizlikle geçen bir hayatın insanı nasıl gülünç bir hale dönüştürdüğüne tanık olacaksınız.

Hayatta istediğiniz yerde değilseniz, yaptığınız iş size uygun değilse, etrafınızdakileri siz seçmediyseniz bu kitap tam size göre. Ama dikkat edin, Oğuz Atay kitapları insana haddini bildirir.

Adsız sansız karakterler

Yusuf Atılgan da diğer '50 kuşağı yazarları gibi hikâyelerinin merkezine bireyi oturtur. Tek bir bireyden yola çıkarak insan doğasını, kimliksizliği, yersiz yurtsuzluğu işler. “Zebercet” de Yusuf Atılgan’ın bu anlamda en dikkat çekici bireyidir. Düşlemeleriyle hayata tutunan Zebercet, yıkıcılıkla yıkıma uğramayı aynı anda yaşayan, insanken “kişi” olamamanın eşiğindeki karakterdir. Varoluşu görünebilen bir nesneden ibarettir o yüzden hep belli bir mesafede ve umursamazlıkta bir nesne gibi davranır diğer tüm varlıklara da. Ayrıntılara takılıp sürekli dibe iner, öfkeli ama çaresizdir. Takıntılı, saplantılı ve tutunamayandır. İçine doğduğu sınıfa katılamaz. Yarımdır ve tamamlanma olanağı da yoktur. Hep kırıntılarla idare etmiştir. Sonu belli olan kaderinin pençesindedir ve onu değiştirmesi mümkün değildir. Yazgısıyla baş edemez.

Yusuf Atılgan’ın “Zebercet”ine dünya edebiyatından örnek vermek isteyecek olursak; Thomas Hardy’nin Jude Fawley’ini gösterebiliriz. Jude da tutunamayandır, yersiz yurtsuzdur, dünyanın kustuğu, kendi evinin dilini yitirmiş bir karakterdir Zebercet gibi. Ama bir farkla; Jude erdemli, akıllı ve inatçıdır. Sürekli gelişme ve öğrenme arzusu içerisinde kaderi üzerinde egemen olmaya çalışır. Kendisini yargılayan toplumla mücadelesi aslında yazgısıyla mücadelesidir. Ama kozmik kader ağlarını öyle bir örmüştür ki Jude tek kelimeyle sınıfının en bahtsız insanıdır. O ağdan kurtulmaya çalıştıkça daha çok dolanır. Kendini kendi içine hapseder.

“Doğanın amacı, doğanın kuralı varoluş nedeni, bize verdiği bir kaç içgüdüden ötürü sevinçli olmamızı mı buyuruyor? Uygarlığın kökünü kazımak istediği içgüdüler. Kader doğanın sözüne kanacak kadar budala olduğumuz için bizi böyle arkamızdan vurdu!”

İki karakter arasındaki en büyük fark ise; kaderleri karşısında takındıkları tutumdur. Zebercet bütün beklediklerini/beklentilerini zihninde öldürür. Sonunda “hepsinin canı cehenneme der” ve intihara karar verir. Belki de öteki insanlardan onu ayıran en büyük kahramanlığı payına düşen yazgıyı reddedip kendi hayatına kendisinin son vermesidir. İçine katılamadığı hayattan kendi kararıyla çeker gider. Oysa Jude bir idealin temsilcisi olarak yaşamanın olanaksızlığını bir türlü kabul etmek istemez ve kendi çocukları ona ayna tutar. Zaman Baba, anne ve babasının dünyaya karşı verdiği bu bitmek bilmeyen savaşı önce kardeşlerini sonra da kendini asarak sonlandırır. İntiharın nedeni açıktır: Bu dünyada onlara yer yoktur.

Sizin de bu dünyada kendinize bir yer olmadığını düşündüğünüz, aidiyetsizlik boşluğuna düştüğünüz, hiç kimsenin sizi anlayamadığı bir yeryüzüne doğduğunuz hissiyatına kapıldığınız zamanlar oluyorsa; bu karakterleri ve hikâyelerini okuyunca hem kendinizle özdeşleştirecek hem de zaman zaman eminim kendinizi çok şanslı hissedeceksiniz.

Ahu Akkaya
twitter.com/diviniacomedia

Bu Bir Hayal Kırıklığının Hikâyesi

Freud’dan başlayıp günümüze kadar gelen bir “çocukluk bunalımı” sendromumuz var. Hareketlerimizde bir bozukluk olduğu an nedense hatayı kendimizde değil, çocukken yaşadıklarımızda arıyoruz. Kötü bir çocukluk mutsuz bireylerin yetişmesine mi neden oluyor? Ya da kötü çocukluktan kasıt illa da dövülmek, fakir bir ailede büyümek midir? İnsan iyi bir ailede kötü bir çocukluk geçiremez mi?

“İnsanın mutsuz bir çocukluğun etkisinden kurtulabilmesi zordur, ama korumalı bir çocukluğun etkisinden kurtulması imkânsız olabilir.” diyor Frédéric Beigbeder. Hatırlamadığı çocukluğunu ünlü bir yazarken girdiği kodeste anımsayıp anlatıyor. Okuyucuyu anıya boğmamak için de araya edebiyata dair, adalet sisteminin sorunlarına dair ufak notlar serpiştiriyor.

Dramatik ya da değil, nasıl bir çocukluk geçirmiş olursanız olun muhakkak hatırladığınız mutsuz fotoğraf kareleri vardır. Onların eşliğinde güzel bir roman okumak istiyorsanız kitap listenize mutlaka Bir Fransız Romanı’nı eklemenizi öneririm. 

Ümran Kio

20 Şubat 2012 Pazartesi

Ferah hissettiren kitap

"Edebiyatın sükûnete, tefekküre, hasbî ilişkilere, ruh iklimine ihtiyacı var."
-Mustafa Kutlu

Özellikle bahar aylarında ruhumuza bir bezginlik, boşvermişlik ve umursamazlık çöker. Yoğun olmasa da tüm bunları yaşayabiliriz aynı anda. Mustafa Kutlu'nun tüm eserlerinde baş aktör olan "huzur", bu eserinde de tepe noktasına ulaşıyor ve kitabın her sayfası okuyucuyu "ferah" hissettiriyor. Bambaşka evler, bambaşka hayatlar ama her zaman ferahlık.

Bir okuyucudaki tutkuyu derinden etkileyen bir şey varsa o da okuduğu kitaptan ciddi anlamda feyz almak isteğidir. Kitapta yer alan öykülerden, hayatımızın çeşitli noktalarına güzellemeler yapma isteği doğabiliyor. Yani yaşadığımız zamanın bazı anlarına, bu hikayelerden bir şey katmak isteyebiliyor okuyucu.

Kitabı özellikle bahar aylarında, "Hayat güzel midir?" sorusuna cevap aradığınız bir zamanda okumanızı öneriyorum.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

19 Şubat 2012 Pazar

Aşkın tanımının peşinde koşan bir kitap

 “Edebi Dönüş düşüncesinde gizemli bir yan vardır ve Nietzsche öteki düşünürleri sık sık şaşırtmıştır bu düşüncesiyle; düşünün bir kere, her şey tıpkı ilk yaşandığı biçimiyle yineleniyor ve yinelenmenin kendisi de sonsuza kadar koşuluyla yineleniyor! Ne anlama gelir bu çılgın mitos?” (Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Sf.11).

Peki ne anlama gelir Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği? Bu kitap varoluşçuluğun romanı değil, nihilist bir roman değil, politik hiç değil. Bu, aşkın tanımının peşinde koşan bir kitap. Okuduktan sonra kahramanların adını hatırlamamanız bile mümkün.

Başrolde iki kadın: biri saflığın temsili: Tereza, diğeri dayanılmaz hafifliğin: Sabina. Ortak noktaları bir doktor: Tomas. Tereza Tomas’a, Sabina ise ihanete bağlıydı. Çünkü ihanet Sabina için setleri yıkmak, Tomas ise Tereza için setlerin içinde kalmak demekti. Tomas, biriyle yatıyor, diğeriyle ise uyuyordu. O Sabina’da hafifliği sorguladı, Tereza ise kocasının metresi olan bu kadının ağırlığına dokundu.

Hayatınızın bir döneminde Sabina, Tereza ya da Tomas muhakkak karşınıza çıkmış kalbinize dokunmuştur. Anlam veremediğiniz davranışlarını, duygularını bir de Milan Kundera’dan dinleyin, belki de siz değil onlar haklıdır.

Ümran Kio

18 Şubat 2012 Cumartesi

Çürümek?

İnsan bazen gerek iş yaşamını gerekse sosyal yaşamını kendi tahlilinden geçirir. Bu da genelde gece uyumadan önce yahut dışarıda iki eli cebinde düşünceli düşünceli gezerken olur. Çürüdüğünü düşünebilir insan. Bir bunalımın eşiğinde olduğunu ya da melankoliyle iç içe yaşadığını hissedebilir. İşte tam bu ruh durumunda Emil Michel Cioran'dan okunabilecek bir kitap: Çürümenin Kitabı.

"Her geceden sonra, kendimizi yeni bir günün karşısında bulduğumuzda, o günü doldurma gerekliliğinin gerçekleştirilemez oluşu içimizi ürküntüyle doldurur."


"Hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopartılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri."

İnsanın ömrünü nerede ve nasıl tükettiğini, bir cinnetin ya da parıldamanın hangi bölgesinde olduğunu görmesini sağlayacak muazzam paragraf ve her paragrafta kusursuz aforizmalara sahip bir başyapıt Çürümenin Kitabı. Okurken  çürüyeceğinizi zannediyorsanız yanılıyorsunuz, bu kitap aksine sizi siz olmaya çağırıyor.

"Varoluşun içinden açıklamalarla sıyrılınamaz, buna ancak maruz kalınabilir."


"Hiçbir makul varlık tapınma nesnesi olmamıştır; bir isim bırakmamış, tek bir olaya bile damgasını vurmamıştır."

Konsantrasyonla okunduğu zamanlarda ise büyük faydası oluyor. Kitaptan birkaç alıntıyla rumen yazar Cioran'ı kırmızı ışıkta geçme cüretini gösterecek bir spor araba endamıyla tavsiye ediyorum.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf