Kalem, bir nesne olarak birçok okuryazarın tutkusundan hatta bazılarının bağımlılıklarından biridir. Bilerek okuryazar dedim çünkü yazma eylemini gerçekleştirmeyen iyi okurlar için de kâğıtlara alınacak basit notların, alışveriş listelerinin bile önemi büyük. Hâl böyle olunca bu işlemi gerçekleştirecek nesne olarak kalem de çok önem kazanıyor. Tabii yüzlerce çeşidi olan bir nesneden bahsediyorum. Bu durumda insanın aklına “hangi kalem?” sorusu da geliyor. Kendimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim: Benim için kalem dolma kalemdir. (Bu kelimeyi her ne kadar birleşik yazmak istesem de TDK’ye uymak istiyorum) Ama sadece dolma kalem değil bir de kitaplara not alabilmek için kurşun kalem benim önceliğimdir. Versatil denilen, 0.5, 0.7 gibi uçlarla kullanılan kalemler değil de kalemtıraşla açılan klasik kurşun kalemden bahsediyorum. Evet, bu iki kalemin de teferruatı, işinin hatta ‘pisliğinin’ fazla olduğunu kabul ediyorum ancak bu iki kalem, kalem tutkunlarına uğraştan ziyade keyif veriyor. Hele ki dolma kalem.
Kabul edelim ki dolma kalem günümüz Türkiye’sinde bir lüks oldu artık. Üstelik altınlı pırlantalı özel seri kalemler değil, normal plastikten yapılan dolma kalemler bile oldukça yüksek fiyatlara satılıyor. Ama ben iyi bir okur ve yazarın en azından bir tane dolma kalem sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. (
Bunu karşılayacak bazı markaların daha ekonomik kalemleri var) Tabii bu ilk dolma kalemden sonra durabilir misiniz orası ayrı bir durum. Ya çok sever ya da hiç sevmezsiniz dolma kalemi. Benim deneme amaçlı aldığım bir
Parker’dan sonra dolma kalem tutkum maalesef(
?) katlanarak devam etti ve ediyor. Bu satırları da bir
Waterman Carene ile yazıyorum mesela. Üzgünüm ki kalem ve özellikle dolma kalem tutkusunun sonu yok. Tükenmez, keçeli vb. kalemleri pek dikkate almıyorum açıkçası. Bazı durumlarda kullanmıyor değilim ama sadece bazı durumlarda.
Kalem tutkunları, kalemle ilgili en ufak şeyleri bile okumak ister. Ki bu hele bir kitapsa. Üstelik tanınan bilinen yazarların kalemle ilişkilerini konu edinen bir kitap tadından yenmeyecek bir okuma sunar kalem tutkunlarına. Ben bu durumu
Feridun Andaç’ın hazırladığı ve
Varlık Yayınları’ndan 2014’te neşredilen
Kalem Kitabı ile yaşadım. Ama bu kitap sadece bir baskı yaptı ve şu an piyasada yok. Aylar süren aramalarımın sonunda bir sahafta buldum ve aldım. Uzun süredir de başka çıkmıyor. Kalem tutkunlarına hitaben diyorum ki bu kitabı bulursanız üçe beşe bakmadan mutlaka alın. Beklentilerinizi yüzde yetmiş yüzde seksen karşılayacaktır.
Feridun Andaç genel bir giriş yazıyla bize kitabın amacını, kitapla ilgili yapmak istediklerini, yaptıklarını ve yapamadıklarını anlatıyor. Ayrıca kısa bir kalem tarihi de çiziyor önümüze. Sonra da 1923 doğumlu
Hıfzı Topuz’la başlayıp 1974 doğumlu
Faruk Duman’la biten ve arada birçok yazarın kalem hakkında yazdığı metinleri okuyoruz. Hemen yeri gelmişken söyleyeyim, kitapla, daha doğrusu kitapla değil ama bu 45 yazarla ilgili ilk hayal kırıklığım, kalem denince aklına dolma kalem gelen biri olarak çoğu yazarın dolma kaleme pek yüz sürmemesi, büyük çoğunluğun yazılarını eşantiyon/basit kalemlerle yazması hatta bazılarının nesne olarak kalemi sevmemesi. Edebiyatta yazılan şeyin niteliğinin ön planda olduğunu herkes gibi ben de kabul ediyorum ama kalem konusundaki estetik duygum çok şükür ki tükenmez kalemi dolma kaleme tercih edecek kadar körelmedi. Ama şu sevindirici; çoğu yazarın kurşun kalemle ünsiyeti devam ediyor.
Sait Faik etkisi olabilir mi?
Ben, bir kalem müptelası olarak, bu kitapta yazarların metinlerini nasıl yazdığından ziyade kalemi bir nesne olarak algılayıp onunla ilişkisini anlatan hikâyeler görmek isterdim. İlk kalemin hikâyesi, yazarın neden kurşun kalem ya da dolma kalem seçtiği, kalemle ilgili yaşadıkları zorluklar, bir kalemin peşinden koşup onu elde etmesiyle ilgili hikâyeler vb. Kitapta bu yazdıklarımı tam olarak içeren birkaç yazı var. Büyük çoğunluk da yine buna benzer şeyler yazmaya çalışmış ancak bazı yazarlar neredeyse kalemi telaffuz etmeden, işi soyutlaştırarak ve bağlamından kopararak yazısını ‘yazma eylemi’ üzerine bir denemeye çevirmiş. Bazı yazarlar da kalemin hissettirdiklerini yazmış. (
Örneğin Haydar Ergülen) Bu kitapta bunlar çok olmamalıydı bence. Mesela
Yiğit Bener’in yazısı da kalemden çok bilgisayarla ilgili. ‘Bilgisayara Övgü’ gibi bir duruma dönüşmüş yazı.
Hatice Meryem’in yazısı ise kaleme tam tersi bir bakışla yazılmış. Yazar neredeyse kalemden nefret ediyor. Kalem işte, der gibi. Elbette herkes kalem sevmeyebilir ancak bu tür yazıların, adına Kalem Kitabı denen bir kitapta yeri olmamalıydı. Çünkü biz ‘kalemseverler’ kalem hakkında konuşmayı ve okumayı severiz. Bir bilgisayar övgüsü okuyacak olsak tonla teknoloji dergisi var, onları okurduk. (
Bazı yazarlar ise –aslında bir ya da iki tane- kalemden yazma eylemine geçip oradan politik mesaj vermeye çalışmış, bu mesaj verme kaygısı kitabın ruhuna hiç uygun değil açıkçası. Şu basit politik görüşler bir yere de girmeseydi iyiydi) Bu minvalde bakınca
Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun yazısı kitaba en uygun yazılardan biri. Saçlıoğlu kalemle ilgili hem kişisel tecrübesini aktarmış hem dili çok başarılı kullanmış hem de anlatımında samimi bir yol tercih etmiş. Bir de diğer yazarların çok az yaptığı bir şekilde, marka ismi de vererek yazısını somutlaştırmış. Bir kalem bağımlısı
Doğan Hızlan’ın da yazısı en güzel yazılardan. Bir dolma kalem tutkunu olarak Hızlan’ın tükenmez kalem yorumuna katılıyorum ayrıca. Günlük not almak dolma kalemle gerçekten zor. Bu yüzden de tükenmez kalemler de önemli bir yarar sağlıyor aslında. (
Sadece pragmatik açıdan bakıyorum tükenmez kaleme)
Nilüfer Kuyaş, yazısında “
Kâğıtla kalemin hayatı kolaylaştırmakla ilgisi yok. Hayatı anlamlı kılmakla ilgisi var. Eli kalem tutmuş herkes bilir bunu” diyor. Bilgisayarla yazmadığı için “
paran mı yok?” şeklinde hafif bir alayla eleştirilen
Enver Ercan ise elindeki dolma kalemi gösterip “
bu en az iki bilgisayar eder” diyor. Gördüğü her teknolojiye balıklama atlayıp kalem kullananları ‘romantik’, ‘nostaljik’, ‘bu çağda ne gerek var’ gibi ithamlarla küçümsemeye çalışanlara dolma kalem fiyatlarını gösteriyorum. Gözlerinin açılmasını izlemek çok keyifli. Üstelik Kuyaş’ın dediği gibi, bu bir anlamlandırma meselesi. Ayrıca evet, bizim zevklerimiz eşantiyon kalemle veya bilgisayarla yazanlar nezdinde makul bir zemine oturmak zorunda da değil.
Yukarıdaki birkaç eleştirim dışında da eksikler var kitapta ancak Feridun Andaç bunların bazılarına giriş yazısında cevap vermiş ve bazı şeyleri tam olarak yapamadığını söylemiş. O yüzden bunları es geçiyorum.
Kalem tutkusu baş edilmesi zor bir tutku, her tutku gibi. Doğan Hızlan’ın binlerce kalemi olduğu söylenir. Hatta yurt dışından arkadaşlarına hediye kalem getirir ve onları bile vermeye kıyamaz. Bu böyledir. Bazen en sevdiğimiz kalemi sadece elimizde tutmak bile insana güven ve mutluluk verir. Artık bunun ruhsal yönünü psikoterapistler, psikolojik danışmanlar araştırsın. Ben güzel iki kitap önerisiyle yazıyı sonlandırayım. Bol kalemli, özellikle dolma kalemli günler dilerim.
Altıncı Parmak, Muhittin Şimşek
Dolma Kalem ve Ötesi, Gökçe Ünar
Mehmet Akif Öztürk