Türk tasavvuf tarihine ilgi duymaya başladığım yıllarda, Kocamustafapaşa'nın eskilerinden şunları duymuştum: Özellikle Anadolu'da bir gelenek vardır ki hâlâ yaşar. Hastanın başında yalnız Fatiha değil, Eşrefoğlu Rûmî'nin Müzekki’n-nüfûs'u da mutlaka okunurdu. Ama Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, mutlaka okunurdu. Yaşayan ve dolayısıyla yaşatan cephesiyle Mevlid’i, İbnülemin Mahmud Kemal İnal vaktiyle şöyle özetlemiş: “Vücud-u fanisi Bursa’ya ve eser-i bakisi diyar-ı İslam’a şeref veren Çelebi merhum, ne mesud insandır ki ruhu’l-kainat Efendimizin iltifat-ı seniyyelerine mazhar olarak manzume-i mübarekesi, memalik-i İslamiyye’nin her cihetinde asırlardan beri okunmuştur. Hâlâ okunuyor ve ebediyen okunacaktır.”
Gerek yazıldığı dönem itibariyle gerek Millî Mücadele’den sonra okunduğu ilk yer (Bursa) münasebetiyle Mevlid; kurucu ve toparlayıcı bir metin. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalanmanın eşiğine getiren bir Fetret Devri söz konusu. Yıldırım Bayezid tarafından tesis edilen merkezî devlet, bir anda tarihten çekilme tehlikesiyle karşı karşıya. Ancak burada çok önemli bir nokta var ki o da imparatorluğun bir “Rumeli imparatorluğu” olması. Zira Fahameddin Başar’ın İslâm Ansiklopedisi’ndeki Fetret Devri maddesinde belirttiği gibi “Bu iç mücadele ve karışıklık dönemi Rumeli topraklarındaki sağlam yerleşme sayesinde atlatılabilmiş, bu dönemde ortaya çıkan meseleler yarım yüzyıl kadar sürmüş, Osmanlı devlet teşkilatı, saltanat anlayışı ve veraset usulüne tesir edecek önemli gelişmelerin başlıca dayanağını oluşturmuştur.”. Mevlid’den bahsederken bunları da mutlaka bilmek gerekiyor. Zira yazma eylemi, bir nevi kazı çalışması. Henüz ilk kazıda ortaya çıkanlarla yetinmeyenler, köprü mahiyetinde geleceğe uzanan materyalleri de keşfetmiş oluyor. İşte, kazı çalışmalarıyla meşhur bir yazarımız da Samet Altıntaş. Lejand Kitap’tan çıkan Ansızın Bir Ses İşitti Kulağım adlı kitabında, Mevlid’in “kurucu metin” olma vasfını teferruatıyla özetliyor. Kitabı, bugüne kadar Mevlid üzerine yazılmış diğer kitapların ve önemli anekdotların bir özeti olarak da okumak mümkün. Peki Mevlid’den bahsederken tarihin damarlarında gezinmeyi göze almak neden önemli? Altıntaş’ın yorumu şöyle: “Osmanlı demek genel hatlarıyla Rumeli demektir. Evet, Kuruluş’tan Kurtuluş’a, yani Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan repertuvardaki Balkan şifrelerini çözmek, devletin bir nevi ana işletim sistemini bilmek, yazılım kodlarını öğrenmek demektir. Böylesi bir derleme ve yorumlama, Türk tarihinin bazı spoilerını verecek, görklü tabloları ortaya çıkaracak, hikâyeyi görünür yapacaktır.”
Yıldırım Bayezid ile Timur arasında Ankara Çubuk ovasında meydana gelen savaş (1402), Osmanlı İmparatorluğu’nu bir felaketin içine bıraktı. Ortaya çıkan olumsuz tabloya rağmen Anadolu ve Balkan topraklarında sağ salim ve yeniden hâkim güç olarak çıkıldı. Elbette burada Çelebi Mehmed faktörü devreye giriyor. Önce şehzadeler arasındaki taht kavgasından galip çıkıyor, sonra da bölgedeki tüm feodal beylere ve hatta hanedanlara rağmen tek meşruiyet kaynağına dayanan imparatorluk geleneği tesis ediliyor. Burası, yeniden kuruluş döneminin mihenk taşı. 1923’e uzanan tarihimizdeyse bir Millî Mücadele dönemi var ki Mevlid orada da kuruculuk görevini yerine getiriyor. Ama önce geniş bir parantez: Selânikî’nin kaydına göre, 1566 Sigetvar Seferi sırasında Kanûnî Sultan Süleyman’ın vefatının saklanmaya çalışıldığı bir ortamda padişahın otağında 12 Rebiülevvel gecesi Mevlid okunmuş, ertesi gece de sadrazamın çadırında tekrarlanmış. Zira III. Murad döneminde, 1558 yılından itibaren Osmanlı protokolünde Mevlid alayı var.
Parantezi henüz kapatmadık, devam ediyoruz. Fetret Devri’ni nihayete erdirerek Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci kurucusu olan Çelebi Mehmed, imparatorluğun taht-ı kadimi Bursa’ya bir Yeşil Külliye konduruyor. Samet Altıntaş’ın “Timur istilası sonrası hem madden hem manen yıkılan Osmanoğulları için bir nefes odası, oksijen çadırı, yeniden hayata dönüşünün işaret levhası” olarak yorumladığı Yeşil’in türbe mihrabını, Süheyl Ünver de vaktiyle şöyle konuşturmuş: “Dikkat ediniz! Bu tezyinat üslubum burasını kâfi derecede doldurduktan sonra, talebelerim vasıtasıyla Edirne’ye geçti. Bu Yeşil Türbesi’nde metfun olanın asil oğlu II. Sultan Murad zamanında Edirne’yi süsledi. Onlar fetihten sonra İstanbul’a geçtiler ve orada da Bizans eserlerindeki süslemelerden ve renklerden asla ilham almayarak, kendi zevklerince Türk ve Müslüman olan İstanbul’u, kitaplarından duvarlarına kadar tezyin ettiler. Ben, asil mazimin ince Türk zevki mahsulüyüm. Benden sonrakilere tam bir asır ilham verdim.”
Yeşil, Cemal Kafadar’ın yorumundan yararlanmak istersek “Biz varız ve buradayız!” diyen bir yapı. Bunu aklımızda tutalım ve parantezi kapatıp Millî Mücadele dönemine gelelim. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i Millî Mücadele döneminde ilk defa Bursa’da okunuyor. Hem de Yeşil’de. Akıllara hemen şu soru gelebilir: Neden Ulu Cami’de değil de Yeşil Cami’de okunuyor? Mustafa Kara hocamız şöyle yorumluyor: “Aklıma şu husus geliyor. Bu cami de Yıldırım’dan sonra çok sıkıntılı günler yaşayan Osmanlı Devleti adeta yeniden kurulduğunda yapılmıştı.”
Şimdi Samet Altıntaş’ın çizdiği çerçeveyi takip ediyor ve o günlere dönüyoruz. Bursa’daki Yunan işgali, 11 Eylül 1922 tarihinde, Selanikli Şükrü Naili Paşa’nın şehre girmesiyle sona eriyor. Bir ay sonra, 11 Ekim’de ‘İstiklâl Harbi’nin yüzük taşı’ denen Mudanya Mütarekesi imzalanıyor. Bu son derece coşkulu ve umutlu günlerde, Yeşil Cami’nde bir mevlid-i şerif programı tertip ediliyor. Mustafa Kemal Paşa, 17 Ekim’deki ilk gezisini Bursa’da gerçekleştirerek aslında bir mesaj veriyor: İmparatorluk burada kuruldu, Cumhuriyet’e giden yol da buradan geçecek. Resmî karşılamanın yapıldığı yer de ilginç: Somuncu Baba namıyla bilinen Şeyh Hamîdüddin Aksarâyî’nin Bursa’dan ayrıldığı Duaçınarı. İçlerinde Yahya Kemal ve arkadaşlarının da bulunduğu epey geniş bir öğretmen ordusu Mudanya yoluyla Bursa’ya geliyor. Mustafa Kemal Paşa da Şark Tiyatrosu’nda içlerinde Fevzi Çakmak Paşa, Kazım Karabekir Paşa, İsmet Paşa, Kemaleddin Sami Paşa’nın da olduğu bir kalabalığa konuşma yapıyor. Derken İsmet Paşa ve Türk Ocağı mensupları Yeşil Cami’ye gidiyorlar. Öğle namazının ardından Süleymaniye Camii başmüezzini Hafız Kemal Efendi ve Enderun müezzinlerinden Hafız Muhammed Bey, Mevlid okumaya başlıyor. Arif Hikmet Bey’in Bursa Seyahati adlı kitabında o büyülü dakikalar şöyle anlatılıyor: “Coşkun ses caminin duvarlarına çarpıyor, inliyor, herkesin kalbine giriyor, herkesi ağlatıyordu. Şehir ruhları büyük aşk ve dualarla inleyen büyük kubbenin bağışlayıcı ve imkân dolu derinliğinde manevi bir ışık gibi yanıyordu. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ve hükumet üyeleri, bütün Bursa halkı oradaydı. Cami dolmuş, avlu dolmuş, bütün sokaklar dolmuştu. Hacı Faik Efendi’nin duasından sonra, Yeşil Cami’den bu fanilik ve uhreviliğin karıştığı yere bizden bir şey ruhumuzun kutsal ateşini bırakmış gibi yavaş yavaş, sessizce çıktık.”
Samet Altıntaş, Mevlid’in önemini yeniden hatırlattığı Ansızın Bir Ses İşitti Kulağım’da aslında şuna dikkat çekiyor: Allah’ın bir lütfu olan Süleyman Çelebi tarafından 15. yüzyılda Bursa’dan bütün İslâm coğrafyasına yayılan Mevlid, bize bizi hatırlatmaya devam ediyor...
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf