Ansızın Bir Ses İşitti Kulağım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ansızın Bir Ses İşitti Kulağım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2023 Perşembe

Kurtuluşun ve kuruluşun metni: Mevlid

"Allah adın zikr idelüm evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kula
Allah adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ide Allah ana"

Mevlid-i Şerif’in en aşina olunan Tevhid Bahri’ne bu ifadeler ile başlıyor Süleyman Çelebi hazretleri. Kendi dili ve üslubu ile Türkçe bir Bismillah diyor bu dörtlükte Yüzyıllarca okunacak neredeyse kutsal sayılacak bir metne niyetlendiğini ve işinin ne kadar zor olduğunu biliyor gibi bir Bismillah demiş Süleyman Dedemiz burada. Bu Türkçe Bismillah deme tarzı yüzlerce yıl sonra gelen Türk şair ve ozanlarına da ilham olmuş olmalı ki Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Dede Korkut adlı şiirine ‘Allah Allah demeyince/ Güzel işler onabilmez’ diyerek başlarken bir başka şiirinde de ‘Şol gökleri kaldıranın/ Donatarak dolduranın/ Ol deyince olduranın / Doksan dokuz ismi ile’ diyerek Besmelesini çekmiştir. Süleyman Çelebi’den Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’na tabiri caizse sıçradık fakat bu sıçrayışın elbette bir manası var. Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’i Burak Koç ve Peyami Safa Günay’ın Loras’tan çıkan kitaplarına verdiği isim ile söylersek ‘Zemin Metin’lerden biridir ve Türk dili ve kimliğine hassasiyet gösteren tüm yazar ve şairler neyi nasıl söyleyecekleri ile ilgili ilhamı bunlardan almışlardır yıllar boyunca. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu Süleyman Çelebi’ye, Süleyman Çobanoğlu’nu Yunus Emre’ye bağlayan ve yüzyılları aşan bağ zemin metinlerin gücünde aranmalıdır.

Samet Altıntaş’ın Lejand Kitap’tan çıkan "Ansızın Bir Ses İşitti Kulağım: Bir Kurucu Metin Olarak Mevlid’in Hikayesi" ismini taşıyan kitabı yeni okudum. Kitap hakkında bir değerlendirme yazısı yazmak daha kitabı almadan aklımda idi fakat kitabı okudukça bunun pek mümkün olmayacağına kanaat getirmiştim. Yine de Süleyman Çelebi’nin Bismillah’ı ile başlarsam işlerim kolaylaşır belki diyerek oturduğum bilgisayar başında şimdi ikinci paragrafı yazmakta olduğumu görüyorum. Bismillah önemli. Burak Koç ve Peyami Safa Günay’ın Zemin Metin olarak adlandırdıkları Mevlid-i Şerif’e ‘Bir Kurucu Metin’ diyor Samet Altıntaş. Kurucu Metin ifadesini de Mevlidi- Şerif’in Bursa’da yazılmış olması ile ilişkilendiriyor. Osmanlı Devleti’nin temellerinin Bursa’da atılması, şehrin devlete başkentlik yapması şehrin kurucu vasıflarını ortaya koyarken, devletin en netameli en kritik zamanlarında Bursa’da yazılan yazılan Mevlid-i Şerif de kurucu metin olmayı hak ediyor.

Konu dallanıp budaklanmadan Mevlid-i Şerif ile ilgili şahsi hikayemi de paylaşayım. Sanırım üniversite yıllarına kadar Mevlid-i Şerif diye bir eserden haberdar değildim. Hemen her mübarek gecede imamdan dinlediğim bu eserin okunan Kuran-ı Kerim’den ya da dualardan bir farkı yoktu benim için. Kısacası kutsal bir metindi Mevlid-i Şerif. Hem zaman içinde hem de Samet Altıntaş’ın kitabını okuduğumda öğrendim ki bu yanılgımda yalnız değilmişim. Halk Müslümanlığının bir parçası imişim ben de. Nihayet üniversitede tasavvuf edebiyatı dersinde, camide okunan duanın/ilahinin 1409 senesinde Bursa Ulu Cami imamı hatibi tarafından yazılan Vesiletü-n Necat yani Mevlid-i Şerif olduğunu öğrendim. Sonrasında bu kutsal görünümlü kutsal olmayan metne daha bir hassasiyet ile yaklaştım. Elimden geldiğince okumaya, öğrenmeye çalıştım. Yüzyıllar öncesinde yazılmış olmasına rağmen anlaşılır bir Türkçe ile Peygamber Efendimiz’in doğumunu, vasıflarını, vefatını, miraç mucizesini hikayeleştiren bir eser vardı karşımda. Bundan sonra mübarek gecelerde özellikle camiye gitmeye Mevlidi-i Şerif’i daha bir dikkatle dinlemeye gayret ettim. İmam efendi ile beraber mırıldanacak kadar öğrenmiştim de. Hatta ‘şu imam daha iyi okuyor, bunun sesi o kadar iyi değil’ diyerek cami ve imam seçmeye bile başladım. Sonrasında daha ciddi okumalar ve kitaplar takip etti bu süreci.

Samet Altıntaş’ın kitabını eylül ayının başında edindim. Niyetim 26 Eylül’e denk gelen Mevlid kandiline kadar bitirmekti ama olmadı. Okurlar bilecektir ki bazı kitapların ancak kitabın ve başka diğer şartların tayin ettiği vakitleri vardır ve okur buna pek müdahale edemez. Kitabı okumak okulların ara tatile girdiği kasım ayında tatil sebebi ile bulunduğumuz Kırşehir’de nasip oldu. Yazar kitapta Necla Pekolcay’ı kaynak göstererek Süleyman Çelebi’nin kaynakları arasında Âşık Paşa’nın Garibnâme’si olduğunu söylüyor. Bu cümleleri okur okumaz kitabı elime alıp eve yaklaşık 2-3 km uzaklıkta bulunan Aşık Paşa’nın türbesine vardım ve kitabın bir kısmını da türbenin bahçesinde okumuş oldum ve elbette Fatiha’yı da. Aşık Paşa’nın türbesini ziyaret edip bir Fatiha okuyacağım varmış da Samet Altıntaş’ın kitabı vesile olacakmış işte. Kitapta Âşık Paşa ile ilgili bilgi verilen bölüm ‘Garibnâme’den Mevlid’e Mevlid’den İstiklâl Marşı’na’ başlığını taşıyor ve üç metin arasında bir ilişki kuruyor yazar. Bu ilişkiyi ise Türk düşünce dünyasının/edebiyatının en kıymetli isimlerinden alıntılar yaparak kuruyor. Garibnâme ile Mevlid’in ilişkisini az önce paylaşmış olduk. Şimdi ise İstiklâl Marşı’na gelelim. "Mevlid’i kaleme küçük Asya’daki Türk varlığının teşekkül devrinde Süleyman Çelebi almış. Türk ordusunun talebi üzerine düzenlenen yarışmanın birinciliğine altında Mehmet Akif’in imzası bulunan İstiklâl Marşı layık görülmüş. Ne yaptı da Süleyman Çelebi’nin Fetret Devri’nde yazdığı Mevlid, Türk milletine dokunabildi. Bu suali altnda Mehmet Akif’in imzası bulunan İstiklâl Marşı ile alakalandırmak ne kadar isabetli olabilir?" (s.55)

Fetret Devri demişken Mevlid-i Şerif’i ortaya çıkaran şartların Fetret Devri içerisinde şekillendiğini de söylemek gerekiyor. Yazar 180 sayfalık kitabın yaklaşık otuz sayfasını bu bahse ayırmış. Bilindiği üzere Ankara Savaşı sonrası Bayezid, Timurlu hanedanının kurucusu Emir Timur’a esir olmuştur. 1402-1413 yılları arasında sultanın oğulları arasında verilen saltanat mücadelesine ‘Fetret Devri’ denilmektedir. Bu süreçte Anadolu’da kurulmuş olan devlet idaresi yerle bir olmuş, toprak bütünlüğü bozulmuş, şehzadeler arasında silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Fetret imparatorluğun belleğinde nörolojik bir zaman dilimine işaret eder, diyen yazar bu devir ile ilgili derli toplu bir değerlendirme yaparak Mevlid’in ortaya çıktığı siyasi ve içtimai şartları da ortaya koyuyor. Malum eser de 1409 senesinde Fetret’in sonunda meydana geliyor zaten. Süleyman Çelebi gibi Yunus Emre hazretlerinin de eserlerini Fetret Devri sürecinde meydana getirmesi tesadüf değildir, diyebiliriz. Şöyle ki Anadolu’da yeni kurulan devlet otoritesi bu devirde sarsılmış, halkın devlete olan güveni yıkılmış siyasi krizler devamında içtimai krizlerde de sebep olmuştur. Önce Allah sonra devlet, diyen halkın dayandığı iki önemli direkten biri yıkılmıştır. İşte bu dönemde Süleyman Çelebi ve Yunus Emre'ler halkın kafasındaki karışıklığı gidermek, halka varlık sebeplerini hatırlatmak üzere eserler meydana getirmiştir, dersek yanlış yapmış olmayız. Tam da burada sözü Silvan Alpoğuz’a bırakmakta fayda görüyorum. Ketebe’den çıkan Dünyayı Başlarına Yıkacağız adlı öykü kitabında zemin metinlere çok kıymetli bir gönderme yapıyor yazar. "Birinin çıkıp bir hikaye anlatarak dünyayı nasıl okumamız gerektiğini kulağımıza fısıldaması gerekir. … ‘Yunus Emre ya da Süleyman Çelebi’ dedi, ‘eserlerini vermemiş olsa bugün burada olamayacağımızı düşünürüm hep bu yüzden. Biri çıkıp o anımsatan hikayeyi anlatmak zorunda." (s.10). Silvan Alpoğuz’dan ifade ettiği bağlamda Süleyman Çelebi Fetret devrinde yol haritasını kaybetmiş Anadolu insanına dünyayı nasıl okuması gerektiğini fısıldıyor Vesiletü-n Necat ile. Bugünün modern dünyasında her an bir fetret krizi ve varoluşsal sancılar her yerimizi sarmış durumda. İşte bu sebeple Mevlid-i Şerif’i önemsiyoruz.

Yazar kitabında Mevlid-i Şerif’i birçok farklı boyutu ile ele almış. Bir edebi eseri olan Mevlid’in Türk dil ve edebiyatında bir çığır açtığını hemen her yazarın Süleyman Çelebi’den etkilenerek benzer metinler yazdığını da somut örnekler ile kitabında anlatmış. Süleyman Çelebi’nin muazzam eseri sadece Türk dilini değiş Türklere ait dün kültürünü de ciddi anlamda etkilemiş öyle ki Mevlidhanlık diye bir sanat alanı da ortaya çıkmış süreç içerisinde. Bununla birlikte Peygamber Efendimiz’in doğumunun kutlanmasını tarihi arka planı da yazarın temas ettiği konular içerisinde. Yazar bugünkü Mevlid kutlamalarının başlangıcı olarak 1144-1232 yılları arasını tarihliyor. Bu devirde Erbil’de Begteginliler Devleti hüküm sürmektedir. Ve hükümdar Muzaferüddin Kökböri zamanında Erbil kalesinde neredeyse gün boyu süren kutlamalar yapıldığı tarihi vesikalara yansımıştır. Tüm bunlarla birlikte her mübarek gecede ekranlarda ve sosyal medyada sıkça ve kanaatimce lüzumsuzca tartışılan ‘Mevlid okutmak bidat mı?' sorusu da yazarın dikkat çektiği hususlardan sadece biri. Süleyman Çelebi’yi Mevlid-i Şerif’i yazmaya sevk eden hususi hadisede da kitapta dikkatimi çeken yerlerden biri oldu.

Kitapta dikkatimi çeken ve paylaşmayı istediğim birçok husus var fakat yazarın kitabın sonlarına doğru Mahmud Erol Kılıç’tan alıntılayarak açtığı bahis hem bir soru hem de üzerinde durulması gereken bir teklif olarak dikkat çekiyor: Mevlid Kandili Tatil Olmalı Mıdır? Bir Türk hükümdarı olan Muzaferüddin Kökböri zamanında yapılan Mevlid merasimleri ile Osmanlı’da Rebiulevvel’in on ikinci günü okunan Mevlid-i Şerif dolayısıyla gerçekleşen ve Mevlid Alayı tarihi vesikalara yansımış iken bu sorunun cevabını vermek pek zor olmasa gerek, diye düşünüyorum ben.

Samet Altıntaş’ın 190 sayfalık kitabı nicelik olarak hafif görünse de nitelik anlamında çok ağır bir eser. Öyle ki hemen her sayfada zaman zaman sayfanın yarısını dolduran dipnotlar mevcut. Her bir dipnot ayrı bir zenginlik ve yeni okumalara kapı aralıyor. Bununla birlikte 20 sayfa civarındaki kaynakça ve indeks bölümleri de yazarın kitabı ortaya çıkarmak için faydalandığı arka planın ne kadar geniş olduğu hakkında bilgi veriyor okuyucuya. Kitap Mevlid’i anlatırken birbirinden ayrı tutulamayacak disiplinler olan dil, tarih, kültür, musiki, mimariden de faydalanıyor. Tüm bu yoğun bilgi akışı akademik bir usul ile sunulsa da yazarın yer yer sohbet yer yer deneme üslubunu tercih etmesi kitabı bir akademik okuma sıkıcılığından kurtararak konuya ilgi duyan herkesin okumasına imkan veriyor. Aynı zamanda kitap yazarın diğer dört kitabını da okuma merakı uyandıracak bağlantılara sahip. Kitabı okuyunca Nazım Hikmet, Şevket Rado, Ziya Paşa, Cemal Süreya, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Tevfik Fikret gibi dönemleri ve düşünceleri farklı birçok edebiyatçının Mevlid’den etkilenmiş olduklarını da öğreneceksiniz.

Süleyman Çelebi ile başladık Süleyman Çelebi ile bitirelim o halde.

“Ey azizler üşde başlaruz söze
Bir vasiyyet kılaruz illâ size
Ol vasiyyet kim direm her kim tuta
Misk gibi kokusı canlarda tüte
Hak Teâlâ rahmet eyleye ana
Kim beni ol bir dua ile ana
Her ki diler bu duada bulma
Fatiha ihsan ide ben kuluna”


Enes Akçay
twitter.com/enesakcay_h

21 Ekim 2023 Cumartesi

Dünyanın en çok okunan şiiri: Mevlid

Türk tasavvuf tarihine ilgi duymaya başladığım yıllarda, Kocamustafapaşa'nın eskilerinden şunları duymuştum: Özellikle Anadolu'da bir gelenek vardır ki hâlâ yaşar. Hastanın başında yalnız Fatiha değil, Eşrefoğlu Rûmî'nin Müzekki’n-nüfûs'u da mutlaka okunurdu. Ama Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i, mutlaka okunurdu. Yaşayan ve dolayısıyla yaşatan cephesiyle Mevlid’i, İbnülemin Mahmud Kemal İnal vaktiyle şöyle özetlemiş: “Vücud-u fanisi Bursa’ya ve eser-i bakisi diyar-ı İslam’a şeref veren Çelebi merhum, ne mesud insandır ki ruhu’l-kainat Efendimizin iltifat-ı seniyyelerine mazhar olarak manzume-i mübarekesi, memalik-i İslamiyye’nin her cihetinde asırlardan beri okunmuştur. Hâlâ okunuyor ve ebediyen okunacaktır.

Gerek yazıldığı dönem itibariyle gerek Millî Mücadele’den sonra okunduğu ilk yer (Bursa) münasebetiyle Mevlid; kurucu ve toparlayıcı bir metin. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalanmanın eşiğine getiren bir Fetret Devri söz konusu. Yıldırım Bayezid tarafından tesis edilen merkezî devlet, bir anda tarihten çekilme tehlikesiyle karşı karşıya. Ancak burada çok önemli bir nokta var ki o da imparatorluğun bir “Rumeli imparatorluğu” olması. Zira Fahameddin Başar’ın İslâm Ansiklopedisi’ndeki Fetret Devri maddesinde belirttiği gibi “Bu iç mücadele ve karışıklık dönemi Rumeli topraklarındaki sağlam yerleşme sayesinde atlatılabilmiş, bu dönemde ortaya çıkan meseleler yarım yüzyıl kadar sürmüş, Osmanlı devlet teşkilatı, saltanat anlayışı ve veraset usulüne tesir edecek önemli gelişmelerin başlıca dayanağını oluşturmuştur.”. Mevlid’den bahsederken bunları da mutlaka bilmek gerekiyor. Zira yazma eylemi, bir nevi kazı çalışması. Henüz ilk kazıda ortaya çıkanlarla yetinmeyenler, köprü mahiyetinde geleceğe uzanan materyalleri de keşfetmiş oluyor. İşte, kazı çalışmalarıyla meşhur bir yazarımız da Samet Altıntaş. Lejand Kitap’tan çıkan Ansızın Bir Ses İşitti Kulağım adlı kitabında, Mevlid’in “kurucu metin” olma vasfını teferruatıyla özetliyor. Kitabı, bugüne kadar Mevlid üzerine yazılmış diğer kitapların ve önemli anekdotların bir özeti olarak da okumak mümkün. Peki Mevlid’den bahsederken tarihin damarlarında gezinmeyi göze almak neden önemli? Altıntaş’ın yorumu şöyle: “Osmanlı demek genel hatlarıyla Rumeli demektir. Evet, Kuruluş’tan Kurtuluş’a, yani Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan repertuvardaki Balkan şifrelerini çözmek, devletin bir nevi ana işletim sistemini bilmek, yazılım kodlarını öğrenmek demektir. Böylesi bir derleme ve yorumlama, Türk tarihinin bazı spoilerını verecek, görklü tabloları ortaya çıkaracak, hikâyeyi görünür yapacaktır.

Yıldırım Bayezid ile Timur arasında Ankara Çubuk ovasında meydana gelen savaş (1402), Osmanlı İmparatorluğu’nu bir felaketin içine bıraktı. Ortaya çıkan olumsuz tabloya rağmen Anadolu ve Balkan topraklarında sağ salim ve yeniden hâkim güç olarak çıkıldı. Elbette burada Çelebi Mehmed faktörü devreye giriyor. Önce şehzadeler arasındaki taht kavgasından galip çıkıyor, sonra da bölgedeki tüm feodal beylere ve hatta hanedanlara rağmen tek meşruiyet kaynağına dayanan imparatorluk geleneği tesis ediliyor. Burası, yeniden kuruluş döneminin mihenk taşı. 1923’e uzanan tarihimizdeyse bir Millî Mücadele dönemi var ki Mevlid orada da kuruculuk görevini yerine getiriyor. Ama önce geniş bir parantez: Selânikî’nin kaydına göre, 1566 Sigetvar Seferi sırasında Kanûnî Sultan Süleyman’ın vefatının saklanmaya çalışıldığı bir ortamda padişahın otağında 12 Rebiülevvel gecesi Mevlid okunmuş, ertesi gece de sadrazamın çadırında tekrarlanmış. Zira III. Murad döneminde, 1558 yılından itibaren Osmanlı protokolünde Mevlid alayı var.

Parantezi henüz kapatmadık, devam ediyoruz. Fetret Devri’ni nihayete erdirerek Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci kurucusu olan Çelebi Mehmed, imparatorluğun taht-ı kadimi Bursa’ya bir Yeşil Külliye konduruyor. Samet Altıntaş’ın “Timur istilası sonrası hem madden hem manen yıkılan Osmanoğulları için bir nefes odası, oksijen çadırı, yeniden hayata dönüşünün işaret levhası” olarak yorumladığı Yeşil’in türbe mihrabını, Süheyl Ünver de vaktiyle şöyle konuşturmuş: “Dikkat ediniz! Bu tezyinat üslubum burasını kâfi derecede doldurduktan sonra, talebelerim vasıtasıyla Edirne’ye geçti. Bu Yeşil Türbesi’nde metfun olanın asil oğlu II. Sultan Murad zamanında Edirne’yi süsledi. Onlar fetihten sonra İstanbul’a geçtiler ve orada da Bizans eserlerindeki süslemelerden ve renklerden asla ilham almayarak, kendi zevklerince Türk ve Müslüman olan İstanbul’u, kitaplarından duvarlarına kadar tezyin ettiler. Ben, asil mazimin ince Türk zevki mahsulüyüm. Benden sonrakilere tam bir asır ilham verdim.

Yeşil, Cemal Kafadar’ın yorumundan yararlanmak istersek “Biz varız ve buradayız!” diyen bir yapı. Bunu aklımızda tutalım ve parantezi kapatıp Millî Mücadele dönemine gelelim. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i Millî Mücadele döneminde ilk defa Bursa’da okunuyor. Hem de Yeşil’de. Akıllara hemen şu soru gelebilir: Neden Ulu Cami’de değil de Yeşil Cami’de okunuyor? Mustafa Kara hocamız şöyle yorumluyor: “Aklıma şu husus geliyor. Bu cami de Yıldırım’dan sonra çok sıkıntılı günler yaşayan Osmanlı Devleti adeta yeniden kurulduğunda yapılmıştı.

Şimdi Samet Altıntaş’ın çizdiği çerçeveyi takip ediyor ve o günlere dönüyoruz. Bursa’daki Yunan işgali, 11 Eylül 1922 tarihinde, Selanikli Şükrü Naili Paşa’nın şehre girmesiyle sona eriyor. Bir ay sonra, 11 Ekim’de ‘İstiklâl Harbi’nin yüzük taşı’ denen Mudanya Mütarekesi imzalanıyor. Bu son derece coşkulu ve umutlu günlerde, Yeşil Cami’nde bir mevlid-i şerif programı tertip ediliyor. Mustafa Kemal Paşa, 17 Ekim’deki ilk gezisini Bursa’da gerçekleştirerek aslında bir mesaj veriyor: İmparatorluk burada kuruldu, Cumhuriyet’e giden yol da buradan geçecek. Resmî karşılamanın yapıldığı yer de ilginç: Somuncu Baba namıyla bilinen Şeyh Hamîdüddin Aksarâyî’nin Bursa’dan ayrıldığı Duaçınarı. İçlerinde Yahya Kemal ve arkadaşlarının da bulunduğu epey geniş bir öğretmen ordusu Mudanya yoluyla Bursa’ya geliyor. Mustafa Kemal Paşa da Şark Tiyatrosu’nda içlerinde Fevzi Çakmak Paşa, Kazım Karabekir Paşa, İsmet Paşa, Kemaleddin Sami Paşa’nın da olduğu bir kalabalığa konuşma yapıyor. Derken İsmet Paşa ve Türk Ocağı mensupları Yeşil Cami’ye gidiyorlar. Öğle namazının ardından Süleymaniye Camii başmüezzini Hafız Kemal Efendi ve Enderun müezzinlerinden Hafız Muhammed Bey, Mevlid okumaya başlıyor. Arif Hikmet Bey’in Bursa Seyahati adlı kitabında o büyülü dakikalar şöyle anlatılıyor: “Coşkun ses caminin duvarlarına çarpıyor, inliyor, herkesin kalbine giriyor, herkesi ağlatıyordu. Şehir ruhları büyük aşk ve dualarla inleyen büyük kubbenin bağışlayıcı ve imkân dolu derinliğinde manevi bir ışık gibi yanıyordu. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ve hükumet üyeleri, bütün Bursa halkı oradaydı. Cami dolmuş, avlu dolmuş, bütün sokaklar dolmuştu. Hacı Faik Efendi’nin duasından sonra, Yeşil Cami’den bu fanilik ve uhreviliğin karıştığı yere bizden bir şey ruhumuzun kutsal ateşini bırakmış gibi yavaş yavaş, sessizce çıktık.

Samet Altıntaş, Mevlid’in önemini yeniden hatırlattığı Ansızın Bir Ses İşitti Kulağım’da aslında şuna dikkat çekiyor: Allah’ın bir lütfu olan Süleyman Çelebi tarafından 15. yüzyılda Bursa’dan bütün İslâm coğrafyasına yayılan Mevlid, bize bizi hatırlatmaya devam ediyor...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf