Dursun Gürlek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dursun Gürlek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Ocak 2025 Cuma

Bir hoş temaşa: Kültür Dünyamızdan Manzaralar

"Şairin "o mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler" dediği gibi milletler de umumiyetle kendilerinin vücuda getirdikleri kültür eserlerinin değerlerini pek fark etmezler. Bunun sebebi yarattıkları eserlerin onlara çok tabi gelmesidir. Bir Türk için halıdan, kilden, yoğurttan, şiş kebaptan, Süleymaniye Camii’nden, Yunus’tan Mevlevi ayininden, Erzurum barlarından, Köroğlu’ndan, Kerem ile Aslı‘dan, misafirperverlikten, iyilikten daha tabi ne olabilir? Bir balık için deniz neyse bir Türk için asırlar boyunca içinde yaşadığı kültür odur."
- Prof. Dr. Mehmet Kaplan

Prof. Dr. Mehmet Kaplan hocanın yıllar evvel ifade ettiği gibi içerisinde bulunduğumuz kültürün değerini kültür öğelerinin bizlere doğal ve olağan gelmesinden dolayı tam anlamıyla idrak edemiyoruz. Halbuki hayata bakışımız, yaşayış biçimimiz, eserlerimiz, tebessümü sadaka kabul eden dinimizin bizlere kazandırdığı şahsiyet ve tavır bugün bizim olarak bahsettiğimiz kültürün temelini oluşturmaktadır.

Eşiğinde hayli zamandır beklediğimiz kapının gün gelip de açıldığını bir anlık da olsa tefekkür edelim. Kapının açıldığını gördüğümüz vakit yapacağımız şey kuvvetle muhtemel kapıya yaklaşmak ve usulca içeriye sokulmak olacaktır. Hayli zamandır beklemenin verdiği heyecan, meraklı gözlerimize yansıyacak ve karşımıza çıkacak manzaranın seyir keyfini katlayacaktır. Ben kendimi bildim bileli bizden olanın, bizi yansıtanın, manevi lezzet ve doygunluk verenin eşiğinde dolanırım. İçeriye girmek, nasiplenmek ne denli nasip olmuştur bilemem ama kapının ardında bir kıymet olduğunu bilirim. İşte burada beyhude lakırdıyı kesip içeride bizi bekleyen temaşaya dikkat kesilmek gerekir.

Dursun Gürlek’in kaleme aldığı Kültür Dünyamızdan Manzaralar kitabı medeniyetimize şekil vermiş şahsiyetlerin, kitapların, Türk İslam medeniyetine ait eserlerin, esasların bir manzarasını teşkil etmektedir. Bu manzara bizim kıymet vererek sabır göstererek işlediğimiz ve vücut verdiğimiz medeniyetimizin manzarasıdır. Çeşitli anektodlarla, anılarla, fıkralarla donatılmış bu manzara tezahürü, kendine has anlatım tarzı ve vuruculuğuyla bir çırpıda okunacak bir eser teşkil etmektedir. Yazarın meydana getirdiği bu manzara tezahüründen örneklere bakıp manzaranın keyfini çıkarmak, lezzet dolu sayfalardan ruhun gıdasını nasiplenmek de bizlere düşüyor. İnsan Allah lafzının bir şifa vesilesi olduğunu, depresyon ve tansiyon hastalarında iyi sonuçlar verdiğini okudukça yüzde bir tebessüm ile Allah lafzını tekrarlıyor ve eserde şu satırlara dikkat kesiliyor:

Hollandalı bilim adamı ve psikolog Vander Hoven, Allah kelimesini oluşturan harflerin hastaları iyileştirdiğini ispatladığını belirtti. Müslüman olmayan fakat İslam üzerine yaptığı çeşitli araştırmalar ile tanınan Hoven, Kur’an okumanın ve Allah kelimesini tekrar etmenin gerek hastalar gerekse sağlıklı insanlar üzerinde olumlu sonuçlar verdiğini açıkladı. Üç yıldan beri birçok hasta üzerinde araştırma yaptığını ifade eden Hoven, hastalarından bazılarının Müslüman olmadığını, bazılarının da Arapça bilmediğini, buna rağmen, hastalarına Allah kelimesini öğrettiğinde alınan sonucun çok mükemmel olduğunu, depresyon ve tansiyon hastalarında çok daha iyi sonuçlar verdiğini belirtti.

Allah kelimesinin ilk harfi olan (A) harfi, solunum sisteminden direkt çıkıyor ve nefes almayı düzenliyor. Damaktan söylenen (L) harfi ise, dil hafifçe damağın üst kısmına dokunuyor, çene kısa bir duraklamayla birlikte aynı işlemi tekrarlıyor. İki (L) harfi olduğu için bu işlem nefes alıp vermeyi rahatlatıyor. (H) harfi çıkartılırken, akciğer ve kalp arasında bir ilişki oluşuyor ve işlem sonucunda kalp atışları düzeliyor.


Kültür manzaralarımıza dikkat kesilecekken bilim adamı zatın bu araştırması ve izahı biz okurların ilgisini bir hayli kitaba vermesine vesile oluyor. Yazının devamında yazarın yer verdiği bizden bir fıkra da meseleyi iyice tatlandırıyor:

Bir Mevlevi ile bir Bektaşi beraberce yolda gidiyorlarmış. Bir ara Mevlevi, “Biz Allah der, döneriz!” demiş. Sözü Bektaşi alıp “Biz Allah der, dönmeyiz!” cevabını vermiş. Yazarın da söylediği gibi el hak ikisi de doğru söylemiş, bütün bir kainat Allah der döner, sesler ve yürekler bir olur. Allah der.

Üzerinde yaşadığımız ve dünümüzün Türk-İslam beldeleri olan bugün ise komşu coğrafyalar diye adlandırdığımız topraklarda doğmuş, gelişmiş ve yerleşmiş bir medeni birikime sahibiz. Takdir edersiniz ki medeni ve kültürel birikim kitapların yazılması, nesilden nesile aktarılarak okunması ile mümkündür. Kitaba kıymet vermek, başının üzerinde tutmak bu işin ilk kuralıdır. Kültür Dünyamızdan Manzaralar kitabından bahsetmişken ve okurların ziyaretini murad ederken kitap meselesinden konu açmamak olmazdı. Efendim kitapta nakledildiğine göre: Osmanlı Şeyhülislamlarından Arif Hikmet Bey’in kitaplara çok düşkün olduğu, kendi adına hem İstanbul’da hem de Medine’de kütüphane kurdurduğu biliniyor. Develerle taşınan kitaplar şöyle aktarılıyor:

Merhum Ali Ulvi Kurucu hocamızın hatıralarından anlaşıldığına göre, Şeyhülislam da, ailesiyle birlikte Medine’ye yerleşmek istiyor. Fakat devrin Padişahı Abdülmecid, senin İstanbul’da yapacağın hizmet daha önemli diyerek engel oluyor. Mecburen İstanbul’da kalan Arif Hikmet merhum, hanımına “Hanım, ben ölünce kitaplarımı sandıklara koydur. Medine-i Münevvere’deki kütüphane binasına götür. Yapılmış, hazır bekleyen dolaplarına yerleştir. Kendin de bitişikteki evinde otur. Ecelin gelince Cennetü’l Baki’ye gömülürsün.

Arif Hikmet Bey vefat edince, bu muhterem hanımı, vasiyeti yerine getiriyor. Binlerce cildi sandıklara yerleştiriyor, develerin sırtında Medine’ye naklettirip dolaplara dolduruyor. Kendisi de burada kalıyor ve ölünce Cennetü’l Baki’ye defnediliyor.

Yine eserde nakledildiğine göre bu kitapların macerası bu kadarla da sınırlı kalmıyor ve cihan harbinde Şam’a taşınıp tehlike geçince geri getirtiliyor. Kitaplara düşkün bu zat-ı muhteremin ve kitaplarının kültür dünyamızda zerre kadar yer tuttuğunu hesap edersek ihtişamını kanıksayamayacağımız bir manzaranın, dibini göremeyeceğimiz bir deryanın tam da yanımızda yöremizde olduğunu bilmeliyiz.

Kültürümüz giyimiyle, yemeğiyle, düğünü, cenazesiyle, Yunus’u, Mevlana’sı, Karacaoğlan’ı ile bir bütün halinde seyreder. Tarih de bu bütünün bir parçası olarak kültürü değiştirir, dönüştürür ve devam ettirir. Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u ve Anadolu’yu bir ilim yuvası haline getirme uğraşı, alimlere verdiği kıymet ve milletine kazandırdığı İstanbul kudretin ve tarihin kültüre olan etkisinin en net örneklerindendir. Kitapta Fatih Sultan Mehmed’e atfedilen fıkra okurların oldukça hoşuna gitse gerek:

Bir gün, Fatih’in önüne garip bir derviş çıkıyor; "Padişahım! Siz İstanbul’u bizim dualarımız sayesinde aldınız!” diyor. Hükümdar hafifçe gülümsedikten sonra, “Doğru söylersin derviş baba, fakat bunun da hakkını unutma!” karşılığını vererek, kılıcını gösteriyor.

Allahüalem İstanbul hem dua hem kılıç sayesinde fethediliyor. Bugün Ayasofya İslam’ın nuruyla ayakta ise bu sayede oluyor. Peygamber müjdesine mazhar olmak isteyen nice hükümdar, Bizans yollarına düştü. Eyüp Sultan başta olmak üzere nice İslam askerleri surların dibinde şehit düştü. Yirmi bir yaşındaki delikanlı, Edirne’den hareket edince, Bizans kralının içine bir kurt düştü. Derken tekbir sesleri arasında surlar düştü. Sonra şehir düştü. İstanbul’un fethi, kutlu bir düştü. Ve bu şeref, Sultan Mehmed Han’ın payına düştü.

Efendim temaşayı seyre karar kılmışken lakırdıyı fazla uzatmamak gerekir. Yine de dilimiz döndüğünce manzaranın seyri için tavsiyede bulunmuş olalım. Bizim olanın ne ucu var ne bucağı. Kıymetlerimiz, eserlerimiz, şahsiyetlerimiz anlatmakla, misaller vermekle de bitmez. En iyisi biz fani dünyada kendimizi bir yoklayalım. Kitaptan naklettiğime göre memleketimin ulusu Ebu’l Hasan el-Harakani hazretlerine “nasıl vakit geçiriyorsun” diye sorduklarında muhataplar şu ilginç cevabı alıyorlar: Bir taraftan Cenab-ı Hak benden halis bir iman istiyor. Diğer taraftan Resulullah, Kur’an’a ve sünnete sıkı sıkı sarılmamı emrediyor. Öbür yandan İblis bana “İnat ve isyan et” diye sesleniyor. Beri yandan ölüm meleği canımı almak istiyor. Ayrıca çoluk çocuk yiyecek içecek istiyor. Böyle bir durumda ben nasıl olabilirim, var sen kıyas et!..

Efendim uzun lafın kısası biz okurlar okur okur döneriz, bizlere okumayı öğreten Allah’ın adını der döneriz. Bir anlık tefekkür, bir kapı eşiği, bir manzara tezahürü, bir seyrine doyum olmayan temaşa. Bildik mi efendim?

Erdi Oran
oranerdi@gmail.com

28 Eylül 2023 Perşembe

Akıl her kapıyı açmaz, ille de aşk lâzımdır

"Zâhid-i bî-hod ne bilsin zevkini aşk ehlinin
Bir aceb meydir muhabbet kim içen hüşyâr olur."

- Fuzûlî

Türkçemizin en güzel anlamlara sahip kelimelerindendir muhabbet. Kelimeye dair ilk düşüncelerimizde karşılıklı sohbet olsa da aslında muhabbet, kökü itibariyle sevgi, aşk ve sevda anlamlarına gelir öncelikle. Dostluk, bağlılık, sohbet ve yârenlik ise sonraki kıymetli anlamlarıdır. Birine muhabbet beslemek, aynı zamanda onu sevmek demektir. Muhabbet etmek, dostça konuşmak ve dolayısıyla dostluk etmektir.

Muhabbetullah vardır bir de, Allah sevgisi, Allah aşkı anlamına gelir. Sonra tabiatın içine gizlenmiş muhabbet çiçeği vardır, evlere neşe katan muhabbet kuşu vardır, aşk mektupları bir araya gelince muhabbetnâme olur, beslediği sevgi yüzünden eziyet ve sıkıntılara uğrayanlara muhabbet-zede denir. Velhasıl pek hoş bir kelimedir muhabbet.

Dil, kültür ve tarih araştırmacılarımız içinde hem muhabbetiyle hem de yazdığı eserleriyle Dursun Gürlek hoca çok ayrı bir yerde durur. Timaş Yayınları'ndan Eylül 2023 itibariyle çıkan Muhabbet Ateşi kitabı ilk sayfalarından itibaren lezzetli üslubu ve tarihin, kültürün her penceresinden bakan tavrıyla okurunu gönlünden yakalayan bir çalışma. Hocanın daha evvel yazıp meraklılara sunduğu Ayaklı Kütüphaneler'i, Çınaraltı'nda Kitap Sohbetleri'ni, Maziye Bir Bakıver'i, Kültür Dünyamızdan Manzaralar'ı, Karınca Huzura Varınca'yı, Tebessüm ve Tefekkür'ü okuyanlar, hiç değilse karıştıranlar gayet iyi bilirler ki Dursun Gürlek'in kitaplarındaki her konu başlığı bir belgesel, bir başka kitap gibidir. Okuyanına renk katar, iklimini değiştirir. Güncelin ve gündemin ağırlığını alır, dil zevkiyle yüreğini hafifletir, yeni bir bakış açısı ve görgü kazandırır. En çok da hayatta her müşkülün akılla çözülemeyeceğini, aklın yanına mutlaka irfanın da sokulması gerektiğini, bilhassa aşksız asla olmayacağını anlatır hoca. Çünkü: "İlâhî ve derûnî güzelliklerden nasibini almayan akıl, sâhibini kolayca gurûra, kibire sevk edebilir. İlmî enâniyet sâhibi kimselerin, aynı zamânda çok akıllı olduklarını, akıllarını bir nev'i putlaştırdıklarını unutmayalım. Şeytânî akıllarıyla herkese tepeden bakan, tekebbürlerinden dolayı yanlarına yaklaşılmayan bu adamlara iblisin rehberlik yaptığını bir kere daha hatırlayalım. Biliyorsunuz işte iblis Allah'a karşı, mantık yürütmekten bile çekinmedi. Cenâb-ı Hakk Âdem Aleyhisselâm'a secde etmeyişinin sebebini sorunca, 'Yâ Rabbi! Beni ateşten, Âdem'i ise topraktan yarattın. Ateş topraktan daha üstündür!' diye cevap verme küstahlığında bulundu. Bu cevap da onun şeytanlık derekesine inmesine sebep oldu. Demek ki kuru akıl, aynı zamânda dizginlenmemiş akıldır. Bakınız Fuzûlî ne güzel söylüyor: Ben aklımdan isterim delâlet / aklım bana gösterir dalâlet."

Gürlek hoca, çok mühim bir celvetî mürşidi olan müfessir ve şair İsmâil Hakkı Bursevî'den bir misal anlatıyor. Hazretin Ruhü'l-Mesnevî kitabının birinci cildinde nakledilen bir mesele var. Nâr, yani ateş, bir gün "Yâ Rabbi! Varsayalım ki sana itâat etmeseydim, benden daha şiddetli bir nesne ile azap eder miydin?" diye sorar. Âlemlerin Rabbi "Nâr-ı kübrâmı (büyük ateşimi) senin üzerine musallat ederdim." diye buyurur. Nâr bunun üzerine "Benden daha büyük ateş var mı?" diye tekrar sorar. Kâdir Mevlâ o zaman da şöyle buyurur: "Evet var. Bu, velîlerimin kalplerine yerleştirdiğim nâr-ı muhabbettir (muhabbet ateşidir)." Dursun Gürlek şu güzel yorumu ekliyor: "Bundan anlaşılıyor ki emânet-i kübrâ denilen büyük emânetin sırrı, işte bu aşk üzerine kuruludur. Onun için insandan başka hiç kimse ona tahammül edemedi. Zirâ en büyük azaptır. Yûnus'umuz aşk ateşinin özelliklerini şöyle dile getiriyor: Dağa düşer kül eyler, gönüllere yol eyler / sultanları kul eyler, hikmetli nesnedür aşk / denizleri kaynadur, mevce gelir oynadur / kayaları söyledür, kuvveetli nesnedür aşk."

Muhabbet Ateşi'nde okurları hangi muhabbetli konular bekliyor? Osmanlı zarâfeti, levhimahfuz, çınar kovuklarında yaşayanlar, zekâ küpü çocuklar, rüyâda tedâvi, yetmiş kitap ezberleyen Mihrî Hatun, padişahların gönlüne tâcı tahtı bırakıp bir tarike girme arzusu koyan mürşidler, sırlı ölümler, ruhlar âlemi, kürsü ve salon müdâvimleri, Erzincanlı Terzi Baba ve menkıbeleri, Beyazıt'taki anıt ağacın ölümü, Yeraltı Câmii imamı Üsküdarlı Ali Efendi, Fuzûlî hayranı papaz Kevork Terzibaşıyan, Safer Efendi'nin sohbetlerinden birer demet, Münevver Ayaşlı'nın işittikleri, gördükleri ve bildikleri, Tâhirü'l-Mevlevî ve Müslümanlıkta ibâdet târihi, İslâm Ansiklopedisi heyecanı, Selâmünaleyküm Baba, Süleyman Nazif ve "Şehidin Babası", köşe yazarlarından cehâlet örnekleri...

Kültür tarihimizin bugünlere ışık olabilecek ayrıntılarında gezinmek, yaşadığı döneme ve sonrasına derin tesirleri olmuş şahsiyetleri tanımak, kitapların ve hikâyelerin arasında nefeslenmek için Muhabbet Ateşi pek güzel bir imkân. Bereketli okumalar.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

13 Haziran 2017 Salı

Kitaplarla sohbetin eşsiz dünyası

"Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül sohbet ister kahve bahane."

Alberto Manguel, Geceleyin Kütüphane adlı yapıtının giriş bölümünde “Latifi adıyla bilinen Osmanlı şairi Abdüllatif Çelebi kütüphanesindeki her bir kitap için: bütün dertleri defeden hakiki ve müşfik dost." dediğini söyler. Akşit Göktürk, Okuma Uğraşı kitabında D.H. Lawrence’nin Kitaplar adlı denemesinden “Bir kitap, iki kapaklı bir yeraltı kovuğudur.” alıntısını yapar. Cemil Meriç ise, Bu Ülke kitabında “Kitap limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.” yazmıştır.

Her kitap okurun ayrı bir dünyası vardır. Bu farklılık içerisinde yaşayan okurun aykırı bir dünyası olması kaçınılmazdır. Dursun Gürlek'in, Çınaraltı Kitap Sohbetleri yapıtının her sayfasında başka bir dünyanın yolculuğuna çıkıyorsunuz. Gürlek “Medeniyet sahnesinde bize rol verilmiyorsa, kitaba yeniden dönmenin vakti gelmiştir” diyerek kültür hazinemizin zenginliğinden bahsetmiştir. 10. baskıya ulaşmış ve Timaş Yayınları tarafından neşredilen kitapla birlikte Nurullah Ataç’ın “Hepimizde geçmişin izi vardır; yüzyılların bıraktıkları, öğrendiklerimiz içimizde yer etmiş benliğimize işlemiştir” sözü gelecektir kulağınıza.

Üç bölümden oluşan kitabın ilk bölümünü “Kitap sohbetlerine” ikinci bölümünü “Düşünürken gülümsememiz için” ve son olarak üçüncü bölümü “Kitap adamlar kitap hakkında dediler ki” şeklindedir. Yapıtın içerisinde belli başlı bazı bölümlerinde doğuda kitap sevgisi başlığı altında “Yazma kitaplarımızın başlarına, ortalarına ve sonlarına kitap sevgisi hakkında kaydedilen Türkçe, Arapça ve Farsça hem mensur hem manzun olarak güzel sözlerin yazıldığı” (sf:18) belirtilirken, Hasan Sabbah’ın kütüphanesinden Ahmet Mithat Efendi'nin kitap sevgisine kadar hasbihal edebileceğiniz nice başlık mevcuttur. Dursun Gürlek, "Ayakkabısı Yamalı Edebiyatçı" başlığında "Toplumun seviyesi o toplumda yetişen bilginlere, sanat ve maharet erbabına gösterilen saygıyla doğru orantılıdır. Üzülerek belirtelim ki, bu ölçüyü kendi ülkemizin değerlerine uyguladığımız zaman, son derece vahim bir manzara ile karşılıyoruz” diyerek toplumsal bir eleştiride de bulunmuştur. (sf:23)

İkinci bölümde yer alan "Hafıza Şampiyonları" başlığında İkinci Mahmud’un bir yaşantısından, Yavuz Sultan Selim'den caize koparmak için kasideyi kendisinin yazdığını söyleyen şaire, “Bak bir kerede ben okuyayım” diyerek utandırdığını yakın tarihimizde ise Halil Yınanç, Ali Emiri Efendi, Muallim Cevdet ve İbnülemin Mahmut Kemal gibi zatlara dair bilgiler öğreniyoruz. Aynı bölümdeki “Bunlara Kitap Okuyucusu Denir mi?” başlığı altında medya pompasıyla, reklam kampanyalarıyla gündeme taşınan üçüncü sınıf kitaplara insanların mal bulmuş mağribi gibi saldırıları eleştirilirken devamında “çok satan, fakat az kitapların alıcıları da iyi okuyucu sınıfına giremezler ”der Gürlek.

Üçüncü bölümde yazar, kitaplar hakkında Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, Cemil Meriç’e, Dr. Sigrid Hunke’den, Prof. Süheyl Ünver’e, Ahmet Rasim’den Muzaffer Gökman’ın yazılarına ve görüşlerine yer verirken, "Yayıncılar ne diyor?" başlığında da kitap neşreden emekçilerin görüşlerine başvurmuştur.

Kapanışı Cemil Meriç'in Bu Ülke kitabından bir paragrafla yapalım:

Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar hazinelerinin kapılarını açan büyü, kitap."

Baturhan Ergin
twitter.com/erginbaturhan

20 Haziran 2012 Çarşamba

Çayınızı alın ve medeniyet yolculuğuna çıkın

Yaşı 60'ın üzerine varıp da kitap, kalem, kültür ve tarih üzerine konuşmalar yapan tüm büyüklerimden daima ilham almışımdır. Onların sohbetlerini dinlemek, yazılarını okumak, hem okuyup yazmaya hem de yaşamaya dair olan iştahımı daima artırmıştır. Dursun Gürlek, gerek televizyonda yaptığı tarihi miras programlarıyla gerek Timaş Yayınları'ndan çıkan kitaplarıyla insana işte bu iştahı aşılayan nadir gönül erlerinden biri.

"Matbaanın bulunmadığı ve kitapların büyük zorluklar içinde çoğaltıldığı çağlarda kitabon, ilmin ve ilim adamının gördüğü itibar aranır hale gelmişse; kitaplar çoğaldıkça, matbaalar arttıkta okuma oranı düşüyorsa ve artık "medeniyet" sahnesinde bize bir rol verilmiyorsa, kitaba yeniden dönmenin vakti gelmiştir."

3 bölümden oluşan "Çınaraltı Kitap Sohbetleri"nde bizlere ağırlıklı olarak kitap, hafifletilmiş olarak da tarih feneri yakıyor. 300'e yakın sayfalık kültür gezintisinde zerre kadar yorulmuyor, aksine her konu başlığında müthiş bir enerji depolaması yaşıyorsunuz.

"Başların ayak, ayakların baş olduğu bir toplumda ilimden, irfandan eser kalmaz. Para mâbut, banka mâbet haline geldiği için kütüphanelerin duvarlarında sessiz çığlıklar yankılanıyor."

Cemil Meriç'in yaşamının son yıllarında ona yaptığı kitap okumalarıyla kitap iştahı zirveye ulaşan, çevresindeki kalem erbablarıyla diyaloğunu daima sıcak tutan ve üslubuyla size zenginlik katacak olan Dursun Gürlek, hafızasıyla da beni kendisine hayran bırakmıştır.

"Eğer okuduklarını hafızanda saklayamazsan, kitap toplamanın hiçbir faydası yoktur. İlmin evdeyken, bir mecliste bulunmayı ister misin?"

Yaz sıcaklarında zihnini dinlendirmek ve bir çay eşliğinde medeniyet yolculuğu yapmak isteyen tüm ruhları bu sohbete davet ediyorum.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler