Alaska’da Bir Kayın 56 sayfadan oluşuyor ve 21 şiir barındırıyor. Biçer’in form veya anlamsal olarak şiir anlayışının farklı tezahürlerini görebilmek mümkün bu kitapta. Yani tekdüze devam etmeyen, iyi bir ilk kitapla karşılaşacaktır okuyucu kitabı eline aldığında. Ben de kitaptan alınacak şiirsel hazzı öldürmemeye çalışarak, önce şiirlerle ilgili genel bir çerçeve çizip sonra da bir iki şiire değinip yazıyı tamamlamak istiyorum. Ayşe Nur Biçer’in şiiri imgesel anlamda yoğun bir kitap değil. Birçok şiiri ilk okumada kendini ele veriyor. (Bu şiirsel olarak kötü bir durum değil elbette) Ama bu, imgeyi hiç kullanmadığı anlamına gelmez şairin. Üstelik bu imge-imgesizlik arasındaki denge tutturuşu okuyucu açısından da okunurluğu ve kitaba farklı zamanlarda tekrar dönmeyi kolaylaştıracaktır.
Şiirlerde genel anlamda belli bir devinim hâkim diyebilirim. Statikten ziyade bir hareketi, dinamizmi ortaya çıkarmaya çalışan enerjik şiirleri var şairin. Hatta bazen tez canlılık bile görebiliyoruz şiirlerde. Ki bence bu da şiiri bir üst segmente taşıma açısından son derece değerli bir nitelik:
“sıkılmaz mı bir organ hep aynı yere bakmaktan/bir veranda, kayaların himayesinde bir mezar/rüzgârda sallanan yaprakların gölgesi/bir şapel tavanı sıkılmaz mı/medcezir olsa da savrulsam demez mi bir deniz/kepenkler kapanmaktan/bir cam aynı yere bakmaktan bıkmaz mı/cihazlar el değiştirmek ister de -neden olmasın/sarı abajur ansızın kırılmak istemez mi” (sf: 11)
“kalmıyor gördün mü hiçbir şey kaldığı sanılan o yerde” (sf: 19)
“göç etmeyi cılız bir nabza yeğledim” (sf: 48)
Lirik bir şair Biçer. Şiirlerinin hemen hemen tamamında lirizmin ve yer yer melankolinin hâkim olduğunu görebiliyoruz. Bazı şiirlerin bazı bölümleri veya bazen tek dize bana Cemal Süreya’yı hatırlattı. Zaten lirik ve melankolik bir şiir başka kimi hatırlatacaktır:
“sana kendimden başka cümlem kalmadı” (sf: 14)
Sanatı, estetiği, şiiri, doğayı, dünyanın bütün ‘çekiciliği’ne tercih edenler var. Bu durumu başka insanlar değil, bu saydıklarıma önem verenler daha iyi anlar. Ve genel insan toplulukları için bu saydığım değerler ancak “karın doyurmayan çiçek böcek edebiyatı” veya “sanat sepet işleri”dir. Fakat bahsettiğim, hayatın altında ezilmiş, karnı aç, çocuklarının ihtiyacını karşılayamayan anne babalar değildir. Çünkü karnı aç bir insana şiir okunmaz.
Benim bahsettiğim, orta halli ama kendini dünyaya kaptırmış, ‘normal’ diyebileceğimiz insanlar. Şair Ayşe Nur Biçer onlardan değil, şiirlerinden anladığımız kadarıyla. Aslında şiir yazan çoğu kimse de onlardan değildir. Çünkü şairler ile dünya arasında genellikle bir uyumsuzluk söz konusudur:
“Dünyayla aramda yıkılmış köprüler var” (sf: 15)
“Şehrin akustiğine saklanmış bunca ses arasından/bir ben mi duyuyorum tıkırtısını göçmen kuşların” (sf: 28)
Aynı zamanda hayatın detaylarını da yakalamaya çalışan bir hâli var şairin. Bu da sanata ve estetiğe bakma hâlinden kaynaklanıyor olmalı:
“ben bir azığı sırtlanırken/olmadık şeyler konuşurum karıncalarla/birlikte şaşarız bir karıncanın eklemlerine bazen/bazen bir kadın boynunun dayanıklılığına” (sf: 21)
Ayşe Nur Biçer’in şiiri okura tekinsiz bir alandan değil daha güvenli bir alandan sesleniyor. Sokak genellikle işin içinde ancak o sokak bile güvenli diyebiliriz. Hayat zaten hep akıyor şiirlerde. Hatta bazı şiirlerin somut olaylardan yola çıkarak kaleme alındığı görülüyor. Zaten şiiri geçtim her dizenin şairin hayatında bir karşılığı olmalı görüşünü savunuyorum ben ama Biçer’in bazı şiirleri bütün hâlde tek bir olaya indirgenmiş. Genellikle bu tür şiirlerde Garip akımının etkisi göze çarpıyor. (Ortakyaşam Şiiri gibi):
“renklerin sabah sayımını yaparım/yeni açılmış bir demet kurşun kalemle/her şey ince bir salkım zaten/hiç çiçek yetiştiremedi annem de.”
Bir de kısaca Önceden Planlı Bir Şey Olmasa şiirine değinip yazıyı tamamlamak istiyorum. Bu şiir hayatın olağan akışında karşılaşılan, tam evden çıkacakken eve habersiz misafir gelmesi durumunun hem eğlenceli hem de ironik bir biçimde şiirleştirilmiş hâlidir. Bu tür, hayatın içinden olan sahneleri şiire taşıyan hatta şiiri bunun üzerine kuran ‘cins kafalar’ edebiyatımıza her zaman gerekli diye düşünüyorum. Yani herkes İsmet Özel şiiri yazmaya çalışmamalı bence. Orhan Veli, Behçet Necatigil vb. şiirleri de dev şiirlerdir. Kim Metin Eloğlu şiirini küçümseyebilir? Ben bu şiirde, bu şairlerin bazı şiirlerinin rengini gördüm.
İyi bir ilk şiir kitabı Alaska’da Bir Kayın. Bana hitap etmeyen sadece iki üç şiir oldu diyebilirim. Onun dışında özellikle sevdiğim, başarılı bir şekilde kurulmuş ve anlamsal açıdan da değerli dört şiir seçtim kendime. Bu şiirlerden de altını çizdiğim bazı dizeleri paylaşıp yazıyı tamamlamak istiyorum. Uzun zamandır İsmet Özel ve Necatigil şiiri dışında şiir kitabı okumuyordum. Biçer’in kitabı beni tekrar yeni şairlerin kitaplarına yöneltecek sanıyorum.
Mümkün Mertebe: “kendime havadislerim var, yeni yeni ulaklar edindim” “vazgeçme, bil ki ziyan değil iç döküşün.”
Cemreyi Düşerken Görmek: “Bahçede unutulmuş mahsul gibi/Hâlâ üzerimde şu acemi gömleği”
Vapur Taksimi: “deniz ortasında bir ırmak tutuyor bizi/misafirlerini ağırlıyor çığlıklarıyla martılar/aklımızda ne memuriyet ne emeklilik garantisi/babalarımız avuçlarımızda sınır çizgisi.”
Önceden Planlı Bir Şey Olmasa: “o muyum ben annemim gördüğü kırıntılar kadar mı/duvardaki nişleri kör noktalar, spotlar kadar mı/konuşmaya başladı durdurulamaz içimdeki babane/ uzunca anlattı yine misafirperverliğimin kâfi olmadığını/komşuları henüz çağırmadığımı ikram yapmadığımı/ bazı çözümler üretmiştim neyse ki hazırlıklıyım/kimse görmeden bir iç ses tıkacı takacağım.”
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif13