"Croisset’nin münzevisi. İlk modern romancı. Gerçekçiliğin babası.
Romantizmin kasabı. Balzac’ı Joyce’a
bağlayan dubalı köprü. Proust’un habercisi. İnindeki ayı. Burjuvalardan korkan
burjuva… Bütün bu unvanlar soyluluk unvanlarına kayıtsız kalan biri tarafından
edinilmiştir. Onurlar onursuzlaştırır, unvanlar insanın değerini düşürür,
görev insanı aptallaştırır."
Gustave
Flaubert üzerine yazılmış bir deneme-roman diyebiliriz “Flaubert’in Papağanı”
için. Aslında biyografinin, kitabın tamamına hakim olduğunu söylemenin mümkün
olması ile beraber kitap, birçok farklı konuyu ve üslubu da içinde
barındırıyor. Usta yazar Flaubert’in yaşamına, düşünce dünyasına ve kitaplarına
dair her şeyi sıra dışı bir üslup ile işlemesinin yanında, farklı zamanlarda
geçen iki hikâye ile de kitaba romansallık katıyor. Normal bir yaşam öyküsünden bu yönüyle çok
farklı olan kitabın, bir diğer yönü ise okuyucuyu pasiflikten kurtararak
kitabın içinde, genelde kitap sonuna saklanan ya da kitabı özümseyerek bir
müddet sonra herkesin kitaptan yapacağı kişisel çıkarımları için okura zaman
tanımayarak, okura her sayfada aktif bir düşünce atmosferi yaratmasıdır.
Yazar adeta Flaubert’e dair her ne varsa
didik etmiştir. Flaubert’in yaşamındaki olayları detaylı olarak işlerken de
Geoffrey Braithwaite’in hikâyesi kitabın farklı bölümlerinde devreye girerek
Flaubet’in yaşamına eklemlenmiş ve ilgi çekici bir yazın ortaya çıkarmıştır. Ayrıca
belirtmek gerekir ki yazar, okuru dev bir sarmaşığa korkarak tırmandırırken,
aşağının yüksekliğini göstermeyerek de okuru yüreklendirmiştir.
Julian Barnes, kitapta iki öykü arasında yer
yer gidip gelmiştir. Aslında ana öykü olan Flaubert’in yaşamı ve birincisine
göre daha az yer teşkil eden emekli doktor ve Flaubert uzmanı Geoffrey
Braithwaite’in hayatta olmayan karısı Ellen’in ilginç yaşam hikayesini
anlatmıştır. Burada ilginç olan nokta: J. Barnes, okuru Ellen’in yaşamı ile
Flaubert’in yaşamı üzerine kafa yormaya zorlayarak, farklı zamanlarda yaşayan,
evli bir kadın olan Ellen ile ünlü bir yazar olan Flaubert’in yaşamı arasında
büyütecimizi gezdirmemizi istiyor gibi duruyor.
Kitabın başından sonuna kadar Geofrey
Braithwaite, Gustave Flaubert’in “Saf Bir Kalp” adlı hikâyesini yazarken
kullandığı ve iki tane olan papağanlardan hangisinin onun gerçek papağanı
olduğunun ve hangisinin sahte olduğunun araştırmasını konu ediniyor. Julian
Barnes burada “gerçeklik” olgusu üzerinde durup bizleri gerçeklik üzerine
düşünmeye davet ediyor.
Ozan Şen