Yeni Politik Kültürün Dünyasında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni Politik Kültürün Dünyasında etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2018 Cuma

Politik Kültür versus Popüler Kültür

“Dünya yapay zekâyla ürettiği robotik varlıklara duygu aktarılıp aktarılamayacağını konuşuyor. Bizler ise sakız çiğnemenin veya denize girmenin orucu bozup bozmayacağını her sene öğrenemiyoruz. Böyle mi alternatif oluşturacağız? Dünyaya söyleyecek sözü olduğunu iddia ettiğimiz bir dinin müntesipleri olarak dünyaya söyleyecek sözümüz bunlar mı?”

Bir konferansta dinlediğim konuşmacı böyle diyordu. Bizler bugün dünyanın değişim hızına yetişmeyi bile hayal edemeyecek durumdayız. İçimizde el yordamıyla yol bulmaya çalışanlarımız mevcut ve fakat onlar da bu değişimi anlamaya çalışmaktan öteye geçemiyor. İstatistiki bilgileri pek sevmem. Meseleyi rakamlara devşirdiğinden anlamı boğduklarını düşünmüşümdür hep. Oysa anlamı derinleştirip anlatımı etkili hale getirerek anlamayı kolaylaştırdığı düşüncesi hâkimdir. Denemek de fayda var. Araştırmalara göre “son çeyrek yüzyıldaki bilim ve teknolojideki gelişmeler insanlık tarihinin tamamındaki bilim ve teknolojik gelişmelerden kat kat fazla” imiş. Bu değişimin elbette bilim ve teknolojiyle sınırlı kalması düşünülemez. Bu gelişmeler yanında siyasi, toplumsal, ekonomik, kültürel değişimleri, dönüşümleri beraberinde getiriyor. Kısacası dünya çok çok hızlı değişiyor ve biz…

Beyan Yayınları’ndan çıkan Yeni Politik Kültürün Dünyasında adlı kitap dünyadaki bu değişimi özellikle sosyolojik açıdan anlamlandırmaya yönelik bir değerlendirmeye tabi tutuyor. Kitap, 2006 yılında televizyonda yayınlanan ve iki yıl kadar süren Düşünce Gündemi adlı programdaki katılımcılardan Abdurrahman Arslan’ın görüşlerini içeriyor. Karşılıklı konuşma havasında geçen programdaki akış formu bozulmamaya gayret edilerek yazıya geçirilen eser Asım Öz tarafından hazırlanmış. Hazırlanışı itibariyle birbirinden bağımsız gibi duran konular yetkin bir bakış açısının ürünü olduğundan bağlantılarını kurmak zor olmuyor.

Abdurrahman Arslan’ın kitaba alınan değerlendirmelerinin çerçevesini kendisinin “yeni politik kültür” dediği kavram oluşturuyor. Bu kavrama göre modern anlamda politika yapılması artık imkânsız hale gelmiştir ve postmodern düşüncenin ortaya çıkardığı yeni bir düşünsel, eylemsel biçim oluşmuştur. Bu oluşum sanattan siyasete, ekonomiden çevreye, ahlaki değerlerden dine kadar geniş bir alanda siyasi, sosyolojik, kültürel farklılaşmalara yol açmıştır. Dikkat çekilen oluşuma neden olan en önemli şey teknolojideki muazzam gelişmedir.

1990’lardan itibaren medyanın, 2000’li yıllarla birlikte de internetin hayatımıza aniden girişi ve hızla yayılışı öncelikle ve özellikle toplumun işleyiş mantığını değiştirmiştir. Klasik modern dönemdeki gibi hareket etmeyen bu yeni toplum farklı özellikler sergilemeye başlamıştır. Süreç içinde ortaya çıkan değişimler toplumdaki bireylerin taleplerini belirtme ve eyleme dökme yöntemlerinde değişime/dönüşüme neden olmuştur. Arslan, bu değişim ve dönüşüm aşamalarında devletin durumu, siyasetin hareket kabiliyeti ve toplumun nereye gideceğine dair Müslümanca düşünerek oldukça önemli açılımlarda bulunuyor. Bunu yaparken de analizlerini desteklemek için değindiği konuların tarihi izlerini sürüyor, öne sürdüğü gerekçelerini anlamlaştıracak bağlantıları kuruyor, Batı siyasetinin felsefi yapısını irdeliyor, toplumun giderek çözülüşünü ele alıyor ve sözü tükenen ideolojileri analiz ediyor. Kitapta şerh düşülecek, itiraz edilecek noktalar fazlasıyla mevcut olmasına rağmen en önemli eleştiri, yaklaşık on yıl öncesinde yapılan analizleri içeren bir eserin bugün piyasaya sürülmesi olabilir. Fakat yapılan analizlerin haklılığını görmek, hatta bugün de canlılığına şahit olmak ve geçtiğimiz yüz elli yıla dair kapsamlı ve ufuk açıcı analizlere yer verilmesi bu eleştiriyi ortadan kaldırıyor.

Kitapta en önemli bulduğum nokta yapılan analizlerin bölgeyle, bölge insanıyla sınırlı kalmayarak insanlık adına çözüm odaklı bir arayış içermesi diyebilirim. Abdurrahman Arslan açtığı bu pencereden neredeyse tüm konuları Doğu-Batı bağlamında değerlendirmeye gayret ediyor ve/veya Müslümanlık-Hıristiyanlık arasında değer karşılaştırmasına tabii tutuyor. Arslan’ın değinilerinden yeri geldikçe Yahudilik, ideolojik yaklaşımlar ve diğer toplumlar da nasibini alıyor.

Kitaptaki yazılara konu başlığı olan ötekileştirme, medeniyetler çatışması, Filistin, Papalık, Avrupa, milliyetçilik, ulusçuluk, Marksizm, liberalizm, irtica ve anayasa gibi kavramlar hem tarihsel hem de sosyolojik açıdan siyasi anlamda önemli analizler yapılarak ele alınıyor. Abdurrahman Arslan bıçak sırtı konuları hamasete yer vermeden, polemiğe tevessül etmeden, sığ düşünceye girmeden o bilindik mütevazı ve buyurgan olmayan üslubuyla ortaya koymaya çalışıyor. Ele alınan konuların hemen hemen tamamı küreselleşme, sekülarizm, emperyalizm, modernizm, postmodernizm çerçevesinde irdelenerek dinin geçmişte nerede olduğuna dair tespitler ve gelecekte nerede olması gerektiğine dair öngörüler belirtiliyor. Bugün için var olan yeni politik kültürü önemsemenin önemine vurgu yapan Abdurrahman Arslan geçmişe takılmak ya da hayıflanmak yerine geleceğe odaklanılması gerektiğinin altını çiziyor. Oluşan bu yeni politik kültürün birilerinin isteyip istememesiyle veya kurgulamasıyla değil de postmodern yapının bilinemezliğinin üretmesiyle ortaya çıkan bir yapı olduğuna dikkat çeken Arslan, bunun farkında olunmadığı takdirde dünya toplumlarının nihilizm tehlikesiyle karşı karşıya olacağını söylüyor. Arslan, Batı’nın korkularının başında bunun geldiğini ve siyasi alanda söz konusu korkulara karşı modern toplum ve devlet refleksinin artık çözüm üretemeyeceğini belirtiyor. Bir ihraç ülkesi ve toplumu olan Türkiye’nin de aynı koşullara sahip olduğunu ve dolayısıyla aynı tehlikenin muhatabı olduğunun altını çiziyor. Abdurrahman Arslan’ın çok katmanlı ve hem tespit hem de çözüm sunan görüşlerini okurken bu toprakların insanı olduğunu tekrar tekrar anlıyor ve seviniyorsunuz. Seviniyorsunuz, zira hem bu toprakların insanı hem de dünyanın tamamına söyleyecek sözü olan birisi o.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

30 Aralık 2017 Cumartesi

Yeni politik kültür bize ne söylüyor?

Birçok yerde tekrar tekrar söylemekten hiç imtina etmiyorum. Modernleşme denen mefhumu derinlemesine analiz edebilmek, kendi değerlerimizin süzgecinden geçirebilmek ve yeniden tahlil cesaretini gösterebilmek için iki önemli düşünürümüz var: Sadettin Ökten ve Abdurrahman Arslan. Bu iki ismin de baktıkları pencere elbette yüzde yüz aynı pencere değil ama bastıkları zemin aynı. Daima ve daima önce biz neydik, neler yaptık ve neleri yap(a)madık sorularıyla yorumlayan, bu sorulara önemli misaller veren bu iki zihnin temas ettiği en önemli noktaysa şu: Doğru düşünüyor muyuz? Düşüncelerimiz bizden mi yoksa başkalarının düşünce dünyasının taklidi mi? Taklit bilgiyle ortaya koyabileceğimiz şeyler (mimariden müziğe, şiirden politikaya kadar) ne kadar gerçek olabilir? İşte bu sorular bize yeni alanlar açacaktır hiç şüphe yok ki.

Son dönemde Abdurrahman Arslan'ın birer birer söyleşi kitapları neşredildi Beyan Yayınları tarafından. Bunlardan sonuncusu "Yeni Politik Kültürün Dünyasında" adına sahip, 224 sayfa. Asım Öz'ün hem kitaba hem de Arslan'a dair yazdığı "kitap hakkında" bölümü önemli bir giriş. Öz şunun altını çiziyor ki okuyucu dikkat kesilmeli: "Arslan'ın Türkiye ve kısmen dünya siyasetini analiz etmek için kullandığı kavramların basit bir özetini çıkararak tasvir etmek kolay değildir. Onun yaklaşımı ancak yerleşik dikotomiler ile girdiği eleştirel müdahalenin izleğini sürerek anlaşılabilir. Dahası onun mücadelesi sadece Türk siyasetindeki yerleşik dikotomiler ile sınırlı kalmaz; her biri ayrı ayrı bu geleneği aşmak amacıyla siyasal arenanın içine atılmış fakat daha sonra giderek sistemin bir parçasına dönüşen siyasal arayışlar karşısında da süregelen bir tartışmaya dönüştüğü göze çarpar. Şüphesiz bu tartışma, Türkiye'de siyasi yapının günümüzde geldiği yer üzerine derinlemesine düşünme konusundaki en titiz ve iç görülü teşebbüslerden bazıları için gerekli olan birtakım ipuçlarını sunacaktır. Elbette bunun öncelikli şartı meseleleri bihakkın kavramaya niyet etmektir." [sf. 11]

Sözün ve yazının tefekkür dünyamızdaki doğal hâkimiyeti, yerini Paul Virilio'nun deyimiyle 'enformasyon bombası'na bıraktı. Arslan da buna 'görüntü kültürü' diyor. Muazzam bir şekilde artan bilgi yığını, zihinleri de çöpe dönüştürüyor. İnsanların kavramları doğru biçimde anlamlandırması güçleşiyor. Dolayısıyla 'öteki' tarafından anlamlandırılıyor. Buradaki öteki kavramı da yeniden sorgulanabilir esasında. Kimdir öteki ve neden 'öteki'dir? Eğer o ötekiyse biz neyiz? Birine öteki der demez biz de onun tarafından bir öteki olmuyor muyuz? Bu sorular yan yana konulduğunda sizce zihniyetimizin alt-üst olduğu anlaşılmıyor mu? Okuyalım: "İnsanlar bulundukları yerlerde, köylerinde otururken dijital teknolojinin ya da internetin, televizyonun, medya kültürünün yardımıyla zihnen açık toplumun ferdi hâline getirilebiliyorlar. Buna yeni bir sosyolojik uygulama diyebiliriz. Yani maddi alt yapı ya da şartlar değişmeden zihniyetin değişimi. Dolayısıyla toplumun böyle bir değişim, mahiyet olarak bir dönüşümden geçirilebilmesi için onun bir bakıma zihniyet olarak altüst edilmesi gerekiyor. Toplumsal yapıların, toplumsal gerçekliğin, değerlerin, doğruların ve hakikat anlayışının alt-üst edilmesi." [sf. 53]

Abdurrahman Arslan'ı ciddi biçimde okuyan birinin slogancılıktan tez vakitte kurtulacağı önemli bir pratik mesele. Bu kurtuluş meseleleri idrak süzgecinden sabırla geçirerek ortaya yeni ve sağlıklı yorumlar yapabilmeyi de getiriyor. Yani sorulara verdiği cevaplarla Arslan aslında nasıl düşünülmesi gerektiğini de usul usul göstermiş oluyor. Günümüzde en sık kullanılan "kalple akletmek", "tevhidî düşünce", "ahlakın ve adaletin birlikteliği" gibi sözlerin birer slogana dönüştüğünü, bunun da 'ön kabul' denen meseleyi, yani 'yeniden düşünce' konusunda ciddileşmeyi ortadan kaldırdığını söylüyor: "Efendim, işte 'tevhidi bir düşünce'... Hayır, bu çok slogancıdır. Bence bu 1970'lerde, 80'lerde anlamlı olabilirdi ama benim fikrim, artık bunları terk etmek gerektiğidir. Bu, bizim tevhit düşüncesinden -hâşâ- vazgeçeceğimiz anlamına gelmez. Ama bu sorunun çok derinliklerine inilerek ele alınıp analiz edilmesi anlamına gelir. Eğer biz gerçekten tevhit merkezli bir bilgi biçimi üretemezsek ve buna hayat nizamımızın kurucu unsuru hâline getiremezsek bir çıkış yolu bulamayız. Çünkü unutmayın, akıl herhangi bir ön kabul olmadan faaliyette bulunamaz; aklın faaliyete geçebilmesi için bir ön kabule ihtiyacı vardır. İnsan amelleri de böyledir, bir kabul olmadan insan amelde bulunamaz. Her amelin arkasında niyet vardır ve niyeti kuran (hiç şüphe yok ki) bilgidir. Eğer amellerimizi ve düşüncelerimizi kendisine yaslandırdığımız bir bilgi biçimini kuramazsak geleceğin dünyasında biz de onlar gibi olacağız." [sf. 57-58]

Arslan yeni politik kültürün bizleri fıkhı olmayan bir dindarlık yaşattığını söylüyor. Bu yaşadıklarımız uzun süre daha devam edecek ona göre. Yani kutsaldan yoksun, içinde ahlak ve erdem olmayan ama tüm bunların 'lakırdı'larının sık sık edilmesi, neticede değer yargılarını da ortadan kaldıracak ve 'yeniden düşünme'yi akla hayale bile getirmeyecek. Karamsar gibi görünen ama oldukça gerçekçi yaklaşımlarını Arslan şöyle netleştiriyor: "Müslümanlar yeni politik kültürün onlara getirdiği hareket etme serbestisinin sarhoşluğu içindeler. Beni en çok kaygılandıran da budur. Yoksa bu politik kültürü tahlil etmek laiklerin de, Müslümanların da, o güvenlik konsepti arayışı içindeki askerlerin de boynunun borcudur. Çünkü bu politik kültürün toplumu çürütücü bir boyutu var. İnsanları korkunç bir konformizmin içine çekiyor. Bu konformizm içindeki insanlar sadece hayatlarının süfli talepleriyle geçinen birtakım nesnelere dönüşüyorlar. Bu nedenle bekamız açısından tahlil edilmelidir... Unutmamak gerekir ki, İslâm'da ahlak ve hukuk birbirinden ayrıştırılamaz. Bunları ayrıştıran Hıristiyanlıktır. Sonradan buna çok pişman olmuşlardır." [sf. 65]

Gerek politik gerekse kültür iklimimiz her şeyi meşrulaştırma teşebbüsünde ve bundan asla sıyrılmaya niyetli değil. Arslan'a göre bu meşrulaştırmanın altında, tavırların öteki'nden hareket ederek belirlenmesi yatıyor. Sosyal tavırların da sürekli öteki'ye göre düzenleniyor oluşuyla birlikte ahlak sorunu, tutarsızlık, sürekli bir pragmatizm, hazzın peşine düşmek de peşinden geliyor. Arslan "bu bizim hem çıkmazımız hem de helakımızdır" diyor. Peki Arslan için yeni politik kültürü aşma noktasındaki ilk çözüm önerisi nedir? Hak aramaktır. Adalet temelinde gerçekleştirilecek bir hak arayışı, hak talebinde bulunma eylemi, tüm hakkı yenilen ve adaletsizliğe uğrayan insanların da hakkını aramayı sağlıyor. Önce aramak yani, önce bir şey söylemek ve itiraz etmek.

Yeni Politik Kültürün Dünyasında birçok meseleyi ayrı bölümlerde söyleşi biçiminde irdeliyor. Biz ve öteki, medeniyetler çatışması, yaratıcı kaos teorisi, İslâm dünyasının şimdi'si ve geleceği, Filistin meselesi, Hıristiyan Dünya'daki gelişmeler, Papalık ve sıradanmış gibi görünen tehlikeli icraatları, milliyetçilik, Türk milliyetçiliği, bir siyaset aracı olarak irtica, Türkiye'nin mevcut siyasi yapısındaki açmazlar, 'sivil' anayasanın gerçekçiliği ve Türkiye'de siyasetin rotasının ne yönde olduğuna dair çok geniş kapsamlı bir kitap okuyucuya sunuluyor. Arslan'ın görüş genişliğini ispatlama açısından beni son derece etkileyen şu paragrafa dikkatleri çekmek isterim:

"Kanaatime göre İsrail'den ve Filistin topraklarındaki meseleden dolayı İslâm dünyasıyla Batı arasında yaşanan gerilim ciddi bir gerilimdir. Batı kendi aleyhine olan bu gerilime nereye kadar katlanabilir, bundan çok emin değilim. Kanaatime göre, Batı şimdiye kadar ciddi bir şekilde desteklediği İsrail Devleti'ni eskisi kadar desteklemeyecektir. Her ne kadar medyada, orada, burada açıklanmamış olsa bile sıradan kamuoyunda da bence bu destek çok fazla değil. Dolayısıyla orta bir gelecekte İsrail Batı'da şimdiye kadar elde etmiş olduğu desteği büyük oranda kaybedecektir. O zaman belki bazı konularda, bazı şeyleri yenide istemeye istemeye düşünmek mecburiyetinde kalabilir." [sf. 85]

Bu kitapla birlikte Birikim dergisinin 169. sayısında (Mayıs 2003) yazdığı "İslâm, Ortadoğu, Anglosaksonlar" başlıklı yazısı da okunursa Abdurrahman Arslan'ın metinlerinin ve eleştirilerinin ne derece dikkate alınması gerektiği tekrar ortaya çıkacaktır. Bilhassa yaşadığımız bu 'yeni politik kültür' sarhoşluğunda ve bu sarhoşluğa yönelik çözüm odaklı itirazlar konusunda...

Böylece 2017'nin son kitap yazısını da sonlandırmış olduk birlikte. 2018 yılında da 'uyanma' odaklı okumalara devam edebilme dileğiyle...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf