Wilhelm Schmid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Wilhelm Schmid etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ağustos 2020 Pazar

Ruhu derinden yakalar ve derinden yaralar: dokunmak

"Bir hayatım daha olsa, korkmadan dokunmak için yaşardım onu. Bir keklik beslerdim ellerimle, varsın uçsun sonunda. Bir çiçek büyütürdüm, varsın solsun sonunda. Bir omuz ısıtırdım, varsın gitsin sonunda. Dokunurdum. Ben eriyene dek, biz hiçleşip karışıncaya dek bu derin boşluğa, dokunurdum. Ama yok bir hayatım daha. Bir hayat daha yok. Yok."
- Nermin Yıldırım, Dokunmadan

İlkokulda bir gazeteci yeleğim vardı, hani şu sonsuz cepli olanlardan. Önlüğün üzerine giyerdim. Bir cebe kalem, bir cebe not kâğıdı, belki bozuk para ve bisküvi kırıntıları. Bu da güzel kitap ismi olurmuş ya, bozuk para ve bisküvi kırıntıları. Neyse. İşte o ceplerden birinde Sony'nin pili vardı. Yuvarlak pillerden, ince. Orada olmasının tek sebebi zaman zaman çıkarıp ona dokunma isteğimdi. Arada bakardım, yerinde duruyor mu diye. Yıllar geçti. Oğlumun en sevdiği nesnelerden biri pil oldu. Aylarca beni arayıp "baba eve gelirken pil alsana" dedi durdu. Elin oğlu çikolat ister, jelibon neyin. Gece, Duracell'in 12'li pilleriyle uyudu. Kalem pillerle. Mevzu pil gibi görünse de daha derin belki de. Bilemem. Ruh hassası -hastası demedim, zaten ruh hastalarına danışan deniyor, hassasiyetinizi seveyim- manyağın teki de olabiliriz oğlumla, kimse gücümüzü test etmeye kalkmasın.

Bedene aitmiş gibi görünse de aslında insan ruhunu en derinden yakalayan, kimi zaman da en derinden yaralayan bir mevzu: dokunmak. Çok sevdiğimiz nesneler ve kimseler bizde dokunmayı çağrıştırır. Kucaklaşmak, sarılmak, tokalaşmak, eli kalbe koyup selamlaşmak vesaire. Alman felsefeci Wilhelm Schmid gülmekten susmaya, nefes almaktan okumaya, uzanmaktan saç kaşımaya kadar 57 sayfalık bir kitapla çıktı bu kez karşımıza. Her ne kadar Alman olsa da hassas adam. O hassas olunca biz de hassas sayılıyoruz kitap boyunca. Ne bize "dokunun" öğüdü veriyor ne de dokunmayın. Anlatıyor işte dokununca ne oluyor dokunmayınca ne olmuyor. Meselenin özü pek güzel: dünyaya dokunmak. Yani iz bırakmak. Sen göçünce senden geriye ne kaldı? Hoş bir sada kaldı mı? Kalır inşallah.

"Her bedensel idman, benlik için bir dinlenmedir" diyor Schmid. İnsanın insanda dinlenmesi yahut insanın kendiyle dinlenmesi. Çünkü dokunmak sadece iki taraflı bir hadise değil. Birinin eline dokunmak ne kadar -iki taraf için de- şifa vericiyse, insanın sabahın ilk saatlerinde uyandıktan sonra saçlarını taraması, kendine bakması -ki bakmak da dokunmak gibidir- da o kadar şifa verici. "Bir omuza başımı yasladım, dünya elini çekti ve gitti" yazmıştım bir şiirimde. Dokunmak kimi zaman böyledir. Dünyaya karşı bir uyanıklık hâli, dünyayı unutma imkânı, dünyasız kalma ihtiyacı. Yaşayan ölüler içinde gezinmekten yorulmuş bir kimsenin ölüm hakikatiyle yeniden yüzleşmesi süreci. Dokunmayla her şey mümkün. Çünkü insana bir söz de dokunur bir düşünce de. Aşk tüm bunların meydana çıkmasıdır Schmid'e göre ve dokunmak aşkın olmazsa olmazıdır: "Aşkın anlamı, anlam yaratmadadır. Sevenler bunu tüm bir bedensel, ruhsal, zihinsel dokunuşlar döngüsüyle gerçekleştirirler, ta ki birbirlerinin kalplerinde eriyene kadar, sonra her şey baştan başlar. Aşkın döngüleriyle yaşamayı öğrenenler, uzun süre beraber kalabilirler. Dokunmayı bütün düzlemlerde tecrübe etmek, sevenlere mahsustur."

Susmakla dokunmak arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? "Hayatımın uzun bir dönemi boyunca, balıkçılık ehliyeti alsam mı diye düşündüm. Balık tutmak için değil kesinlikle. Sadece cezalandırılmadan susabilmek istiyordum, saatlerce, günlerce." diyor Schmid. Susmak, yani iki dudağın birbirine dokunması, bir süre açılmaması. Sessizlik için, sessizliği dinlemek ya da ona dokunmak için imkân bulmak. Çünkü hissedilen dokunuşlar vardır gülmek gibi ve hissedilmeyen, yalnız kişiye ait olan dokunuşlar vardır susmak gibi. Susmanın deneyimi bambaşkadır. Hayatı aşan o sonsuzlukta bir parça olduğunu kavrar insan sustukça. Hem susmak, insanı susatır. Aşka, doğaya, okumaya, yazmaya, düşünmeye. Sessizce bir şey okumak, dokunmanın en büyüleyici hâllerinden biridir bu yüzden.

Wilhelm Schmid'e göre okumak, düşünsel bir dokunuş. Okumaya dalmakla âşık olmak birbirine benzer: ansızın, şiddetli ve dosdoğrudur. Düşünceler bir müddet yerli yerinde kalır, dile gelme sırası sözlerdedir. Okurken de insan kendi düşüncelerini bir kenara bırakır. Artık dile gelme sırası yazarın yazdıklarındadır. Her okuyuşta o yazılanlar, yazardan çıkar ve okuyucuya ulaşır, yani artık o kelimeler, cümleler, paragraflar ve sayfalar okuyucunundur. Bundan olsa gerek insan her okuduğunda kendi hayatından bir şeyler arar. Altını çizdiğimiz her satır bizim aradığımız sorulara dair birer cevaptır. "Bir hikâye okuduğunuzu zannederken, hakikatte kendi içinizde insan olmanın açılımlarına çıkar yolunuz" diyor Schmid ve neticede "İnsanın hayat hikâyesi, okurken kelimenin tam anlamıyla dile gelir."

Dokunma denince akla yalnızca ekranlar geliyor bu çağda. Oysa birinin ruhuna dokunmak güzel ve kalıcı bir iz bırakma yolu değil mi? Nefes alıp vermek, yeryüzüne dokunmak değil mi? Bir şey ancak sahici olduğunda dokunaklı olmaz mı? Susmak, sessizliğe dokunmak olabilir mi? Sevince neden sarılmak isteriz? Dokunmanın Gücü Üzerine, işte bu soruları yeniden gündeme taşıyor ve yeni cevaplar arıyor okuyucuyla birlikte.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

1 Haziran 2020 Pazartesi

Arkadaşlıkta saadet ne kadar mümkün?

"Psykhe" dizisiyle İletişim Yayınları birçok önemli kitabı dilimize kazandırdı. Bebeklikten ergenliğe, ebeveyn olmaktan emekliliğe birçok kuşağı konu alan bu kitaplar arasında narsisizm, tükenmişlik, anoreksiya ve bulimiya, kendine güven ve saygı, hayır demeyi bilmek, internet bağımlılığı, zor bir ailede büyümek, duygusal stres ve manipülasyon, zor anneler, modern dünyanın çocuklar üzerindeki zararlı etkileri, aldatmanın psikolojisi, manevi taciz gibi birçok konu işleniyor.

Dizide en çok kitabı neşredilen yazar ise 1953 Almanya doğumlu Wilhelm Schmid. Berlin, Paris ve Tübingen’de felsefe eğitimi alan yazar bir dönem Zürih’teki bir hastanede hastalara "felsefeyle manevi destek" hizmetinde bulunmuş. Düşmanlığın FaydalarıMutsuz OlmakAşkKendiyle Dost OlmakSakin OlmakHediye Vermek ve Almak ÜzerineAnne Baba ve Büyükanne Büyükbaba Olmanın Sevinçleri Üzerine adlı kitapları neşredilen Schmid'in kitapları birçok dile çevrilmeye devam ediyor. Bu yazıda hakkında bahsetmeye çalışacağımız kitabının adı ise Arkadaşlıktaki Saadete Dair. Orijinal adı Vom Glück der Freundschaft olan eserin çevirisi Tanıl Bora'ya ait. Bora'nın diğer bazı Schmid kitaplarını da dilimize çevirdiğini belirtelim.

70 sayfalık Arkadaşlıktaki Saadete Dair, iki önemli meseleyi dert ediniyor. Bunlardan biri günümüzde arkadaşlık kurmanın gittikçe zorlaşması, diğeriyse kurulan arkadaşlıkları sürdürebilmenin önemi. Bu iki mesele arasında ise şu sorulara cevap aranıyor yazar tarafından: Gerçek bir arkadaş nasıl olmalıdır? Arkadaşlığın farklı türleri nelerdir? Kişinin çok arkadaşının olması iyi ya da gerekli bir şey midir? Nasıl arkadaş edinilir? Arkadaşlığa özen göstermek neleri kapsar? Ömür boyu arkadaş kalmak mümkün müdür? Arkadaşlık ilişkisi duygusal, manevi ve zihinsel olarak bize ne kazandırır? Arkadaşlıkta yaşanan sorunlar nasıl aşılır? Kendimizle arkadaş olmak ne demektir ve gerekli midir? Samimiyet, yakınlık ve ilgi, arkadaşlığın olmazsa olmazları mıdır? Arkadaşsız kalmak hayatımızda nasıl bir yoksunluğa yol açar?

'Bütün hayal kırıklıklarının telafisi' olan internet, arkadaşlık konusunda da son derece etkili bir konumda yer alıyor. Gün geçtikçe imrenilen arkadaşlıkları, nefret edilecek arkadaşları, doğru-düzgün bir arkadaş bulabilmenin ya da bulamamanın sebeplerini internette arıyoruz, buluyoruz. Belki de bulduğumuzu zannediyoruz. "Arkadaşlık, şayet araya bir fecaat girmezse, yaşam boyu idi bir vakitler; modernliğin seyri içindeyse, tıpkı aşktaki gibi, yaşamın bir bölümüyle sınırlı bir ilişkiye dönüştü, ancak birbirini gözden kaybedene kadar sürüyor." diyor Schmid. Dolayısıyla internetin dışında kentsel dönüşümün, aile ve akrabalık ilişkilerinin zedelenmesinin de arkadaşlık kavramını bir kenara sıkıştırdığı söylenebilir rahatlıkla. 'Toplumsal yalnızlaşma tehdidi' bir ucu keskinliğinden parıldayan bir balta gibi gidip geliyor arkadaşlıkların üzerinde. Tamamen mecburiyetten kurulan ilişkiler, 'kendinden kaçan'ların bir sığınak olarak gördüğü ilişkiler, sömürge tipi ilişkiler, başlarda samimi olup gittikçe alışverişe dönen ilişkiler... Artık yüzlerce arkadaşlık türünden bahsetmek mümkün...

Schmid bunca kalabalık ve karmaşık arkadaşlık stratejileri arasından üç türlüsünü önemsiyor. Zevk arkadaşlığı, fayda arkadaşlığı ve hakiki arkadaşlıklar. Kolaylıkla anlaşılabileceği gibi ilk iki tür, ömürlük değil dönemlik arkadaşlıkları ilgilendiriyor. Zira zevkler ve faydalar sona erince arkadaşlık da bitiyor. Ancak hakiki arkadaşlık cefayı, sefayı, vefayı bir bütün olarak kucaklayıp esas dostluğun temelini kuvvetlendiriyor. Hakiki arkadaşlık, hakiki dostlukların arka bahçesini hazırlıyor. Burada Schmid, çok önemli bir konuya da değiniyor: Hakiki bir arkadaşlık kurmaya çalışmadan önce, kişinin kendini keşfetmesinin önemi: "Her arkadaşlığın temelinde, insanın kendisiyle arkadaş olması yatar."

Hakikaten de kendiyle dost olamayanlar -ki yazarın bu konudaki kitabı gayet verimli- karşılarındakini sadece yoruyorlar. Kim olursa olsun karşılarındaki insanı sadece dert anlatma, acı paylaşma, nadiren de neşelenme aracı olarak görüyorlar. Hatta görüyorlar çok naif bir ifade olur, onlar daima kaçtıkları kendilerinden kurtulmak için bir vasıtaya ihtiyaç duyuyorlar. Dolayısıyla kurdukları arkadaşlıklar yap-boz biçimini alıyor. Zamanla parçalar kayboluyor, boşluklar büyüyor ve 'tezgâh' kapanıyor. Mesafe burada 'olmazsa olmaz' filtre. Hiç değilse iki taraftan birinin bu mesafeyi olabildiğince dikkatli kurması gerekiyor. Yoksa ne mi oluyor? Okuyalım: "Yaşam tümüyle iki kutupludur, böyle olması bir arıza değil, çelişkilerle yaşamayı beceremeyen insanların sırtında aşırı yüktür olsa olsa. Mesele, tıpkı aşk gibi arkadaşlığa da tezatlar arasında nefes aldırabilmededir; iyi duygularla nahoş meseleler arasında, anlayışla yanlış anlaşılma hatta anlayışsızlık arasında; işin esası, yakınlıkla mesafe arasında."

Arkadaşlığı önemsiyorum ancak zor buluyorum, epey zor. Bir evlilikten ve hatta ebeveynlikten bile daha zor. Çünkü insan bozuluyor, insan kötülük üretmeye gittikçe daha çok yatkınlaşıyor. İnsan hep bir kusur arıyor fakat kendine dair hiçbir kusuru görmemek konusunda ısrarcı davranıyor. Gönülden, samimi bir arkadaşlığa ne kadar inansam da günümüzde, özellikle de büyük şehirlerde bu tip ilişkiler kurmanın oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Huzur vermiyor, sakatlıyor arkadaşlıklar artık. Çok umutsuz bir kapanış olmaması adına, son paragrafı Schmid'in şu güzel cümleleriyle bitirmek isterim:

"Nasıl da bahtiyar edicidir, beni gözeten birisinin, hâlimi hatırımı, nerede olduğumu, ne yaptığımı soran, onun için varlığımla yokluğumun bir olmadığı birisinin mevcudiyeti! Bir başkasının bedeniyle değilse bile ruhen-manen benimle olması, her vakit ona gidebilecek ve yanında kendimi dostça karşılanmış hissedebilecek olmam -onun da benim yanımda aynısını hissetmesi- şu hayatta emin olduğum bir şey demektir benim için."

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf