Tekin Şener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tekin Şener etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2024 Çarşamba

Cümlenin cereyanı, kelimenin buğusu

1560 yılında Montaigne Les Essais”i yayımladığında sadece yeni bir edebî türe şahsiyet kazandırmamış aynı zamanda onun ismini de koymuştu: “Deneme”. Çok kısa bir zamanda edebiyatın sonsuzluğunda kendine ait bir krallık inşa etmeyi başaran deneme, sınırsız ilgi alanının, hükümferma kalem sahiplerinin, eşsiz üslupların, dimağı zenginleştiren estetiğin merkezi oluverdi. Akademik kaygılardan azade yazmanın rahatlığı, okuyucuyu kendine çeken samimi yaklaşımı ve yazarının mahareti bir araya geldiğinde tarifsiz güzelliklerin kapısını okuyanın zihin dünyasında açan deneme, bu özellikleri ile en sevilen yazı türlerinden birine dönüştü.

Montaigne’in açtığı yolu izleyen Francis Bacon, Thomas Eliot, Aldous Huxley, Albert Camus, Jean-Paul Sartre gibi kudretli yazarların güzel örneklerini verdiği deneme Tanzimat Dönemi ile hayatımıza girmiş ve ülkemizde de çok sevilmiştir. Cenab Şehabettin’den Ahmet Haşim’e, Refik Halid’den Ahmet Rasim’e, Salah Birsel’den Tanpınar’a, Falih Rıfkı’dan Nurullah Ataç’a, Sabahattin Eyüboğlu’dan Vedat Günyol’a, Cemil Meriç’ten Doğan Hızlan’a… Liste uzayıp gider. Her birinin kendine özgü tavırları, konuları ele alma biçimleri, inşa ettikleri dil sarayları, bu yazı türünün ihtişamının doruklarını ifade eder. Onlar matbuatın içinde, yazının göbeğinde, güzelliklerin temaşasını edebiyatın sınırsızlığıyla kelimeden heykeller yontarak ortaya koyanlardır.

Yazının göbeğinde olmak önemlidir. Her devletin siyasi başkentinin yanında bir de kültür başkenti vardır ki edebiyata dair her şey o merkezin etrafında şekillenir. Merkezden uzaklaştıkça da kalem ehli kendi taşrasına düşer. Taşrada söylenen türkü, okunan şiir, yazılan kitap her zaman makes bulmaz o mahfillerde. Tanınmamak, var olmadığınız anlamına gelir çoklukla. O nedenle taşrada söylenen söz büyük söz kabilinden söylenmeli, sedası defalarca edebiyat muhitlerinde yankılanacak kadar güçlü olmalı, mesajı zihinleri aşarak gönüllere tesir etmeli. Etmeli ki bilinsin, hatırlansın, iz bıraksın; var olduğunu göstersin.

Tekin Şener, Anadolu’nun ortasında, Sivas’ta kaleme aldığı ilk deneme kitabı Ötekiler Günü'nü 2018’de yayımladığında ne taşraya özgü kalem kaygılarını taşıyordu ne de var olduğunu ispat çabasını. Ama onun kalem tarihinin daha öncesi de vardı. Tekin Şener, Mülkiyeyi bitirdikten sonra kelimelerden resimler çizmek, prizmadan rengarenk ışık tayfları yansıtmak, hayatların hayaller ile iç içe geçtiği şehirleri tasvir etmek için devletin sağladığı imkanlara sırt çevirerek toprağına dönmeyi seçmişti. Pek çok kişi tarafından yadırganan bu seçim sadece Sivas’ın kültür tarihini değiştirmedi, tüm ülkede gıpta edilen önemli bir şehir-kültür dergisinin doğumuna da vesile oldu: “Hayat Ağacı”. Hayat Ağacı dergisinin ilk 37 sayısına can veren Tekin Şener, 2005 yılında yayın hayatına başlayan Türkiye’nin yüz akı bu dergi ile birçok şehirde benzerleri yayımlanacak şehir-kültür dergilerine de öncülük etti. Dergi ile haşir neşir olduğu bu zamanda birçok projede de yer aldı; şehir kitapları hazırladı, yayımladı, yayımlanmasını sağladı. Ötekiler Günü bütün bu birikimin kendi kabından taşmasıyla görünür kılınan ilk deneme kitabıydı. Ehli haberdar oldu, okudu, söyledi, biriktirdi ve bekledi. Ta ki Kayıp Mevsim Düşleri kitap raflarında yerini alıncaya kadar...

Kayıp Mevsim Düşleri, duymak istemeyenlerin kulaklarını tıkamalarına rağmen yazının göbeğinde yankılanan bir kitap oldu. Tekin Şener kitabın her bir bölümünde, kitabın güzel isminin taşıdığı örtük hüzünlerin, geleceğe dair hayallerin insanı yoğuran etkisini iliklerimize kadar hissettiriyor. Her bölüm bir başka mevsimin cilvelerini gönül dünyamıza taşıyor. Her yazı kendisine çok yakışan, büyüleyici başlığı ile daha okumaya başlamadan dimağımıza bırakacağı edebi lezzeti muştuluyor. Şener’in ilk mevsim için seçtiği “Seyir Var Seyir İçinde” başlığı aynı zamanda bölümün ilk yazısından ilhamını alıyor. Onun davetine daha icabet etmeden Seyyid Nesimi’nin sözleriyle,

“Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gah inerim yeryüzüne seyreder âlem beni”

diyerek âlemi ve kendimizi temaşaya başlamış oluyoruz. Kalemin ve Kaderin Yazdığı başlığında “okumak” fiilini bütün anlamları ile kitabı, kitap okumayı veya hayatı okumayı yeniden keşfediyoruz. Beraber ve Yalnız Türküler, yazarın içine işleyen güzelliklerin sadeliği ile türkülere başka bir zaviyeden bakmanın ve türkülerin “biz”i inşa etmede ne kadar etkili olduğunu hatırlatıyor. İnsan Bu başlığı kendimizi gönül aynasında seyretmenin ve görünenin ötesine bakmanın, daha da önemlisi görmenin imtihandaki karşılığına vurgu yapıyor. “Kişi dünyaya insan gelir. İnsan kalmak ve insan ölmek ise bir idealdir.

Kayıp Mevsim Düşleri başlıklı yazıdan hangi güzellikleri devşirebileceğimizi anlamak için giriş cümlesini okumak bile yeterli olur. “Erguvan renginde, kiraz dolgunluğunda, ıslak yaprak buğusunda, baygın iğde kokusunda, taze yaprak yeşilinde gelsin bahar. Irmak coşsun, gök dolsun, şevk artsın, çiçek açsın…” Nihayetinde bozkırın ortasında bir anlığına kendini gösteren baharın ümidi temsil etmesi çokça başvurulan bir imgedir. Lakin Covid-19 pandemisinin hepimizi evlerimizde mahpuslukta eşitlemesinin yarattığı hastalıklı tutumlarda, mevsimin anlamını kaybettiği hüzün dolu günlerde, ümide dair hayaller kurulduğunu Şener bizlere tekrar tekrar hatırlatıyor. Nitekim sonraki yazı tam da bunu işaret ediyor: Gam Kasavet Gelmiş Boydan Aşıyor. Hepimizin tecrübe ettiği ve ölümün bir başka şekilde geldiği zamanların tanıklığı satırlara düşüyor. Denemesi Bedava’nın At Sırtında Anadolu’yu! yazısının sebeb-i telifi olduğunu yazıyı bir solukta okuduğumuzda anlıyoruz ancak. Ve Anadolu bambaşka bir çehre ile kucaklayacak bizi. Veysel’in insanlığı kucakladığı gibi kucaklayacak. Yazar, Veysel Oldum başlığını yazıya yakıştırırken Anadolu’yu Veysel’e, Veysel’i kendine katacak ve birbirini besleyen insan damarını bizlere sevginin diliyle söyleyecek. Bölümün son yazısının ülkemizi yasa boğan 6 Şubat depremine hasredilmiş olması elbette şaşırtıcı olmamalı. Hele de başlığına baktıktan sonra. Ümidin iyimserlik ile harmanlaması, toplumun deprem sonrasında gösterdiği fedakârlık ve dayanışma duygusunun tarihe bir not düşümü gibi duruyor adeta. Bu nedenle Yeraltı Canavarlarını Dehlemek fazlasıyla can yakıcı, fazlasıyla kişisel bir tutumun topluma yansıyan hâlini ifade ediyor.

Kitabın ikinci bölümü “Kötü Düşünceler” ismini taşıyor. Aynı zamanda bölümün ilk yazısı da… Bölüm sadece üç yazıdan oluşuyor ve üçü de birbiri ardınca bize kendi kıvamımızı bulma konusunda kendimize dönmeyi öğütlüyor aslında. Esrikli Uğultular ve Kasvetim Benim Büyüsüz Gerçeğim karamsarlığın bütün hâlleri ile yüzleşmenin, umudu güçlendiren, bakış açısını olumlayan, iyimserlik iradesine vurgu yapıyor.

Duyduk Duymadık Demeyin” başlığı üçüncü bölüm hakkında çok fikir vermese de ilk yazı ile yazarın ne kastettiğini hemen anlıyoruz. Dinle Dinleyebildiğin Kadar başlığı, kâinatı okumanın ötesinde onu dinlemenin, insanı dinlemenin, hayatı dinlemenin renklerini hatırlatıyor. Zannettiğiniz Kişi Değilim Ben yazısı ise “ben”i dinlemenin edebini. Nitekim bölümün üçüncü yazısı olan Delilik Eşiğimizde iç sesimize kulak vermemizi, Sesimi Sesine Kattığımın Dünyası ise dünyaya dair seslerin ayırdına varmamızı sağlıyor. Ve yazarın diliyle biz de söylüyoruz: “Dünya sesin vatanıdır.

Tekin Şener’in dünyasında ışık, fotoğraf ve şehir her zaman müstesna bir yere sahip olmuştur. Kendisini tanıyanlar bu nedenle “Işıkçiz Hayalhanesi” başlığını görünce hangi dünyayı tarif ettiğini hemen anlayıverirler. Onun fotoğrafa yaklaşımı da ışığın eşya ve zaman üzerine düşürdüğü anlam dünyasını, gönül aynasından yansıyanlar eşliğinde okumak ve kelimelerle yeniden inşa etmek oluyor. Hem Işıkçiz Hayalhanesi hem de Kelimeler ve Görüntüler yazıları görüntülerin kelimelerle bilince vurmasının ötesinde şüphe götürmez varlıklarının da anlatıcısı haline geliyor. Beni de Alın Ne Olur Koynunuza Hatıralar ve Aile Albümlerinin Sakladığı başlıklı yazılar akan zamanın zihinde veya fotoğrafta donduğu anları yeniden yaratma imkânını anlatıyor. İki Fotoğrafın Yazgısı ise bu durumun iki fotoğraf teki üzerine düşen hissesini. Meçhul Şehir fotoğrafın şehirde bıraktığı hatıranın bir şahsın hikayesindeki izdüşümünü siyah-beyaz melodiler eşliğinde terennüm ediyor.

Son iki yazı fazlasıyla şahsi görünse de Tekin Şener bir kez daha “ben”in varlığında “biz”i tarif ediyor. Ömrüm Bitmeyen Bekleyiş ve Halbuki Ben… yazıları bu bölümde yer alan fotoğrafların eşliğinde okunduğunda daha bir anlam kazanıyor. Hatta yazar fotoğrafları tamamlayıcı unsur olarak değil de yazının bir paragrafı gibi kurguluyor. Ancak fotoğrafların kötü baskısı ve hatların belirsizliği, her iki yazıyı da sadece kelimelere mahkûm kılıyor. Fotoğraflar daha kaliteli basılsaydı yazıların mahiyeti daha doğru kavranabilirdi.

Tekin Şener kelimeleri birer birer gönül süzgecinden geçirip sayısız düğümlerle birbirine ekleyerek size bir halının bütün renklerini, motiflerini, yaşanmışlıklarını, hayallerini, hikâyelerini, masallarını kâğıda dokuyarak anlatıyor bu eserinde. Ya da bir halının bütün motiflerinin tek bir düğüme yüklediği gibi bir hayatın bütün inceliğini, ahengini, lezzetini tek bir paragrafa, cümleye hatta kelimeye yüklüyor. İnsan dediğimiz muamma biraz da böyle bir çocuk değil midir?

Sen hayalleri dünyaya değince dökülen çocuksun.

Tahir Günay

27 Kasım 2023 Pazartesi

Anlamlı düşünceler, zorlu metinler

Türk Edebiyatı’nda iyi deneme yazarlarına yıllardır hasretiz diyebilirim kendi adıma. Adına deneme denen ama birçoğu farklı türlere ait olanları (özellikle gazete yazılarını) kastetmiyorum. Klasik denemeden bahsediyorum. Bir fikri baz alıp o fikir etrafında düşüncelerini halkalar hâlinde genişletip sonra da düzgün bir şekilde sona eren metinlerden yani. İyi deneme yazarlarımız yok mu? Tabiî ki var, her dönemde oldu ama bizim gibi konu sıkıntısı çekilmeyecek bir ülkede çok sınırlı sayıda kaldı bu iyi metin ve iyi yazarlar. Bunların bir kısmını da şairler oluşturuyor zaten. Yaşayan ve iyi deneme yazarlarından bakacak olursak, mesela Enis Batur da şair Ali Ayçil de. Eskilerden Salah Birsel’in de şairliği var. Örnekleri biraz daha çoğaltabiliriz. Tabiî ki şair olmak iyi deneme yazmanın şartı değil ama edebiyatımızda böyle de bir damar var.

Tekin Şener’i bunlardan biraz ayırıyorum. O deneme denince doğal olarak şiir, roman gibi türler akla gelmeden söyleyebileceğimiz biri. Yaşına göre çok az kitabı olması onun kıymetini azaltmıyor, çünkü bir birikmişliğin yavaş yavaş kitaplaşmalarını görüyorum ben onun eserlerinde. Yıllarca doğurgan sözün gerilimini yaşadım derken de bu birikmişliğin ortaya çıkmasının sancılarından bahsediyor ve daha önemlisi yeni birikimlerin ipucunu veriyor. Onun 51 yaşında sadece iki deneme bir de söyleşi kitabı sahibi olması bizi yanıltmasın, bundan sonra daha fazlası geleceğine eminim ben. Çünkü yazarın söylemek istedikleri, anlatmazsa olmayacak meseleleri, kısaca bir derdi var. Bu dert de onun son kitabını Kayıp Mevsim Düşleri’nin her zerresine yayılmış durumda. Zaman zaman felsefeye kayan dili ve derin anlatımıyla en basit gibi görülen konulardaki yetkin fikirleri bize daha çok zaman güzel/estetik denemeler okutacak gibi duruyor.

"Kurduğum cümleler aradığım cümle için birer yakarış, telkin, belki de hazırlıktı. Arayış içinde, yakarış ve meydan okuma arasında metinler döktürdüm. Kendimle yaptığım bir seansa dönüştü yazma fiili. Biraz terapi, biraz anımsama, biraz muhakeme, biraz tasavvur, biraz sayıklama…" derken de denemesinin ip uçlarını veriyordu bize. Özellikle muhakeme ve tasavvur yönü ağır basan denemeler Şener’in metinleri. Bu yüzden de zaman zaman yorucu olabiliyor bu kısa metinler ama niteliği genelde üst düzeyde seyrediyor. Bunda bence dili kullanım becerisi önemli bir etken.

Şener’in yazdıklarına baktığımızda onun hayata karşı daha doğrusu metinlerinin oluşturduğu etki seviyesine karşı bir kırgınlık /sitem duyduğunu görüyorum ben. Yazıp yazıp gerekli dönütü alamayan yazarın en sonunda, zaten bundan sonra da bir akis olamayacak ama ben yine de yazacağım, noktasına gelip metinlerini buradan oluşturduğunu görüyoruz. Çünkü ona göre (elbette bize göre de) söz değil görüntü çağında yaşıyoruz. Ama Şener’in metinlerinin bir dönüt alamamasının sebebini sadece bu şekilde görmüyorum ben. Bu durumun, Şener’in denemeleri için bir kıstas olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta kaybolan, yıllar sonra açığa çıkan veya çıkamayan, okuyucu nezdinde ön planda olmayan çok fazla iyi metin var. Şener’in denemelerini de bu şekilde görüyorum. Bazı yazarların dediği gibi, iyi metinlerin saklanamayacağını, mutlaka açığa çıkacağını ve olumlu tepki alacağını da düşünmüyorum. Yeri geldiğinde bir metin çöplüğüne dönen yayın dünyasında iyi şeylerin arada kaybolması çok olağan.

Biz, dünyanın ve kitabın buluştuğu, yazıyı ve yazgıyı takip edenler, ömrümüz yettiğince okuyup, okuyamadan öleceğimiz binlerce iyi kitabın varlığını düşünerek hayıflanacağız her zaman. Şener’in kitabının kısa bir bölümünü okuma üzerine ayırmasını kıymetli buluyorum. Bu denemeyi alıp alaycı, okumayı küçümseyen kişilerin alnına çakmak gerekir. Çünkü okumak herhalde bu zamanlardaki gibi hiç aşağılanmamış, varoşluk hiç bu kadar yüceltilmemişti. Ülke olarak kültürsüzlüğün ceremesini çektiğimizi düşünüyorum, bunun temel sebebini de okuma eksikliği, kitaba verilen parayı hor görme gibi şeylerin oluşturduğunu görüyorum. Bir fikrin veya bir kişinin peşinden düşüncesizce gitme, aklını kiraya verme, kısacası düşünmeden, neredeyse aklımız yokmuşçasına yaşama da bu durumun doğal sonuçlarından olunuyor, kaçınılmaz olarak. Bu eksiklik, bence, hayat karşısında bizi acemi kılıyor. Estetik duygular bir yana, ne iyidir ne kötüdür, bunu muhakeme etme becerimiz de köreliyor. Vasatlığın ve varoşluğun olduğu yerde maalesef kötülük de çok geçmeden kendini gösteriyor: “Meydan okumak, okuma eyleminin en üst seviyesidir. Hayatı ve metni ihtiramla, derin kavrayışla okuyan kişiler meydan okuyabilir ancak. Çünkü onlar her hazır cevabı peşinen kabul etmez, verilen her lokmayı hemen yutmazlar. İnsanı, hayatı ve kitabı tutkuyla okuyan insanın bakışı keskinleşir; o iyiyi kötüden, doğruyu eğriden, güzeli bayağıdan cesaretle ve isabetle ayırabilir.

Şener, denemelerinde ele aldığı kavramı hakkıyla işliyor, derinlemesine yazıyor ve bunu da düşmanlığa yönelmeden, insanca ve güzelliğin tarafından yapıyor. Çünkü Şener, dinlemenin önemine inanıyor. Herkesin dinlemekten ziyade konuşma sırasını beklediği ve dinlemeyi sadece akıl/nasihat verme nedeniyle gerçekleştirdiği günümüzde o hakiki dinlemenin önemine okuru inandırmaya çalışıyor. Sanki zaman zaman Byung Chul Han konuşuyor sanabilirsiniz ama bizden biri söylüyor bunları. Yanlış anlama olmasın, Şener, Byung Chul Han’ın söylediklerini tekrarlıyor demiyorum. Konuya aynı pencereden ve taraftan bakıyorlar sadece.

Şener’in denemeleri öyle bir kere okunup kenara bırakılacak metinler değil. Hatta bu kısacık kitap (113 sf.) bile bence fasılalarla okunmalı çünkü yazılar içerik olarak yoğun. Üslûp ve anlatım da bu yoğunluğa hizmet ediyor. Nasıl ki şiiri bazen, anlamdan ziyade kulak için/ses için okuyorsak Şener’in bazı denemeleri için de bunu söyleyebiliriz. Onun denemeleri sanki birer mensur şiir gibi.

Kitabın son bölümü “Işıkçiz Hayalhanesi” adı gibi bir bölüm. Dilin felsefeye anlatımın soyuta kaydığı ama bir şekilde anlamın metinleri maddi hayata çevirdiği bir metinler toplamı. Bu kısım da tıpkı diğer üç bölüm gibi alt başlıklarıyla sanki bir bütünün parçaları gibi yazılmış. Kitapta dört ana bölüm olmasına rağmen çok fazla alt başlık var ama bölüm içi devamlılıktan ötürü uzun dört deneme okuyor gibiyiz. Bu da yoğunluğu artıran başka bir faktör.

Yukarıda, yazarın siteminden bahsetmiştim, metinlerinin bir akis yapmadığını düşündüğünden ötürü. Ama şunu da söylemek lazım, Şener’in denemeleri bir ilgi gördüğünde zaten kültür hayatımızda büyük bir sıçrayış olmuş demektir. Ne diyelim, o günleri bekliyoruz.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif13

30 Temmuz 2018 Pazartesi

Zamanın ruhu: Benzer düşünceler, benzer duygular

Tekin Şener’in Karakum Yayınları’ndan çıkan Ötekiler Günü: Dil Bahçesinde Cümle Tarhları başlıklı, denemelerden oluşan 149 sayfalık kitabı yayımlanır yayımlanmaz bana ulaştı. Kitabı elime aldığımda hem yazarını tanıdığım için hem de (2014-2015 yıllarında yapmış olduğumuz) TÜBİTAK SOBAG 114K576 Sedat Veyis Örnek Sözlü Tarih, Biyografi ve Belgelik Çalışması başlıklı projenin Sivas ayağında ortaklaşa çalışmalar üretmiş olmamızın yarattığı sıcak duygularla çok heyecanlandım. Elbette kitabı hemen okudum.

Beş bölümden oluşan ve her bölümde birbirinden etkileyici denemelerin olduğu kitabı Nisan ayında okuduğumda çok şaşırdığımı da anımsıyorum; çünkü kitap benim tanıdığım Tekin Şener’in bambaşka bir halini gösteriyordu. Benim birlikte çalıştığım, en çok da İlhan Başgöz, Sedat Veyis Örnek ve kendisinin genel yayın yönetmenliğini yaptığı Hayat Ağacı Şehir Kültürü Dergisi üzerine sohbet ettiğim Tekin Şener, bitmek bilmez bir enerjiyle, güler yüzle bin türlü işin peşinden koşturan, kotaran ve bu arada endişelerini veya kızdığında kızgınlığını hiç göstermeyen biriydi; fakat Ötekiler Günü’nde okura samimi bir öfkeyle günün ne yazık ki ötekiler günü olduğunu anlatmaya çalışan, “Hadi bize eyvallah!” diyerek kitabının son cümlesini yazan biri karşımdaydı.

Aradan üç ay geçtikten sonra kendisiyle telefonda konuştuğumda bana siyasal açıdan yine çalkantılı günlerden geçtiğimiz sırada kendisine söylediğim bir cümleyi hatırlattı, “Bütün mesele karakter aslında” demişim. Demişimdir. Son yıllarda ne zaman psikiyatriden sosyolojiye çok değişik alanlarda çalışan akademisyenlerle biraraya gelsem tartışmalarımızın konusu dönüyor dolaşıyor ve Kemal Tahir’in romanlarında hep anlatmaya çalıştığı bu hastalıklı karakter yapımıza gelip dayanıyor. Sonra konunun üzerine tekrar düşündüğümde Tekin Şener’in de kafasını bu meselenin kurcaladığına şaşırdığıma şaşırdım. İşte önümde kitap duruyor: Kapağında bir kayalığın tepesinde eğri büğrü, biçimsiz ağacın aşağısında başı önüne eğik bir adamın durduğu siyah beyaz bir fotoğraf var. Bu fotoğrafın henüz yeni vizyona giren Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filmini çağrıştırmaması mümkün değil. Nuri Bilge Ceylan’ın temelde bir baba-oğul ilişkisini anlattığı filminde, tek başınalığı ve biçimsizliğiyle ahlat ağacı Tekin Şener’in de “ötekiler” olarak adlandırdığı hastalıklı karakterin bir eğretilemesi bence. Nuri Bilge Ceylan’ın zihnini günümüzün bu karakterinin hayli meşgul etmesi gibi Tekin Şener’in “Mesafeler ölçülür, ruhlara meratib ayarı verilir, karakterler rütbelerine göre mevzilenir” diyerek bu insanlarla karşılaşmalarını anlattığı sayfalarda onun da zihnini bu karakterin işgal ettiğini görüyoruz. Zamanın ruhu: Benzer düşünceler, benzer duygular.

Tekin Şener, kitabının ilk bölümü “İlk Karşılaşmalar Ülkesi”nde çocukluk çağını anlatırken aslında çocukluk çağına bir saflık yükleyerek başlangıçta herkesi eşitliyor; fakat ay büyürken ne oluyorsa oluyor ve Tekin Şener’e göre çocuklar “[b]üyüklerin aynalarındaki kırılmaları ve buzlanmaları, nasılsa fark ediyor, taklit ediyor”lar. Kitabın ikinci bölümü “Vaktin Ayak İzleri”nde tüm bu olan biteni anlamlandırmak için geçmiş zamanın peşine düştüğümüzde Hayat Ağacı Şehir Kültürü Dergisi’ndeki “zamana düşülen dipnotlar” gibi olan fotoğrafların bile yanıltıcı olabileceğini anlatıyor. Dijitalleşen gündelik kültürün de bizi eğleyerek neliğimizi anlama konusunda benliğimizi güçsüz kıldığını ve varlığımızı bu “bombardımana karşı koruyacak filtreler geliştirmek zorunda” olduğumuzu söylüyor. Kitabın (“Hayal Meyal” değil) “Hayal Melâl” başlıklı bölümünde Tekin Şener hayal ile (sözcüğün “üzüntü, hüzün, dert” anlamına atıfla) “melâl” arasında bir bağ kurarak içine düşülen bu durumdan çıkışı bize gösterecek olan belki de en temel duygumuzun “elem, keder” olduğunu anlatıyor. Tekin Şener’e göre bu duygunun peşinden giderek kristal topları sağa sola fırlatıyoruz, söze yükleniyoruz, cümlelerin şirazesi şaşıyor ve ancak böylece olan biteni anlamak istiyoruz ve zihnimiz açıldıkça ruhumuz kabarıyor; çünkü “Melâl ikliminde bilenen hassalarımızla dalıyoruz gümrah hayata”.

Kitabın “Teori Değil Tefekkür” başlıklı dördüncü bölümü, Tekin Şener’in hayatımızda olan bitene öfkesini artık açıkça gösterdiği bölümdür. Tekin Şener’in “aceze” olarak adlandırdığı bu hastalıklı karakterlerden yayılan kötülükle çok güç mücadele edilebilmesinin belki de en temel nedeni aceze ittifakının “kayıtlı, belgeli, tescilli olmaması”dır. Aceze ittifakıyla mücadelede bize yardım edecek olan, “[k]elimelerin cümle içerisinde çiçek gibi açtığı, cümlelerin retoriği bir eser gibi dokuduğu ve düşüncenin tüm vuzuhuyla parladığı metinler”dir. Yazar, “Bir İnzivayı Haklı Çıkarma Çabası” başlıklı beşinci ve sonuncu bölümde hâlinden değilse de mevcudiyetinden memnuniyetini okurla paylaşıyor. Benim de kendisiyle zaman geçirdiğimde varlığını hiç fark edemediğim derin kızgınlığının açığa çıkmamasının nedeni olarak da hâlinden değil, satıhta gezinmeyip derinlere ve engebelere şevkle dalmasını sağlayan mevcudiyetinden memnuniyetini gösteriyor.

Tekin Şener’in okura önerisi, bir büyülü fener bularak içimizdeki karanlığa bakacak cesareti bulmak, bu çok zor olsa da. Yazar, bize inzivaya çekildiğini söylese de kitabının alt başlığı olan “Dil Bahçesinde Cümle Tarhları”ndan anlıyoruz ki inzivaya çekilmediği gibi bu kitabı yazarak okura önerdiği yola en başta kendisinin düştüğünü/çıktığını görüyoruz. Tekin Şener -okurları ve sevdikleri bir tarafa- bu yolda yalnız değil. Eşi Havva Hanım’ı tanıdığım için kendisinin bu yolda tek başına olmadığını ben zaten biliyordum; kendisi de kitapta ithafta yazmış, “Yorgun ümitlerimizi birlikte yeşerttiğimiz eşime” diyerek. Aceze ittifakına karşı en büyük gücü çünkü...

Serpil Aygün Cengiz

5 Temmuz 2018 Perşembe

Bir hayatı söze tercüme denemesi

Her halde ve şartta dünyaya birkaç resim düşmüş benden işte. Kimi solgun, kimi gayet de koyu” diyor Tekin Şener, Ötekiler Günü’nde yer alan “Halimden Memnun Değilim Fakat Mevcudiyetimden Memnunun” adlı yazısında. Karakum Yayınevi aracılığıyla Mart 2018’de kitapçıların raflarına kavuşan Ötekiler Günü adlı deneme Tekin Şener’den dünyaya düşmüş koyu bir resim. Okuru da yazarın mevcudiyetinden oldukça memnun edecek bir tanışma vesikası.

"Dil Bahçesinde Cümle Tarhları" yan adıyla da yayınlanan Ötekiler Günü beş bölümden oluşan bir deneme. Halen Sivas’ta çıkmakta olan Hayat Ağacı dergisinin yayın yönetmenliğini üstlenen yazar, hem bu dergide hem de Türk Edebiyatı, Sühan, AZ Edebiyat, Mostar, Yerli Düşünce gibi dergilerde çıkmış yazılarını bir araya getirmiş Ötekiler Günü’nde.

Kitabın ilk iki bölümü olan "İlk Karşılaşmalar Ülkesi" ve "Vaktin Ayak İzleri" başlıkları altında zaman mefhumu üzerinde duruyor Şener. “Biz zamana tasarruf ettiğimizi düşünürken zaman bizi sarf ediyor” ifadesiyle dile getirdiği acımasız zamanın; sadece bedenleri değil, ruhlarımızı, duygularımızı, değerlerimizi, sosyalliğimizi de sarf ettiğini anlıyoruz kitabı okudukça. Bu yüzden meseleyi önce çocuklardan hareketle ele alıyor Şener. Onları bilhassa dijital dünyadan kurtarmanın zaman karşısında insan olan yanlarımızın sarf olmasını engelleme yolunda önemli bir adım olacağını sezdiriyor. Çocuklar kadar kentin çocukluk dönemi sayılabilecek sokakları da kurtarılması gereken önemli bir alan olarak görüyor Şener. Zaman karşısında sosyalliğimizi yitirmemenin koşulunun sosyalleşmenin başladığı yer olan sokağı yitirmemek olduğunu ileri sürüyor. Sadece tespitle kalmayıp modern zamanın dayattığı yaşam tarzından kurtulabilmenin küçük formüllerini dipnotlar halinde sunuyor okura.

İnsanîliğimizi yıpratan dijital çağ şeylerinden belki bir tanesi yazarın gazabından nasibini almıyor. O da: fotoğraf makinesi. Bu dijital alet "Namütenahi bütünden koparılıp alınan tek bir ânı, yeniden zamanda tedavüle sokmasıyla" sempatisini koruyor yazarın gözünde. Bunun yanında maziyle bağ kurmamızı sağlayan her şey değerli onun için. Eskiden ilhamla ortaya konmuş bir mimari yapı, eski kap kacak, mücevher, işlemeli düz kumaş parçaları… Hatta yürüyüşte bile maziyle bağ kurma vasfı görüyor.

"Hayal Melal" başlığı altındaki üçüncü bölümde insanın derunî yönüne eğiliyor Şener. Biraz yağmur kimseyi incitmez misali; acıların, kalp kırıklıklarının, gurur incinmelerinin insanı tamamlayan yanına vurgu yapıyor. Ancak kırılma için kalbî duyguların, hayallerin, gururun aktif tutulmasının da zaruri olduğuna değiniyor.Bunları bir muharebenin içine sokmadan galip gelmek mümkün değil sonucuna ulaştırıyor okuru. Aynı bölümde yer alan "Kara Yazı" başlıklı yazı Cenab Şahabettin’in Elhan-ı Şita’sını hatırlatıyor bize. Nasıl ki şair derûnundaki ıstırapları doğrudan değil;karın tabiat üstünde yarattığı değişimle, baharın etkisinin silinip gitmesiyle ve karın ağlamasıyla ifade ediyorsa Şener de “Kar içimize yağar” ifadesiyle bu yağış şekliyle insan ruhu arasındaki münasebeti ortaya koyuyor. Sonraki başlıklarda insan gönlünün en etkili ilacı olan maneviyat gücü yerini alıyor içerikte. Dünyevi telaşın içinde maddi arzulara kendini kaptıran yaşayan ölülere dönmek yerine arafta kalmanın ve orada kaçınılmaz sonun bilincinde bir hayat sürmenin insanı huzura sevk edeceğini sezdiriyor. "Hayat Bir Nokta İdi" yazısıyla da mistik bir bakışla hayatın gönüldeki ‘tek’ nokta ile çoğaltılabileceğinin tecrübesini paylaşıyor okurla.

Tekin Şener "Teori Değil Tefekkür" başlıklı dördüncü bölümde insanın sosyal yönü üzerinde duruyor. Bu bölümde en dikkat çeken yazı ‘Merkez Ayağımı Bastığım Yerdir’ de birey iradesini hiçe sayan, sahici bir topluma ulaşma yolunda engel teşkil eden ve ülkemizi ciddi bir istikrarsızlığa sürüklenme tehlikesiyle karşı karşıya bırakan cemaat yapılanmalarına karşı 2009 yılında yazdığı bir yazıyla yaptığı uyarıyı vurguluyor. Aczinin farkında olmayan ya da aczine rağmen ihtirasına tâbi olan insanların aralarında kurdukları ilişki ağı olan "Aceze İttifakı"nda da insanın sosyal zaaflarına temas ediyor.İttifakın kuruluş gerekçesi hedefine ulaşmak için canhıraş çalışanları yolun başında durdurmak ve kendilerinin ilerisine geçmesini önlemektir. Ne yazık ki bu ittifak, iş hayatında takındıkları resmiyet ve tabasbus meziyetleriyle liyakat karşısındaki gücünü halen devam ettiriyor. Şener’in bu eseriyle yüklendiği misyon da yine bu bölümde satır aralarında karşımıza çıkıyor. “Hayatı söze tercüme ederek ona düzenlilikler, anlamlar kazandırırız. Hayatın söze tercümesi, onun sosyal boyuta taşınması demektir. Tekil zihinlerin kurduğu düzen tasavvurları, anlam şemaları söz kanalıyla buluşur; dünyaya dair kuşatıcı sosyal kabuller ve doğrular böylece oluşur. Toplum hayatının üzerinde geliştiği zemin, söz kanallarıyla örülüdür.

Kitaba adını veren "Ötekiler Günü" adlı yazı en sonda çıkıyor karşımıza. Günün icabı olan renklere bürünmek için kişiliklerini çeşitlendirmeyi normal sayan ışıltılı sahne meraklılarına bir sitem ölçüsünde ilerliyor satırlar. Günün adamı olarak nitelendirebileceğimiz bu kesimi ötekiler olarak yorumluyor Şener ve bir senaryonun oyuncuları olarak gördüğü bu kesimin sergilediği gösteriye arka sıradan bilet bulup ıslıklama hakkını satın alacak kadar da tepkisiz kalmayacağını vurguluyor.

Tekin Şener’in Ötekiler Günü dil bahçesinde açtırılmış, farklı renklere sahip cezbedici bir çiçek. Hayatın sosyal, kültürel, siyasal, duygusal alanlarına köklü bir birikimden açılmış pencere. Yılların yayıncılık birikimi, yazınla içli dışlı oluş kuvvetle hissediliyor eserde. Cümleleri rahatlıkla eğip bükmesi, buna rağmen birbiri ardınca yadırganmayacak akışla bir araya getirmesi, kimi yerlerde okuyucuyu düşünsel anlamda yoracak örtük göndermeler, deneme türüne yakışır bir üslup yazarlık alanındaki yetkinliğinde şüpheye yer bırakmıyor.

Nedim Uzsoy

6 Mayıs 2018 Pazar

Deneme vadisinde yeni bir soluk: Ötekiler Günü

Hayat Ağacı dergisi editörü Tekin Şener’in, “Ötekiler Günü: Dil Bahçesinde Cümle Tarhları” adlı deneme kitabı geçtiğimiz aylarda Karakum Yayınları arasından çıktı. Tekin Şener uzun yıllardır yöneticiliğini yaptığı, şehir dergisi hüviyetindeki Hayat Ağacı’nın aynı zamanda önde gelen kalemlerinden biri olması hasebiyle gerek yazı kudretinden gerekse üslûbundan haberdar olduğumuz bir yazar idi. Ne ki onun edebiyatımızın estetik ve ustalık yönünden özellik arz eden bir türü olan denemede bu kadar kıvrak ve derûnî bir üsluba da sahip olduğunun farkında değildik. Bu çalışması bizim için hayranlık uyandırıcı bir eser olarak ortaya çıktı.

Deneme kuşkusuz ki, az kullanılmakla birlikte önemli bir türdür. Bilindiği üzere, deneme türü yazılarda belli bir konu veya düşünce genellikle şahsî bir görüş şeklinde ortaya konulur. Kesin yargılara varmaktan ziyade okuyucunun o konu üzerinde düşünmesi ya da bir bakış açısı kazanması hedeflenir. İşlenen konularda herhangi bir sınırlama zorunluluğunun olmadığı bu edebî türde yazar, kendi kendiyle konuşur havasındadır. Ataç’ın söyleyişiyle “Ben’in ülkesidir.”. Bu nedenle deneme; felsefî boyutu bir yana; bir açıdan söyleşi, bir açıdan eleştiri, bir bakıma da deyini çeşnisi verir.

Denemenin babası dünya edebiyatında Montaigne’dir. “Denemeler” adını verdiği yazıları (ki bunların yazılışı 1580- 95 arasıdır) bu yolda adeta bir çığır açmıştır. Onun denemeleri, Avrupa’da Rönesans’la ortaya çıkan yeni bir hayat anlayışının ve dünya görüşünün ürünleri olarak kabul edilir. Kişisellik ya da birey özgürlüğü gibi kavramlar, henüz oluşmaya başlayan burjuvazinin felsefesinin bir anlamda temel ilkeleridir de. Burjuvazinin çağdaş bir kültür oluşturması, yeni değer ölçüleri getirmesiyle sağlanacaktır ki, işte bu görevi “deneme” üstlenmiştir.

Bize gelince… Bizde deneme türü Tanzimat’tan sonra görülür. Ne var ki; Şinasi gibi, Namık Kemal gibi Tanzimat yazarlarının dahi başarılı birer denemeci oldukları söylenemez. Zira onlarda görülen şey, Avrupa’da olduğu gibi düşünce üretilmesi değil, doğrudan bilgi aktarımıdır. Onların, Avrupa’da görülen yapısal değişimi bizzat yaşamamalarını veya işin ayrımında olmamalarını bunun nedeni olarak ortaya koyabiliriz. Birey kavramına yabancıdırlar, bireyselleşmenin ayrımında da değildirler. Bu yüzden temeli Edebiyat-ı Cedide’de atılmış denemenin, ilk olgun örnekleri 1908 Meşrutiyetinden sonra Cenap Şahabettin, Ahmet Rasim, Yakup Kadri gibi yazarlar tarafından verilmiştir. Türkçede denemenin asıl geliştiği dönem Cumhuriyet’tir ve bu vadide akla gelen en önemli isim de tartışmasız Nurullah Ataç’tır. Diğer bir önemli deneme yazarı da Sabahattin Eyüboğlu’dur. Ataç daha ziyade edebiyatın çevresinde dolaşırken Eyüboğlu bir kültürü bütünüyle ele almaya çalışır.

Evrensel ve ulusal düzeyde bahsettiğimiz bu deneme ustalarına, çok fazla tanınmayan fakat kaleminin yetkinliğiyle diğerlerinden aşağı kalmayan Muhlis Nafiz Günay’ı da eklemek gerekir. Rahmetli Günay daha ziyade şiir, roman, öykü gibi fazlaca bilinen edebî formlarda ürünler vermiş olmakla birlikte, çok yaman bir deneme ustasıydı. Onun gerek kitaplaşamamış birçok yazılarında ve özellikle köşe yazılarında yaşam, ölüm, cinsellik, özgürlük, hümanizma, siyasal oluşumlar vb. konularda kaleme aldığı özgün metinlerin yüksek edebî estetiği ve düşünsel boyutu vardır. Tekin Şener, Muhlis Günay’la aynı şehirde yaşayan ve bu türü ustaca kullanan bir diğer kalem erbabıdır. Aralarındaki mevcut kuşak farkına rağmen, Şener’in denemeleri Muhlis Nafiz Bey’in denemelerini kimi yerde aşan bir yetkinlik düzeyindedir. Bu vadide araştırma yapacak olanların bu iki kalem ustasının ve bu toprağın yetiştirdiği diğer denemecilerin ürünlerini ele alırken bu gerçeği daha iyi kavrayacağı kuşkusuzdur. Bu gerçeğin en somut ifadesi ve kanıtı elbette ki Tekin Şener’in denemelerinden imkânlar nisbetinde yapacağımız alıntılarla daha iyi kendini gösterecektir. Zira denemelerinde yazar; çok ilginç, realist, kimi yerde sorgulayıcı kimi yerde sergileyici bir gözlem gücüyle, pürfelsefî ve mantıksal bir fikir örgüsü içinde konuları ele almıştır. Bu fikrî bütünlüğü sağlayan en başat unsurun dil olduğu kuşkusuzdur. Nitekim yazar denemelerinin fikrî altyapısını oluştururken bunları okuyucusuna en estetik şekilde sunabilme gayesiyle dili de bir mücevher ustası titizliği ile işlemiştir. Bu cümleden olarak yazıların hemen hiçbirinde herhangi bir dil yanlışına, bir anlatım potluğuna, bir ifade düşüklüğüne tesadüf etmek mümkün değildir. Bu kitaptaki denemeleri değerli ve benzerlerinden farklı kılan en önemli özellik elbette ki bu dil yapısıdır. Günümüz yazı hayatında birbirine ekleştirdiği üç cümlenin zamanlamasını bile ayarlayamayan sözüm ona kalem sahiplerinin arz- ı endam ettiğine maalesef tanık olmaktayız. Her konuda olduğu gibi yazı tekniğinde de muhteva ile şekil birlikte ele alınmasına rağmen, şeklin muhtevadan önde olduğu genellikle kabul gören bir gerçektir. Ötekiler Günü’ndeki denemelerde bu gerçeğin göz ardı edilmediği yakınen görülmektedir. İşte örnekleri:

Her çocuk, başta ailesi olmak üzere yakın ve uzak çevresinden aldığı sevgiyi, nefreti, mutluluğu ve acıyı kendi varlığında büyüterek geleceğe taşır. Onlara bugün verdiğimiz iyilikler, güzellikler yarın bize katlanarak dönecektir; tıpkı kötülükler ve yoksunluklar gibi…” sh. 13.

Bir mecburiyetler silsilesine ve boyun eğişler manzumesine dönüşüyor hayatımız, farkında mısınız?” sh. 32.

Sınaî kapitalizmin ürettiğine yabancı kıldığı insan, enformatik tüketim çağında tükettiğine de yabancı hâle geldi.” sh. 33.

Fizikî ve zihnî varlığımız, yani bir bütün olarak insanî varoluşumuz; şöyle bir göz ucuyla bakmaya, uzaktan soğukça dokunmaya, kulak vermeye, tadına bakmaya indirgeniyor. Bir eşyaya, bir ürüne etiket fiyatının ötesinde bir değer atfetmiyoruz artık.” sh. 33.

Hayatımızda müziğin birincil faaliyet olarak değil, yan faaliyet olarak yeri var.” sh. 35.

Birbirimize hiç benzemediğimiz hâlde, çok benziyormuş gibi yaşıyoruz.” sh. 37.

Serî üretimden serî tüketime, oradan da serî kültüre adım adım geçiyoruz. Çoktan seçmeli eğitim sisteminin tornasından geçen nesillerde giderek çoktan seçmeli bir dünya tasavvuru gelişiyor.” sh. 37.

Medenî izlere bakarak dünya maceramızı, kalıcı olanla geçici olanı, fena ile bekayı daha derinden kavrayabiliriz.” sh. 46.

Nimetleri ve külfetleri bol olan ciddî bir iştir bu ülkede yaşamak; onu sahiplenmek, sakini ve hamisi olmak…” sh. 50.

İnsan varlığının en kırılgan üç yanı ve en savunmasız noktaları; kalbi, hayalhanesi ve gururudur. Dünya ile alışverişimizin titreşimleri bu noktalara düşer.” sh. 63.

Hayal etmekle hayalperest olmak, gururunu sakınmakla megaloman olmak ve kalbini açmakla melankoliye düşmek arasında derece farkı değil mahiyet farkı vardır.” sh. 64.

Gurur, gönül ve hayal; irade ve aklın denetimine alındıkları ölçüde ehlileşir.” sh. 64.

İnsan için dünyadaki asıl müşkül, aynı anda birkaç sahnede boy gösterme gereği ve sahnelerin de sürekli değişiyor oluşudur.” sh. 87.

İnsanın değeri, anlık onaylarla değil geniş zamandaki kabullerle tesbit edilir.” Sh. 99.

Bitmez tükenmez değişmenin, sonsuz çeşitliliğin, sürekli oluşun ve bozuluşun ve bin bir tezadın bahçesidir hayat…” sh.105.

Alıntılar örnek kabilinden. Oysa alıntılanmaya hatta abartısız söylüyorum çerçevelenip duvara asmaya layık öyle çok aforizma var ki kitapta…

Neylersin ki vakit dar olsa gerek zira gün akşam oldu. İyisi mi her okur kendine düşenlerin bir seçkisini yapsın ve bu ibretamiz fikir bahçesinden nasiplensin. Şahsen, bunca yılın amansız bir okuru olarak Ötekiler Günü’nden çok etkilendim. Darısı bütün okurların başına…

Halûk Çağdaş