Kayıp Mevsim Düşleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kayıp Mevsim Düşleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2024 Çarşamba

Cümlenin cereyanı, kelimenin buğusu

1560 yılında Montaigne Les Essais”i yayımladığında sadece yeni bir edebî türe şahsiyet kazandırmamış aynı zamanda onun ismini de koymuştu: “Deneme”. Çok kısa bir zamanda edebiyatın sonsuzluğunda kendine ait bir krallık inşa etmeyi başaran deneme, sınırsız ilgi alanının, hükümferma kalem sahiplerinin, eşsiz üslupların, dimağı zenginleştiren estetiğin merkezi oluverdi. Akademik kaygılardan azade yazmanın rahatlığı, okuyucuyu kendine çeken samimi yaklaşımı ve yazarının mahareti bir araya geldiğinde tarifsiz güzelliklerin kapısını okuyanın zihin dünyasında açan deneme, bu özellikleri ile en sevilen yazı türlerinden birine dönüştü.

Montaigne’in açtığı yolu izleyen Francis Bacon, Thomas Eliot, Aldous Huxley, Albert Camus, Jean-Paul Sartre gibi kudretli yazarların güzel örneklerini verdiği deneme Tanzimat Dönemi ile hayatımıza girmiş ve ülkemizde de çok sevilmiştir. Cenab Şehabettin’den Ahmet Haşim’e, Refik Halid’den Ahmet Rasim’e, Salah Birsel’den Tanpınar’a, Falih Rıfkı’dan Nurullah Ataç’a, Sabahattin Eyüboğlu’dan Vedat Günyol’a, Cemil Meriç’ten Doğan Hızlan’a… Liste uzayıp gider. Her birinin kendine özgü tavırları, konuları ele alma biçimleri, inşa ettikleri dil sarayları, bu yazı türünün ihtişamının doruklarını ifade eder. Onlar matbuatın içinde, yazının göbeğinde, güzelliklerin temaşasını edebiyatın sınırsızlığıyla kelimeden heykeller yontarak ortaya koyanlardır.

Yazının göbeğinde olmak önemlidir. Her devletin siyasi başkentinin yanında bir de kültür başkenti vardır ki edebiyata dair her şey o merkezin etrafında şekillenir. Merkezden uzaklaştıkça da kalem ehli kendi taşrasına düşer. Taşrada söylenen türkü, okunan şiir, yazılan kitap her zaman makes bulmaz o mahfillerde. Tanınmamak, var olmadığınız anlamına gelir çoklukla. O nedenle taşrada söylenen söz büyük söz kabilinden söylenmeli, sedası defalarca edebiyat muhitlerinde yankılanacak kadar güçlü olmalı, mesajı zihinleri aşarak gönüllere tesir etmeli. Etmeli ki bilinsin, hatırlansın, iz bıraksın; var olduğunu göstersin.

Tekin Şener, Anadolu’nun ortasında, Sivas’ta kaleme aldığı ilk deneme kitabı Ötekiler Günü'nü 2018’de yayımladığında ne taşraya özgü kalem kaygılarını taşıyordu ne de var olduğunu ispat çabasını. Ama onun kalem tarihinin daha öncesi de vardı. Tekin Şener, Mülkiyeyi bitirdikten sonra kelimelerden resimler çizmek, prizmadan rengarenk ışık tayfları yansıtmak, hayatların hayaller ile iç içe geçtiği şehirleri tasvir etmek için devletin sağladığı imkanlara sırt çevirerek toprağına dönmeyi seçmişti. Pek çok kişi tarafından yadırganan bu seçim sadece Sivas’ın kültür tarihini değiştirmedi, tüm ülkede gıpta edilen önemli bir şehir-kültür dergisinin doğumuna da vesile oldu: “Hayat Ağacı”. Hayat Ağacı dergisinin ilk 37 sayısına can veren Tekin Şener, 2005 yılında yayın hayatına başlayan Türkiye’nin yüz akı bu dergi ile birçok şehirde benzerleri yayımlanacak şehir-kültür dergilerine de öncülük etti. Dergi ile haşir neşir olduğu bu zamanda birçok projede de yer aldı; şehir kitapları hazırladı, yayımladı, yayımlanmasını sağladı. Ötekiler Günü bütün bu birikimin kendi kabından taşmasıyla görünür kılınan ilk deneme kitabıydı. Ehli haberdar oldu, okudu, söyledi, biriktirdi ve bekledi. Ta ki Kayıp Mevsim Düşleri kitap raflarında yerini alıncaya kadar...

Kayıp Mevsim Düşleri, duymak istemeyenlerin kulaklarını tıkamalarına rağmen yazının göbeğinde yankılanan bir kitap oldu. Tekin Şener kitabın her bir bölümünde, kitabın güzel isminin taşıdığı örtük hüzünlerin, geleceğe dair hayallerin insanı yoğuran etkisini iliklerimize kadar hissettiriyor. Her bölüm bir başka mevsimin cilvelerini gönül dünyamıza taşıyor. Her yazı kendisine çok yakışan, büyüleyici başlığı ile daha okumaya başlamadan dimağımıza bırakacağı edebi lezzeti muştuluyor. Şener’in ilk mevsim için seçtiği “Seyir Var Seyir İçinde” başlığı aynı zamanda bölümün ilk yazısından ilhamını alıyor. Onun davetine daha icabet etmeden Seyyid Nesimi’nin sözleriyle,

“Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gah inerim yeryüzüne seyreder âlem beni”

diyerek âlemi ve kendimizi temaşaya başlamış oluyoruz. Kalemin ve Kaderin Yazdığı başlığında “okumak” fiilini bütün anlamları ile kitabı, kitap okumayı veya hayatı okumayı yeniden keşfediyoruz. Beraber ve Yalnız Türküler, yazarın içine işleyen güzelliklerin sadeliği ile türkülere başka bir zaviyeden bakmanın ve türkülerin “biz”i inşa etmede ne kadar etkili olduğunu hatırlatıyor. İnsan Bu başlığı kendimizi gönül aynasında seyretmenin ve görünenin ötesine bakmanın, daha da önemlisi görmenin imtihandaki karşılığına vurgu yapıyor. “Kişi dünyaya insan gelir. İnsan kalmak ve insan ölmek ise bir idealdir.

Kayıp Mevsim Düşleri başlıklı yazıdan hangi güzellikleri devşirebileceğimizi anlamak için giriş cümlesini okumak bile yeterli olur. “Erguvan renginde, kiraz dolgunluğunda, ıslak yaprak buğusunda, baygın iğde kokusunda, taze yaprak yeşilinde gelsin bahar. Irmak coşsun, gök dolsun, şevk artsın, çiçek açsın…” Nihayetinde bozkırın ortasında bir anlığına kendini gösteren baharın ümidi temsil etmesi çokça başvurulan bir imgedir. Lakin Covid-19 pandemisinin hepimizi evlerimizde mahpuslukta eşitlemesinin yarattığı hastalıklı tutumlarda, mevsimin anlamını kaybettiği hüzün dolu günlerde, ümide dair hayaller kurulduğunu Şener bizlere tekrar tekrar hatırlatıyor. Nitekim sonraki yazı tam da bunu işaret ediyor: Gam Kasavet Gelmiş Boydan Aşıyor. Hepimizin tecrübe ettiği ve ölümün bir başka şekilde geldiği zamanların tanıklığı satırlara düşüyor. Denemesi Bedava’nın At Sırtında Anadolu’yu! yazısının sebeb-i telifi olduğunu yazıyı bir solukta okuduğumuzda anlıyoruz ancak. Ve Anadolu bambaşka bir çehre ile kucaklayacak bizi. Veysel’in insanlığı kucakladığı gibi kucaklayacak. Yazar, Veysel Oldum başlığını yazıya yakıştırırken Anadolu’yu Veysel’e, Veysel’i kendine katacak ve birbirini besleyen insan damarını bizlere sevginin diliyle söyleyecek. Bölümün son yazısının ülkemizi yasa boğan 6 Şubat depremine hasredilmiş olması elbette şaşırtıcı olmamalı. Hele de başlığına baktıktan sonra. Ümidin iyimserlik ile harmanlaması, toplumun deprem sonrasında gösterdiği fedakârlık ve dayanışma duygusunun tarihe bir not düşümü gibi duruyor adeta. Bu nedenle Yeraltı Canavarlarını Dehlemek fazlasıyla can yakıcı, fazlasıyla kişisel bir tutumun topluma yansıyan hâlini ifade ediyor.

Kitabın ikinci bölümü “Kötü Düşünceler” ismini taşıyor. Aynı zamanda bölümün ilk yazısı da… Bölüm sadece üç yazıdan oluşuyor ve üçü de birbiri ardınca bize kendi kıvamımızı bulma konusunda kendimize dönmeyi öğütlüyor aslında. Esrikli Uğultular ve Kasvetim Benim Büyüsüz Gerçeğim karamsarlığın bütün hâlleri ile yüzleşmenin, umudu güçlendiren, bakış açısını olumlayan, iyimserlik iradesine vurgu yapıyor.

Duyduk Duymadık Demeyin” başlığı üçüncü bölüm hakkında çok fikir vermese de ilk yazı ile yazarın ne kastettiğini hemen anlıyoruz. Dinle Dinleyebildiğin Kadar başlığı, kâinatı okumanın ötesinde onu dinlemenin, insanı dinlemenin, hayatı dinlemenin renklerini hatırlatıyor. Zannettiğiniz Kişi Değilim Ben yazısı ise “ben”i dinlemenin edebini. Nitekim bölümün üçüncü yazısı olan Delilik Eşiğimizde iç sesimize kulak vermemizi, Sesimi Sesine Kattığımın Dünyası ise dünyaya dair seslerin ayırdına varmamızı sağlıyor. Ve yazarın diliyle biz de söylüyoruz: “Dünya sesin vatanıdır.

Tekin Şener’in dünyasında ışık, fotoğraf ve şehir her zaman müstesna bir yere sahip olmuştur. Kendisini tanıyanlar bu nedenle “Işıkçiz Hayalhanesi” başlığını görünce hangi dünyayı tarif ettiğini hemen anlayıverirler. Onun fotoğrafa yaklaşımı da ışığın eşya ve zaman üzerine düşürdüğü anlam dünyasını, gönül aynasından yansıyanlar eşliğinde okumak ve kelimelerle yeniden inşa etmek oluyor. Hem Işıkçiz Hayalhanesi hem de Kelimeler ve Görüntüler yazıları görüntülerin kelimelerle bilince vurmasının ötesinde şüphe götürmez varlıklarının da anlatıcısı haline geliyor. Beni de Alın Ne Olur Koynunuza Hatıralar ve Aile Albümlerinin Sakladığı başlıklı yazılar akan zamanın zihinde veya fotoğrafta donduğu anları yeniden yaratma imkânını anlatıyor. İki Fotoğrafın Yazgısı ise bu durumun iki fotoğraf teki üzerine düşen hissesini. Meçhul Şehir fotoğrafın şehirde bıraktığı hatıranın bir şahsın hikayesindeki izdüşümünü siyah-beyaz melodiler eşliğinde terennüm ediyor.

Son iki yazı fazlasıyla şahsi görünse de Tekin Şener bir kez daha “ben”in varlığında “biz”i tarif ediyor. Ömrüm Bitmeyen Bekleyiş ve Halbuki Ben… yazıları bu bölümde yer alan fotoğrafların eşliğinde okunduğunda daha bir anlam kazanıyor. Hatta yazar fotoğrafları tamamlayıcı unsur olarak değil de yazının bir paragrafı gibi kurguluyor. Ancak fotoğrafların kötü baskısı ve hatların belirsizliği, her iki yazıyı da sadece kelimelere mahkûm kılıyor. Fotoğraflar daha kaliteli basılsaydı yazıların mahiyeti daha doğru kavranabilirdi.

Tekin Şener kelimeleri birer birer gönül süzgecinden geçirip sayısız düğümlerle birbirine ekleyerek size bir halının bütün renklerini, motiflerini, yaşanmışlıklarını, hayallerini, hikâyelerini, masallarını kâğıda dokuyarak anlatıyor bu eserinde. Ya da bir halının bütün motiflerinin tek bir düğüme yüklediği gibi bir hayatın bütün inceliğini, ahengini, lezzetini tek bir paragrafa, cümleye hatta kelimeye yüklüyor. İnsan dediğimiz muamma biraz da böyle bir çocuk değil midir?

Sen hayalleri dünyaya değince dökülen çocuksun.

Tahir Günay

27 Kasım 2023 Pazartesi

Anlamlı düşünceler, zorlu metinler

Türk Edebiyatı’nda iyi deneme yazarlarına yıllardır hasretiz diyebilirim kendi adıma. Adına deneme denen ama birçoğu farklı türlere ait olanları (özellikle gazete yazılarını) kastetmiyorum. Klasik denemeden bahsediyorum. Bir fikri baz alıp o fikir etrafında düşüncelerini halkalar hâlinde genişletip sonra da düzgün bir şekilde sona eren metinlerden yani. İyi deneme yazarlarımız yok mu? Tabiî ki var, her dönemde oldu ama bizim gibi konu sıkıntısı çekilmeyecek bir ülkede çok sınırlı sayıda kaldı bu iyi metin ve iyi yazarlar. Bunların bir kısmını da şairler oluşturuyor zaten. Yaşayan ve iyi deneme yazarlarından bakacak olursak, mesela Enis Batur da şair Ali Ayçil de. Eskilerden Salah Birsel’in de şairliği var. Örnekleri biraz daha çoğaltabiliriz. Tabiî ki şair olmak iyi deneme yazmanın şartı değil ama edebiyatımızda böyle de bir damar var.

Tekin Şener’i bunlardan biraz ayırıyorum. O deneme denince doğal olarak şiir, roman gibi türler akla gelmeden söyleyebileceğimiz biri. Yaşına göre çok az kitabı olması onun kıymetini azaltmıyor, çünkü bir birikmişliğin yavaş yavaş kitaplaşmalarını görüyorum ben onun eserlerinde. Yıllarca doğurgan sözün gerilimini yaşadım derken de bu birikmişliğin ortaya çıkmasının sancılarından bahsediyor ve daha önemlisi yeni birikimlerin ipucunu veriyor. Onun 51 yaşında sadece iki deneme bir de söyleşi kitabı sahibi olması bizi yanıltmasın, bundan sonra daha fazlası geleceğine eminim ben. Çünkü yazarın söylemek istedikleri, anlatmazsa olmayacak meseleleri, kısaca bir derdi var. Bu dert de onun son kitabını Kayıp Mevsim Düşleri’nin her zerresine yayılmış durumda. Zaman zaman felsefeye kayan dili ve derin anlatımıyla en basit gibi görülen konulardaki yetkin fikirleri bize daha çok zaman güzel/estetik denemeler okutacak gibi duruyor.

"Kurduğum cümleler aradığım cümle için birer yakarış, telkin, belki de hazırlıktı. Arayış içinde, yakarış ve meydan okuma arasında metinler döktürdüm. Kendimle yaptığım bir seansa dönüştü yazma fiili. Biraz terapi, biraz anımsama, biraz muhakeme, biraz tasavvur, biraz sayıklama…" derken de denemesinin ip uçlarını veriyordu bize. Özellikle muhakeme ve tasavvur yönü ağır basan denemeler Şener’in metinleri. Bu yüzden de zaman zaman yorucu olabiliyor bu kısa metinler ama niteliği genelde üst düzeyde seyrediyor. Bunda bence dili kullanım becerisi önemli bir etken.

Şener’in yazdıklarına baktığımızda onun hayata karşı daha doğrusu metinlerinin oluşturduğu etki seviyesine karşı bir kırgınlık /sitem duyduğunu görüyorum ben. Yazıp yazıp gerekli dönütü alamayan yazarın en sonunda, zaten bundan sonra da bir akis olamayacak ama ben yine de yazacağım, noktasına gelip metinlerini buradan oluşturduğunu görüyoruz. Çünkü ona göre (elbette bize göre de) söz değil görüntü çağında yaşıyoruz. Ama Şener’in metinlerinin bir dönüt alamamasının sebebini sadece bu şekilde görmüyorum ben. Bu durumun, Şener’in denemeleri için bir kıstas olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta kaybolan, yıllar sonra açığa çıkan veya çıkamayan, okuyucu nezdinde ön planda olmayan çok fazla iyi metin var. Şener’in denemelerini de bu şekilde görüyorum. Bazı yazarların dediği gibi, iyi metinlerin saklanamayacağını, mutlaka açığa çıkacağını ve olumlu tepki alacağını da düşünmüyorum. Yeri geldiğinde bir metin çöplüğüne dönen yayın dünyasında iyi şeylerin arada kaybolması çok olağan.

Biz, dünyanın ve kitabın buluştuğu, yazıyı ve yazgıyı takip edenler, ömrümüz yettiğince okuyup, okuyamadan öleceğimiz binlerce iyi kitabın varlığını düşünerek hayıflanacağız her zaman. Şener’in kitabının kısa bir bölümünü okuma üzerine ayırmasını kıymetli buluyorum. Bu denemeyi alıp alaycı, okumayı küçümseyen kişilerin alnına çakmak gerekir. Çünkü okumak herhalde bu zamanlardaki gibi hiç aşağılanmamış, varoşluk hiç bu kadar yüceltilmemişti. Ülke olarak kültürsüzlüğün ceremesini çektiğimizi düşünüyorum, bunun temel sebebini de okuma eksikliği, kitaba verilen parayı hor görme gibi şeylerin oluşturduğunu görüyorum. Bir fikrin veya bir kişinin peşinden düşüncesizce gitme, aklını kiraya verme, kısacası düşünmeden, neredeyse aklımız yokmuşçasına yaşama da bu durumun doğal sonuçlarından olunuyor, kaçınılmaz olarak. Bu eksiklik, bence, hayat karşısında bizi acemi kılıyor. Estetik duygular bir yana, ne iyidir ne kötüdür, bunu muhakeme etme becerimiz de köreliyor. Vasatlığın ve varoşluğun olduğu yerde maalesef kötülük de çok geçmeden kendini gösteriyor: “Meydan okumak, okuma eyleminin en üst seviyesidir. Hayatı ve metni ihtiramla, derin kavrayışla okuyan kişiler meydan okuyabilir ancak. Çünkü onlar her hazır cevabı peşinen kabul etmez, verilen her lokmayı hemen yutmazlar. İnsanı, hayatı ve kitabı tutkuyla okuyan insanın bakışı keskinleşir; o iyiyi kötüden, doğruyu eğriden, güzeli bayağıdan cesaretle ve isabetle ayırabilir.

Şener, denemelerinde ele aldığı kavramı hakkıyla işliyor, derinlemesine yazıyor ve bunu da düşmanlığa yönelmeden, insanca ve güzelliğin tarafından yapıyor. Çünkü Şener, dinlemenin önemine inanıyor. Herkesin dinlemekten ziyade konuşma sırasını beklediği ve dinlemeyi sadece akıl/nasihat verme nedeniyle gerçekleştirdiği günümüzde o hakiki dinlemenin önemine okuru inandırmaya çalışıyor. Sanki zaman zaman Byung Chul Han konuşuyor sanabilirsiniz ama bizden biri söylüyor bunları. Yanlış anlama olmasın, Şener, Byung Chul Han’ın söylediklerini tekrarlıyor demiyorum. Konuya aynı pencereden ve taraftan bakıyorlar sadece.

Şener’in denemeleri öyle bir kere okunup kenara bırakılacak metinler değil. Hatta bu kısacık kitap (113 sf.) bile bence fasılalarla okunmalı çünkü yazılar içerik olarak yoğun. Üslûp ve anlatım da bu yoğunluğa hizmet ediyor. Nasıl ki şiiri bazen, anlamdan ziyade kulak için/ses için okuyorsak Şener’in bazı denemeleri için de bunu söyleyebiliriz. Onun denemeleri sanki birer mensur şiir gibi.

Kitabın son bölümü “Işıkçiz Hayalhanesi” adı gibi bir bölüm. Dilin felsefeye anlatımın soyuta kaydığı ama bir şekilde anlamın metinleri maddi hayata çevirdiği bir metinler toplamı. Bu kısım da tıpkı diğer üç bölüm gibi alt başlıklarıyla sanki bir bütünün parçaları gibi yazılmış. Kitapta dört ana bölüm olmasına rağmen çok fazla alt başlık var ama bölüm içi devamlılıktan ötürü uzun dört deneme okuyor gibiyiz. Bu da yoğunluğu artıran başka bir faktör.

Yukarıda, yazarın siteminden bahsetmiştim, metinlerinin bir akis yapmadığını düşündüğünden ötürü. Ama şunu da söylemek lazım, Şener’in denemeleri bir ilgi gördüğünde zaten kültür hayatımızda büyük bir sıçrayış olmuş demektir. Ne diyelim, o günleri bekliyoruz.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif13