Sokakta etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sokakta etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mayıs 2023 Pazartesi

Seksenlerin ahvali: Sokakta

"Her pazar İsmail acaba hangi şiiri bozdurdu da güzelim bir hikayeye çevirdi, diyerek okuduk bu yazıları." diyor Furkan Çalışkan, Sokakta'nın önsözünde.

Kitap bir öykü kitabı olarak çıksa da tamamına öykü diyemeyiz bu iki bilemedin üç sayfalık kısa yazılara. Peki öyleyse türü hakkında ne diyeceğiz? Deneme? Evet, kimisi. Otobiyografi? Olabilir. Yazarımız çocukluğunda, gençliğinde tanıdığı kişilerin hayatından da öyküler devşirmiş.

İsmail Kılıçarslan 1976 doğumlu. Dolayısıyla seksenler çocukluğunu yaşamış. Seksenler deyince hepimizin gözünden bir hasret bulutu geçti değil mi? İşte kitabı okurken o günleri yad ediyoruz. Elimden bırakmak istemediğim bir kitap oldu. Biz tiryakiler işte böyleyizdir, sevdiğimiz bir kitap olunca bitecek korkusuyla ağır ağır okuruz. Kitaba yeterince güzelleme yapıp dikkatinizi çekebildiysem sırayla başlamak isterim şimdi.

Sokakta, "Sana Bu Mektubu", "Huzur Kıraathanesinin Balkonu" ve "Soba Yanıyor" başlıklı üç bölümden oluşan bir öykü kitabı.

İlk bölümdeki öyküler için lirik ağırlıklılar diyebiliriz. Ben en beğendiklerimden biri olan "Sen Tatlı Yeme Sakın" öyküsü burada yer alıyor. Kahraman, anlatıcının fakülteden arkadaşı. Sınıfın en zengin kızlarından birine tutulmuş. Kızın aklındaysa evlilik yok. Bıçkın bir delikanlı olan anlatıcı bu iki genç için bir görüşme ayarlıyor güç bela. Sonunu tahmin edersiniz…

Urfalı yaşlı bir amcanın hikayesini okuduğumuz "Suskunluğa Övgü", bitirince bu atmosfere bizi de çekiyor. Namlı bir eşkıya iken eşini görüp tövbe eden amca, 75'ten sonrasını neneyi toprağa verdiği için saymamış... Kimi zaman Ankara şivesiyle ve diğer şivelerle, doğal bir anlatımla yazılmış cümleler kitaba bir sıcaklık katıyor, “Musa’nın Geçileri” öyküsü gibi mesela.

Bir okur olarak okuduğumuz kitaptan beklentimiz nedir? Hoşça vakit geçirmek, yeni şeyler öğrenmek, bildiğimiz şeyleri tekrar, biraz hüzünlenip biraz gülümsemek, tarif edemediğimiz duyguları ifade etme yetisi... Sokakta, saydığım bu soruların hepsi için gayet tatmin edici bir kitap. "Ah minel aşk" dediğimiz aşklar da okuyoruz, "Vay canına" dediğimiz, mahfillerde adı geçen ustalarla anılar da. “Huzur Kıraathanesinin Balkonu”, İsmail Kılıçarslan ile İbrahim Tenekeci’nin öyküsü, hoş bir anekdot. Ve içinden birkaç cümle:

"Meğer biz koyundan, ağaçtan, çiçekten, çocukluktan bahsederken aynı zamanda dergiden de bahsediyormuşuz. İbrahim abi gibi adamlar şiir yazabilen adamlar değil, ‘pekey demekle kaim’dostlar ararmış meğer."

Burada duralım. İlişkilerimizi, dostlarımızı bir düşünelim. Kaç kişi böyle bir muhabbet yakalayabildi? Cevabı herkes içinden versin.

Akranlarım beni onaylayacaktır; çocukken erkekler berbere gitme vaktinin geldiğine kendileri karar vermezdi. Belli aralıklarla babaları onları uyarır, onlar da berbere gider babasının selamını söyler, tıraşını olur gelirdi. İşte, İsmail, 14 yaşındayken ilk defa berber koltuğunda büyüyor, çünkü ona öyküye de adını veren soru soruluyor: "Nasıl olsun?"

Büyük Yolculuk: Külli Tuffa Beleş” öyküsü şöyle başlıyor: "Sene doksan. Yaş on dört. Bir v6 otobüsün hostes koltuğunda, sonu hiç gelmeyecekmiş gibi duran yolu izliyorum. Birazdan Bağdat'a gireceğiz. Ahmet Murat, ‘Bağdat'ın Yapılışı’ isimli şiirini yazmamış daha. Yazmış olsaydı, şehre girerken dilime pelesenk olurdu: ‘Arapça'da yapıldı, aruz kullanıldı."

Hikaye şu: Bir grup liseli öğrenci öğretmenleri eşliğinde umreye gidecek. O yıllarda kara yolu kullanılıyor. Otobüsle uzun bir yolculuk yapılacak. Irak sınırına gelince sınırdan geçmeden önce hocalar çokça elma alıyor, amaç ticaret. Sınırın öte tarafında elma pahalı, satıp bir taşla iki kuş vuracaklar. Kahramanın şoför olan amcası da elma alıyor. Sonu mu? Yolculuk bitti mi bilmiyoruz bu öyküde ama kahramanın yüreğine su serpildi çünkü külli tuffa beleş!

Aynı yolculuktan bir kaç anı/öykü daha var kitapta. Tarhananın bereketini okuyoruz birinde, bir gencin fikir dünyası nasıl oluşturulur bunu görüyoruz. Kul, gördüğünü işliyor.14 yaşındaki İsmail’in büyüyünce İslamcı bir genç olmasında da bu yolculuğun etkisi muhakkak büyüktür.

Geldik, son bölüme: “Soba yanıyor.”. Buradaki öyküler hikmet odaklı.

"Bugünlük Ekmeğim Var" öyküsündeki pejmürde giyimli yaşlı adam hepimize bir temiz nefis terbiyesi dersi veriyor. Anlayana mı demeliyim yoksa?

Yazar öyküyü şöyle bitirmiş:

Bugünlük ekmeğim var' diyebilen ve bununla yetinebilen insanın dünyayı değiştirme, ona nizam verme şansı hepimizden fazladır. Hatta o zaten bizatihi varlığıyla bile her gün dünyayı değiştirmektedir. Bizse, şahane konforumuzla her gün 'neyi değiştirmemiz gerektiğinden bahsederek' yorgunuz."

"Fazla yaşamaktan yorgunuz" derdim bir öykü yazarı olsaydım.

Sözün sonu: Sokakta, yazar karşınızda oturuyor da sohbet ediyormuşsunuz gibi samimi bir üslupla yazılmış. Bununla beraber bir o kadar gerçek, bir o kadar etkileyici… Hem lezzetli, hem pek çok ders mahiyetinde tadımlık hikayeler.

Birsen Sebahat Tan
birsen_sulubulut89@hotmail.com

23 Kasım 2022 Çarşamba

Edebiyatımızın gizemli ismi: Bahaeddin Özkişi

Bahaeddin Özkişi… Türk Edebiyatının az ve öz yazmış kalemlerinden biri. Ona, Tanpınar: “Sen on tane Said Faik edersin” demiş ama kendisi pek tanınan, bilinen bir yazar olmamış. Edebiyat tarihimizin karanlık sayfalarında kalmış… Tâki Sokakta adlı romanı Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 100 Temel Eser listesinde değerlendirilinceye kadar. Tanınıp, ünlenmesi bu liste sonrasında.

Evet, az eser vermesinde bu dünyadan erken yaşta göç etmesi de etkili olmuştur belki. Genç ölenlerden… Kısa ömrüne birbirinden değerli dört kitap sığdırmış seçkin bir isim. Genç ve çok da tanınmamış… Gerçi kendisi de çokça tanınmaya, bilinmeye meyletmiş biri değil. Reklama ihtiyaç duymamış. Tanınma hevesiyle, şöhret tutkusuyla hareket etmemiş. İlim irfan sahibi bir ailenin mensubu Özkişi. Babası Fatih Dersiamlarından Ömer Lütfi Efendi. Dedesi Hacı Halit Efendi Manisa’nın Demirci ilçesindeki Nakşi şeyhlerinden. Bir tasavvuf terbiyesine sahip. Hikmet ve ruhi derinliğin, olayların arkasında yatan sebepler çeşitliliğinin farkına çok küçük yaşlarda varabilmiş. Tasavvufun içe dönük, insan dünyasını anlamaya çalışan özelliği onu başarılı kılmış. Belki de hikâye ve romanlarında Onu derin ve özgün kılan iksir de bu arka plandı. Bir müderris baba ve şeyh dede…

Köse Kadı, Uçtaki Adam, Sokakta adlı romanları ve Göç Zamanı adlı hikâye kitaplarıyla gerçek edebiyatseverler tarafından -bu çok sınırlı olsa da- bilinen ve sevilerek okunan Bahaeddin Özkişi 100 Temel Eser listesinde yer alınca özellikle gazetecilerin dikkatini çok fazla çekmişti. Ahmet Hakan Coşkun’un o zamanki Sabah Gazetesi'ndeki “Kim Bu Bahaeddin Özkişi?” adlı yazısı dikkatleri çekti. Yazarı tanımayan Coşkun’un bu yazısı merakları kamçıladı. Aynı gazetede Emre Aköz’ün bir yazısı yayınlandı. Aköz yazısında kayınbabası Hadi Çintay’ın Özkişi hakkındaki notlarına yer veriyor. Çintay, Özkişi’nin yakın arkadaşlarından. Onu ve ailesini iyi tanıyor. Ahmet Kekeç’in 30 Ağustos 2004 tarihli Yeni Şafak gazetesindeki “Kitap Okunacaaak! Oku!” yazısı Özkişi hakkında Ahmet Hakan’ın bilgisizliğini giderecek cinstendi. Kekeç, Bakanlığın listesinde Özkişi’nin adının geçmesinden çok memnun olduğunu dile getiriyordu. Yazının devamında “Özkişi unutulmuş, gözden kaçmış, hakkı teslim edilmemiş, moda ifadesiyle “Dostoyevskiyen” bir yazar. Tanpınar’ı seviyorsanız, Özkişi’yi de seversiniz. Poe’nun grotesk dünyasından “edebî hazlar” devşiriyorsanız, Özkişi’yi de seversiniz. Dostoyevski’yi seviyorsanız, Özkişi’yi zaten seversiniz.” diyerek bir hakkı teslim ediyordu. Mehmet Niyazi bir yazısında Özkişi’nin Gogol ayarında bir yazar olduğundan bahsediyordu.

Köse Kadı ve Uçtaki Adam romanları dışarıyı, Osmanlı’nın kaybedilmiş topraklarını anlatır. Bizleri o güzel topraklara, yaşanmış güzel günlere götürür. Sokakta romanı ise içeriyi, yanı başımızı, sokağı anlatır. Bir uçtan başlayan değişimi… Sokağın değişen yüzünü… Sarsıcı bir üslup dikkat çeker Sokakta romanında. Sanki bir psikiyatri salonundayız… Sağlam psikolojik tahliller. Kişilerin derinlemesine gözlemlenmesi… Romanda modernleşme, batılılaşma gibi kadim problemimiz işlenir. Değişimin yarattığı bozulma… Bu bozulmanın ahlaka sirayet eden yönü daha belirginleşir. Yazar hep eski kültürün yanında yer alır. Değişimin, dönüşümün ortaya çıkardıkları büyük bir ustalıkla resmedilir. Güçlü bir anlatım var. Bir hesaplaşma…

Özkişi meselesi olan bir yazardır. Sokakta romanı bu meselenin kristalize olmuş şeklidir. Onun ruh dünyasının, değerler skalasının dışa vurumu… Toplumsal değişimlerin, dönüşümlerin insan ve onun psikolojisi üzerinde yarattığı derin bunalımlar… Evet, meselelerin böyle ele alınışı bize Peyami Safa’yı hatırlatır. Zaten Özkişi’nin üslubuyla Safa’nın üslubu birbiriyle örtüşür. Özkişi, Safa’nın devamı gibidir. Materyalizmin, manevi değerler üzerindeki tahribatı ve maneviyatını yitirmiş toplumların, kişilerin trajedileri… Her ikisinde de bu olgu üzerinde yoğunlaşılır.

Sokakta romanında da milli ve manevi değerlerin yok olması ve bunların yerini dolduran maddi değerler sorgulanır. İyiyi ve kötüyü temsil eden simgeler vardır. Romanda onlar adı verilen mahlûklar kötüyü temsil eder.

1928’de İstanbul Fatih’te doğan Özkişi 10 Kasım 1975 yine İstanbul’da vefat eder. Bir dönem yeterince okunmasa da tanınmasa da son dönemlerde değeri anlaşılmış ve edebiyat tarihimizin tozlu sayfalarından gün yüzüne çıkarılmıştır. Gerçekten edebi tat almak isteyenlerin bir an önce okuması gereken biri.

Ruhu şad olsun!

Muaz Ergü

17 Mayıs 2019 Cuma

Sokakta bıraktıklarımıza bir derviş isyanı

Bahaeddin Özkişi; İslam tefekkürüyle yetişmiş, maddenin ötesindeki manayı kavramış hâl ehli bir münevver olarak Batılılaşma sürecinin toplumumuzun dinamiklerinde oluşturduğu tahribatı kendi üslubuna yaraşır bir biçimde gözler önüne seriyor Sokakta romanında.

Değişim sokakta başlıyor yazarın deyimiyle ve direnme de sokaktan başlamalı. Bu nedenle olsa gerek bir çeşit polisiye olaylar silsilesi içinde naklediyor değişim ve direnme sürecini. Roman kişilerinin her biri Şeytanî bir değişim ve Rahmanî bir direnmenin sembolü olacak şekilde karakterize edilmiş özel kişiler. Doktor, bu kurgunun içinde en azından ilk başta tarafsız görünen tek karakter. Mahalle sakinleri ise olayların gidişatına göre kendilerini konumlandıran bir kitle görüntüsünde. Komiser ve arkadaşı Rahmanî direnişin en güçlü temsilcileri iken emniyet müdürü ve doktor onların yardımcıları durumundalar. Bu konumlandırma da aslında Müslümanlar arasında imanî safiyetin tezahürü gibi okunabilir. Benzer bir konumlandırma değişim taraftarlarında da söz konusu. Küçük Bey ve katil Şeytanî değişimin en güçlü savunucuları, Komiser ve arkadaşının en azılı düşmanları olarak görülüyor. Öte yandan katilin kurtulması için araya giren hatırı sayılır kişiler de onlara yardımcı konumundaki karakterler. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus da bu karakterlerin toplumun hangi kesiminden seçilmiş olduğudur. Emniyet müdürlüğü bünyesindeki bir soruşturmaya müdahele edebilecek kadar güçlü olan şeytanî değişim taraftarları bir anlamda devlet içinde konumlanmışlar. Öbür taraftan komser, bir tesbihçinin oğludur. Yazar burada Şeytanî değişimin devlet politikası ile halka dayatıldığı, halkın da buna karşı bir tepki ortaya koyduğu gerçeğini vurguluyor.

Romanın hikâyesi kısaca; aynı sokakta yaşayan Batılılaşma yanlısı bir paşazade ile muhafazakar bir adam olan Tespihçi arasında yaşanan çatışma ve bu çatışmayla ilişkili biçimde gerçekleşen seri cinayetlerin araştırılması biçiminde okunabilir. Yazar, karakterlerin konuşmaları ve tutumları yoluyla Batılışmanın toplumumuzda meydana getirdiği tahribatı işliyor.

Yazar, kahramanının ağzından anlattığı bir hikâyede Batılılaşma sonucu ortaya çıkan durumu şöyle anlatıyor: "Sen belki hatırlarsın. Bahçemizde yaşlı bir kavak vardı. Onun dibine komşunun söküp attığı bir asmayı dikmiştim. Tuttu ve gelişti. Kavağın boyunca uzadı gitti. Mevsim geldikçe bakımsızlığına rağmen iri taneli ve güzel üzümler verdi. Sonra yaşlandı ve yozlaştı tabiî. Bir gün onu söküp atmak gerektiğini düşündüm. Hem verimsizleşmişti hem de bana kavağı rahatsız ediyormuş gibi geliyordu. Bu düşünceyle erişebildiğim en yüksek noktadan onu kesip attım. Bu olay ağaçlardan şu çekilme mevsimiydi. Kavağın üzerinden o ağırlığı aldığım için memnundum. Olayı unuttum gitti. O yılın güzünde yaprakların döküm mevsiminde tesadüfen kavağın tepesine baktım ve gözlerim hayretle açıldı. Ağaç nefis görünümlü salkımlarla donanmıştı. Belki erişebilmenin zorluğu onları gözümde daha da imrenilir gösteriyordu. Binbir zorlukla tepeye tırmandım ve altın renkli salkımlardan indirebildiğim kadar topladım. Gördüm ki kökünden kaçtığım asma kavağın çatallaştığı noktada kök salmış. O üzümleri yazık ki yiyemedik. Çünkü güzelliklerinin aksine acı bir tada sahiptiler. Bu olay beni çok düşündürdü. Kavağın köklerinin topladığı özsu üzüm için uygun değildi."

Yazar, kahramanı üzerinden bu hikayenin sonunda şu çıkarımı yapıyor: Batılılaşma maskesiyle toplum yaşantımıza sokulan alışkanlıklar uzaktan güzel ve hoş görünse de bu toplumun özlerine uygun değildir. Bu nedenle acı ve zehirlidir.

Yazarın yumuşak ve içten üslubu romanın kolay okunmasını sağlarken toplum hayatına dair sağlam ve güçlü tespitleri de okuyucuyu sarsıyor. Geleneksel hikaye anlatıcılığının ötesine geçen yazar modern, postmodern unsurlardan da yararlanarak sokağı laboratuara taşımayı başarmış.

Türk-İslam kültürü içinde sokak; maddi ve manevi değerlerin korunduğu, aktarıldığı ve canlı bir biçimde yaşatıldığı mekanlardır. Toplumumuzu güçlü kılan her türlü değer sokaktaki bir yapı, karakter, davranış vb. ile temsil edilirdi. Değişim bu temsil ediciler üzerinde tahribat girişimiyle başladı ve zamanla kararlı ve güçlü bir biçimde toplumu etkisi altına aldı. Bahaeddin Özkişi, hepimizi bu değişim karşısında nöbete çağırıyor.

Keyifli okumalar...

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com