Ailemden Simalar; Sadettin Ökten’in hatıralarına, yaşadığı dönemin İstanbul'una, düşünce hayatına, estetiğine, zevklerine uzandığımız belgesel niteliğinde bir kitap. Kitapta hocanın bizi ilk tanıştırdığı sima; babası Celâleddin Ökten, nam-ı diğer Celal Hoca. Alışılagelmiş baba-oğul ilişkisinden çok farklı bir ritim görüyoruz. Diyaloglar, ikazlar, latifeler ve nasihatler kendi içinde bir derinliğe sahip. İçinde edebiyatın, tabiat sevgisinin, dergâh terbiyesinin, İstanbul tavrının olduğu bir sistem. Ailemden Simalar üzerine yazmaya girişirken, sadece bu baba-oğul ilişkisindeki hatıralardan bahsetmenin yerinde olduğunu düşündüm. Çünkü evlat, babanın sırrıdır.
Sadettin Ökten, Vefâ Lisesi'nde öğrenciyken eve bir gün karnesini getirir. Velisi de pederi. O zamanlar karneyi veliler imzalıyor. Hoca velisinin adını Celâlettin olarak yazmış, babasına uzatıyor karneyi, Celâl Hoca, oğlunun kulakları kızarıncaya kadar durumu izah ediyor. "Ben dinsiz Celâl miyim? Ben, Celâleddin. Benim adım Celâlettin değil, tin değil, din. Ben incirin celâli değilim, dinin celâliyim ben!" diyor ve karneyi imzalıyor. Böylece dil hassasiyeti, Sadettin Ökten’in iç nizamında yerini buluyor. İnancın yaşanılarak öğrenildiği zamanlara gidiyoruz bu ilişkide. Telkinden ziyade seyir var. Çünkü o seyrin içinde olan insanlar, hayatlarını inanç esasları üzerine kurmuşlar. Ne çok abartılı ne de çok gevşek. “Böyle akıyordu hayat; yumuşak, tabiî ve mûnis” diyor Sadettin Ökten. Baba-oğul ilişkisinden devam edelim.
Divan şiirini çok severmiş Celâl Hoca. O bir beyit okur, oğlu kısa sürede ezberler. Onların vezinlerini bulur, buldurur, tâlim gerçekleşir. O beyitlerin ne manaya geldiğini, hayatta nereye oturduğunu yıllar sonra anlamış Sadettin hoca. Mesela: "Âkil ağlar geçen eyyâmı için / deli bayram geliyor der sevinir". Genel olarak ciddi bir sima olduğunu görüyoruz Celâl Hoca’nın. Dost meclisinde de, yemek sofrasında da. Hayatında ekseriyetle olan şeyler okumak, yazmak ve dostlarıyla hasbihal etmek. Oldukça seçici, mesafeli ama yeri geldiğinde samimi bir mizaç. Rüyaları çok önemsermiş. Özellikle hayatına yön veren hadiselerin başında yer alıyor rüyalar. Özel eğitimler veriyor talebelere Celâl Hoca, talebelerinden biri de İlhan Ayverdi. İlk müracaatında Celâl Hoca ona ders vermeyi kabul etmemiş. Sonra bir rüya görmüş, o rüyada Ken'an Rifâî, yanında da İlhan Ayverdi Hanım var. Hazret, Celâl Hoca'ya bir gümüş lira veriyor. Bu rüya üzerine Celâl Hoca ders vermeyi kabul ediyor.
Tabir meselesinde de hoca oldukça kuvvetli. Aileden bazı kimseler ona rüyalarını anlatırlarmış. Bazen tabir edermiş bazen de "bu mübtedî rüyasıdır" deyip tabir etmezmiş. Bu konuda da bir güzel anı mevcut. Darüşşafaka'nın müdiri Hasan Fehmi Bey, bir rüya görüyor: Kerimelerini bir haça germişler; bir subay da hanımefendi kıza silahla ateş ediyor. Tabiî adamcağızın bu nasıl bir mana diye zihni karışıyor. Aynı mektepte, aynı lisede muallim olan Celâl Hoca’ya anlatınca hoca "Senin kızına bir subay talip olacak ve kızı alacak ama nikahları ahkam-ı şer'iyye üzere kıyılmayacak, Frenk kanununa göre kıyılacak" diyor. O zaman medeni kanun yok elbette. İmam nikahı var. O arada da işte bir subay talip oluyor kerimelerine. Sözdü, nişandı derken zaman geçiyor, kanun değişiyor ve resmi nikahla evleniyorlar.
Celâl Hoca'nın iş hususunda sıkıntılı zamanları. Rüyasında bir büyük somun ekmek veriyorlar, o da alıyor. Sabah hanımına manayı anlatmış ve "Hanım müjde, ben ekmeği aldım. Yakında bize iş teklif edecekler" demiş. Cağaloğlu Kız Orta Mektebi yurt bilgisi muallimliğini teklif ediyorlar hocaya. Her ne kadar tenzil-i rütbe olsa da medar-ı maişet nedeniyle kabul ediyor hoca. Sadettin Ökten şöyle izah ediyor bu derinliği: "İşte bu rüyalarla biz böyle büyüdük. Pederde bu anlayış hâkim idi. Yani bir tarafta bir mantık adamı var, felsefe adamı var. Fransızca ders hazırlar, Hachette'ten kitap ısmarlar. Lisede verdiği felsefe dersini Fransızca kitaptan okuyup anlatır. Türkçe tercümesinden naklen değil, özellikle ana kaynağın kendisinden. Ama bir taraftan da rüyalar. Böyle bir adam. Ve çok sarfettiği bir söz: Bu yaştan sonra cehenneme seccadeyi seremem."
Yaşı kaç olursa olsun karşısındaki çocuğa sorumluluk vermeyi seven ve bu sorumluluk bilinciyle hareket eden çocuğun kendini önemli, güçlü hissedeceğini bilen bir tavrı varmış Celâl Hoca'nın. Mesela bir gün oğlu Sadettin Ökten'e bisiklet almış, "Senin bir vazifen var" demiş. "Her sabah Çubuklu'ya vapur geliyor saat yediyi yirmi geçe, o vapura gideceksin, benim gazetemi alacaksın" diye eklemiş. Sadettin hocadan dinleyelim yine: "Bisiklet alındı ya bir bedeli var. Ben çocuğum, on yaşlarındayım, küçüğüm, öyle bir şey yok yani. Sahil yolu, bugünküyle aynı yol. Vasıta çok az ama neticede on yaşınızdasınız. Tahmin ediyorum arkamdan çok okudu: Fallâhu hayrun hâfizâ ve huve erhamur râhimîn. Sonra bunun Sûre-i Yusuf'tan olduğunu öğrendim. Bu davranışı müthiş bir güven veriyor size. Hem bir sorumluluk veriyor bir iş yaptığınızdan dolayı hem de müthiş bir gurur duyuyorsunuz. Babanızın gazetesini alıyorsunuz ve bunu hiç aksatmıyorsunuz. Ve yavaş yavaş ahvâl-i âleme muttali oluyorsunuz ve pederinizden imâlı bir takdir alıyorsunuz."
Merhum pederinin eğitim metodunu "Birtakım taşları koyuyor, işaret taşlarını, zihninize ve gönlünüze ve geri kalan alanı size bırakıyor. Benim rahatlığım da oradan geliyor olabilir. Sonra siz el yordamıyla buluyorsunuz o alanda yolunuzu. Ama öyle güzel koymuş ki o taşları, o taşların dışına çıkmıyorsunuz, çıkamıyorsunuz" diyerek özetliyor Sadettin Ökten. Pederi, bir şeyin önemli veya önemsiz olduğunu muhakkak sezdirirmiş. Mesela 1950'li yıllarda bir akşam annesiyle radyo başında radyo tiyatrosu dinliyor. O sırada Celâl Hoca geliyor, "Lehvün ve laibün" diyor ve gidiyor. “Oyun ve oyalanma” yani. Yapma, etme, hır, gür yok. Bir ikaz, bir tavır, bir iz.
Ablası Ayşe Hümeyra Hanım, Sadettin Ökten hocaya anlatıyor. Cami cemaatinden bir hanım gelmiş, "Ben bir rüya gördüm, hocaefendi ile alâkalı, siz söyleyin de bir tabir etsin" demiş. Rüya şöyle: Hocaefendiye bir büyük somun ekmek veriyorlar ve Hocaefendi o ekmek koltuğunun altındayken gökyüzüne yükseliyor, ref oluyor. Celâl Hoca'ya mana aktarılıyor, o tabir etmiyor, yalnızca "hayırdır inşallah" diyor. Bundan sonraki hadiseyi ise Sadettin Ökten'den dinleyelim: "Küçük ablam İzmit'te çalışıyor enişte ile beraber. Küçük bir oğulları var, bizde kalıyor. Ablam ve eniştem de hafta sonları bize geliyorlar. Ablam "Pazar günü İzmit'e döneceğiz, babama veda edelim" diyor. Babam anneme "Benim işim var, çocukları sen yolcu et" demiş. "Babam bizimle görüşmedi" dedi. "Demek ki o bir veda mesajı imiş". Onlar pazar gittiler, peder salı akşamı vefat etti. Böyle bir çizgi içerisinde rahmetli pederin hayatı. Şöyle baktığım zaman her davranışında bir renk, bir üslûp, bir biçim size bir şey söylüyor."
Tekke şeyhleri tarafından çağırılan, intisap etmesi istenen bir zat imiş Celâl Hoca. Kimler yok ki? Abdülhakim Arvasî, Ken'an Rifaî, Mehmet Zahit Kotku. Mesela Ken'an Rifâi, Celâl Hoca'ya "Hoca, sen bildiklerini unutmaya hazır mısın?" diye sormuş. Hoca "Yok, hazır değilim" demiş. Abdülhakim Arvasî, Celâl Hoca’nın niyet ettiği kerameti göstermesine rağmen cezbedememiş hocayı. Fahreddin Efendi bu hadiseyi duyunca “Hoca sen galiba bana intisap edeceksin” demiş. Hakikaten de öyle olmuş. Celâl Hoca derslerini yapmaya başladıkça keşf-i kubur ve sonra keşf-i kulûb hâlleri zahir olmuş. Bir kabre bakıyor, mevtânın azap çektiğini görüyor. Bir talebesine bakıyor, kalbindeki hüznü görüyor. Ağır gelmiş. Fahreddin Efendi’den bu hâlleri kendisinden almasını istemiş, o da almış.
Son bir hatıra ile bitireyim. Celâl Hoca vefat ediyor. Fahreddin Efendi, halifesi Muzaffer Efendi’yi gönderiyor Fatih Camii’ne. Cenaze Nûreddin Cerrâhî Âsitânesi’nin yakınındaki dört yol ağzına gelince Muzaffer Efendi “Sapalım, Hz. Pîr’in penceresinden bir niyaz edelim” diyor. Kafilede, Celâl Hoca’nın son dönemde yakınlaştığı Mehmet Zahit Kotku Efendi’nin evlatlarından biri de var. “Hayır, hâcet yok, o artık bizim ihvanımızdandır” diye itiraz edince Muzaffer Efendi o pek meşhur ârifâne tavrıyla “Demek merhum hoca bir gül daha koklamış” diyor. Bu hadiseyi Sadettin Ökten’e anlatan ise Safer Efendi. Fahreddin Efendi, cenazede olup bitenleri sormuş, öğrenince tebessüm etmiş ve küçük bir imada bulunmuş: “Kışa giriyoruz, hoca çok üşürdü, şimdi bakalım orada ne yapacak?”
Yağız Gönüler
x.com/ekmekvemushaf