Sübhân etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sübhân etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2023 Perşembe

Mânâ ağacından gönülleri besleyen meyveler

"Onu arıyoruz. 'O nerede, o ay yüzlü nerede?' diye bağırıp duruyoruz. Halbuki, o evin içinde; 'Ben buradayım' diye bağırıyordu. Benim ise, evin içinden gelen sesten haberim bile yoktu da 'Neredesin?' diye her tarafa bağırıp duruyordum."
- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Dîvân-ı Kebîr
(3.Cilt, Tercüme: Şefik Can Dede)

"Sağ u solum gözler idim Dost yüzünü görsem deyü
Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş."
- Niyâzî-i Mısrî

Bir kitap düşünelim ki ta 13. yüzyılda Anadolu topraklarının mayası olan muhabbeti öz belleyip nice gönülleri ihya etmiş, sonra doğudan batıya bütün yeryüzüne yayılmaya başlamış, 21. yüzyıl itibariyle dünyanın en çok okunan, en çok dile çevrilen kitaplarından biri olmuş. Bu durum hem insanoğlunun esas ihtiyacına dair bir vesika, hem de 'mürşid kitab'ın ne olduğuna dair bir misal. Evet, günümüzde insanoğlunun en büyük ihtiyacı kendi özüyle arasına giren mesafeleri aşmak, kendi eliyle gönül âlemine diktiği putları dağıtmaktır. Ne bu mesafeler ne de o putlar tek bir insanı etkilemez, cümle kainatı etkiler. Biz zannederiz kader, sadece kişiye özeldir. Oysa mutasavvıflar -bazı mühim felsefeciler de aynı fikirdedir- ikaz etmişler ki insanoğlunun kaderi görünmez iplerle birbirine bağlı. Birini etkileyen öbürünü de öyle veya böyle etkiler. Bir insanın Hakk'la gönlünü hoş tutması zorlaştıkça, en yakınındakinin de zorlaşır. Giderek çevreye yayılır ve bugün psikolojik pek çok 'hastalığın' kökü olan muhabbetsizlik kaplayıverir her yanı. Tıpkı denize ufak bir taş attığımızda evvelen küçük bir dalganın görünmesi, saniyen o dalganın genişleyip başka dalgalara neden olması gibi.

Tasavvufta aşk vadisinin sembol ismi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'dir. Tıpkı yardım bahsinde Abdülkâdir-i Geylânî'nin, terk-i dünyâ bahsinde İbrâhim b. Edhem'in, zühd bahsinde Cüneyd-i Bağdâdî'nin, marifet bahsinde Bâyezid-i Bistâmî'nin, keramet bahsinde Ahmed er-Rifâî'nin sembol olması gibi. Peki Hz. Mevlânâ âşıktı da diğerleri değil mi? Estağfurullah. Sembol olmak demek, vaziyeti aşikâr etmek, terennüm etmek, yaşamak ve hatta yaşatmak demektir. Mevlânâ'mız aşkı olduğu gibi üzerine giymiştir, dolayısıyla "Ben âşığım" diyenin boy aynasıdır, kâl ile hâli ayırma filtresidir. Kendisinden sonra gelen nice sufiler, mutasavvıflar, şairler, mûsıkîşinaslar ve hatta mimarlar, ressamlar da -yeryüzünün neresinde olurlarsa olsunlar- Mevlânâ'mızın feyzinden istifade etmişlerdir ve bu el'an sürmektedir, vesselam.

Mesnevî, bir 'mürşid kitap' olma tasarrufuyla ve vazifesiyle asırlardır kendi içine doğru yolculuk etmek, meyilden muhabbete geçmek, taklitten tahkike varmak, içli içli gözyaşı dökmek yahut dökemiyorsa neden dökemediğine ağlamak, bu bıktırıcı dünya pazarında iç âlemini ilahi aşka döndürmeye çalışıp cefayı da safayı da rahmet bilmek, Hakk'tan başka her şeyin bir oyalanma olduğunu idrak etmek, Ahad ve Samed Mevlâ'mızın rızasına kavuşanlardan olmak isteyenlere sayfalarını açmaya devam ediyor. Yalnız burada bir mesele var ki büyük bir ehemmiyet arz ediyor: Eskiden tekke adabımızda, bilhassa taze dervişlere Mesnevî tek başlarına okutulmaz, muhakkak işin ehli bir zâtın rehberliğinde okunması tavsiye edilirmiş. Bugün dahi bu usul sürmektedir. Günümüzde Mesnevî'nin daha kolay anlaşılabilmesi, inceliklerinin kavranabilmesi, derinliğinin hikmetine varılabilesi için yayınlanan kitaplar da esasında bu geleneğin bir mirası. "El ele el Hakk'a" düsturunca Hz. Mevlânâ âşıkları, Mesnevîhanlar ve bu ulu sohbet deryasına dalıp inciler çıkararak taliplere dağıtanlar; büyük bir şevkle vazifelerini sürdürüyorlar. Tıpkı, pek kıymetli muhtereme Hayat Nur Artıran Hanımefendi gibi. Nisan 2023'te Sufi Kitap tarafından neşredilen Sübhân, "İnsan ve Kur'an" alt başlığını taşıyor ve Mesnevî sohbetlerinden oluşuyor. Dokunduğu her canlıya incelik nakşeden Hayat Nur Artıran, kitabın kapağındaki incelikle de "Allah güzeldir, güzelliği sever" hadis-i şerifini hatırlatıyor. Buyurun kapağa şu not eşliğinde bir kez daha bakalım: "Ortadaki Elif Cenab-ı Allah'ı, dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim'i, soldaki gül Peygamber Efendimizi, küçük goncası ümmetini, aradaki kelebek Efendimizin nuruna pervane Hakk âşıklarını, sağdaki karanfil Peygamber varisi büyük velileri, küçük goncası, onların izini takip eden dervişânı sembolize etmektedir. Tüm bunların bir araya elmesi, birlik olması için de ortada Peygamber Efendimizin mübârek mührü bulunmaktadır."

Hayat Nur Artıran, Sübhân'da evvela İnsan ve Kur'an birlikteliğinden çok mühim misaller veriyor. Burada Mesnevî, Divân-ı Kebîr, Kur'an ayetleri ve menkıbeler arasında karşılaştırmalı okumalar yapmak okur için hem çok lezzetli hem de çok aydınlatıcı oluyor. Biz bir şeyi okur okumaz hemen anlayacağımızı zannediyor, üstelik hemen de bir fikir sahibi oluyoruz. Oysa mana zenginliğine ulaşmak için her ne kadar acele etmemiz gerekiyorsa da adımlarımızı nazik atmalıyız. Bildiğimizi zannetmemiz kadar büyük bir yanılgı yok. Büyükler kitaplarını bu sebeple ve şevkle neşrediyorlar. Okuduklarımızdan neyi nasıl anlamamız gerektiğine dair bir yol haritası çıkarmış oluyorlar. Zira insanın kendi mektubunu, kendi bedenini, kendi gönlünü okuması hayli zorlu bir yolculuk. İşte bu karşılaştırmalı okumaya, irfani lezzete dair bir misal:

"Beden mektubunu da gönül mektubunu da okumak kolay değildir! Ey Hakk yolu yolcusu! Senin bedenin, bir mektup gibidir; ona dikkatle bak! Padişaha (yani Hakk'a) lâyık olup olmadığını anla da onu, ondan sonra yerine gönder! Bir köşeye çekil, kendi içine kapan; mektubu, yani kendini aç da oku bakalım! İçindeki sözler, duygular, düşünceler padişaha lâyık mıdır?" (Mesnevî, c. IV, 1564, Tercüme: Şefik Can Dede)

"Behlül Dânâ Hazretleri, yol üzerindeki bir virânenin yıkılmak üzere olan iyice eğilmiş duvarının önüne oturup saatlerce düşünürdü. Yine bir gün endişe ile bakarken duvar birden çöküverdi. Behlül Dânâ Hazretleri'nin yüzünü bir sürur ifadesi kapladı. Onun bu sevincine mânâ veremeyen insanlar merakla sebebini sorduklarında: 'Görmediniz mi duvar meyilli olduğu tarafa yıkıldı!' dedi. 'Peki bunda şaşılacak ne var?' dediklerinde ise şu hikmetli cevabı verdi: Mademki dünyadaki her şey nihayetinde meylettiği tarafa yıkılıyor, benim de meylim Hakk'a doğrudur, o hâlde ben de ölünce Hakk'a varırım. Ey ahâli! Rükû ve secdelerimizde Hakk'a meylimizi artıralım ki başka yönlere yıkılmayalım!" (Menkıbe)

"Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geleceksiniz ve (dünyada) size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Sizin hakkınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçilerinizi de yanınızda görmeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış, (tanrı) sandığınız şeyler sizi bırakıp gitmiştir." (En'am Sûresi, 94)

Sübhân, dikkatle incelendiğinde Hayat Nur Artıran Hanımefendi'nin diğer kitapları gibi Mevlevî inceliğini ve zarafetini her boyutuyla sunuyor. İnsan ve Kur'an serlevhasıyla açılan sayfalar, sâdece Cenâb-ı Hakk’a mâlûm olup ancak dilediği peygamberlerine ve velîlerine öğrettiği ilâhî sırlara vukuf ilme, yani ilm-i ledün'ün peşine Hızır'ın yoldaşlığıyla düşmüş Hazreti Mûsâ ile devam ediyor. Ardından Hazreti İbrâhim, Hazreti Nûh, Hazreti Sâlih, Hazreti Yunus ile sürüyor ve Hazreti Yûsuf ile son buluyor. Zira aşk; vuslat yolculuğunda yegane gayedir, son duraktır, Hazreti Yûsuf da aşk bahsinde tıpkı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi sembol isimlerden biridir. Sübhân'ı, günümüzde tasavvufu romantik bir çerçeveye sıkıştırmaya çalışanların ve Allah'a hiçbir şekilde ulaşılamayacağı (bilinemeyeceği, bulunamayacağı, yakınlaşılamayacağı vb.) noktasında inat eden klasik eğitimcilerin muhakkak okumasını acizane öneriyoruz. İslâm'ın ve Kur'an'ın armağanı olan tasavvufun, bu asırlık geleneğin, bu kıyamete kadar sürecek sistemin, çağın insanına ne şifalar sunacağı hiç şüphe yok ki Sübhân'ın sayfaları arasına sırlanmıştır. Muhabbetle gayret eden herkese bu sırların açılması da Hakk'tan niyazımızdır. Başka bir diriliş ümidimiz de yok desek, herhalde yeridir.

Dış kapılardan, kabuklardan, zahirden, elbiselerden, alışkanlıklardan, görüntülerden kurtulmamız gerekiyor. İslâm'ın en büyük gayesi, Hakk'ın kulundan şirki temizlemektir. Allah, şirk hariç her şeyi affedicidir. Sözü Hayat Nur Artıran Hanımefendi'nin şu cümlelerine getirmek istiyoruz: "Gerçek olan şu ki: Sır içinde sır, hikmet içinde hikmet, varlık içinde yokluk, yokluk içinde varlık, hayr içinde şer, şer içinde hayr gizlidir. Hiçbir şey göründüğü gibi sûreta değildir. O nedenle dış görünüşe aldanmak, putperestlik olarak kabul edilmiştir."

Bir pehlivan vardır ki o geldiğinde hikâyemiz sona erecektir. Gayemiz hayatın ve ölümün, yerin ve göğün, aşkın ve muhabbetin, ilmin ve şevkin, bütün yönlerin, mekanların ve zamanların sahibi olan Hakk'ın karşısına hoş bir hikâye ile çıkabilmek olmalıdır. Sübhân gibi kabuğu değil özü işaret eden kitaplar da bu hikâyemizi anlamlı kılma, kuvvetlendirme yolculuğunda ışıldayan bir refîktir. Evvel refîk, bade'l tarîk...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf