Tarihi okuma şeklimiz hayatı anlama biçimimizle yakından ilgilidir. Siyasi veya ideolojik duruşumuza, felsefi görüşümüze göre kimimiz tarihi kutsarken kimimiz sövebiliyoruz. Kimimiz tarihe kahramanlıklar geçidi olarak bakarken kimimiz felaketler şeridi olarak görüyoruz. Kimimize göre tarih ders alınması gereken hata-sevap havuzu iken kimimize göre tarih olması gerekenlerin vuku bulduğu süreçler bütünü olarak karşılık buluyor. Hasılı, edindiğimiz enformasyonu net bilgi gibi kullanıyoruz. Tarihsel malumata kesin bilgi muamelesi yapmanın merak, öğrenme ya da bilme arzusuyla ilgisinin olmadığını düşünüyorum. Zira net bilgi bulunmayan durumlarda bile bazı şeyleri görmeye, göstermeye çalışıyor insanoğlu. Genellikle rivayetler üzerinden popülist/hamasi söylem oluşturularak müspet ya da menfi anlatımda bulunulduğunu söyleyebiliriz. Daha az kullanılan ama daha tutarlı bir yol olarak; bilinenlerden hareketle akıl yürütülerek oluşturulan alternatifler olabiliyor. Her halükarda gerçekten öte ve öznel bir gerçeklikler toplamı söz konusu oluyor. En nihayetinde tarih, bilimsellikten ziyade spekülatif bir disiplin olarak kendini gösteriyor. Sonuç insanın en sevdiği şeye dönüşüyor; polemik, spekülasyon, sansasyon, manipülasyon, kaos…
Şeyh Bedreddin (1359-1416) hakkında az bilinip çok söz edilen tarihi şahsiyetlerden birisi. Öyle ki, ölüm tarihi konusunda farklı tarihler mevcut. Sanırım hakkındaki en net bilgi Osmanlı’da idam edilen isyancılardan biri olduğu şeklindedir. Dini bir figürdür ve fakat mevcut Sünni söylemin dışına çıktığı iddia edilir. Hatta ‘dini sapkınlığı’ idamının isteminde en önemli etkendir fakat yeterli kanıt bulunamadığından şer’i hukuk yerine örfi hukuk kararıyla idam edilir. Sonuçta padişaha karşı gelmiştir, başka türlüsü düşünülemez. Osmanlı’da Fetret Devri’dir (1402-1413) ve bu karmaşa döneminde halkı iktidara karşı kışkırttığı, isyan için örgütlediği için idam edilir. Kemiklerinin idamından beş yüz kırk beş yıl sonra (1961) padişah türbesine defnedilmesine ‘batıni bir tecelli’ anlamı yüklemek yerine konjonktüre bağlı siyasi bir karar olarak bakmanın daha makul olacağı kanaatindeyim. Zira iade-i itibar bu değil.
Şeyh Bedreddin gerek aldığı eğitim gerekse üstlendiği görevlere bakıldığında dönemin ileri gelen ulemalarından birisi olduğu (otoriteler tarafından da) kabul edilir. İlk başlarda üzerine yoğunlaştığı fıkıh ilmi hayatının ilerleyen dönemlerinde tasavvufi bir mecraya kaymıştır. İlmi alandan uzaklaşıp siyasi bir karakter olmasında bu kaymanın etkisi olduğu görülüyor. Bugünün sosyalist jargonuna yakın bir dil ve üslup geliştirdiği söylenir. Özellikle mülkiyet ve emeğin sömürülmesi noktasında iktidarla ters düşmüştür. Bu durum mevcut iktidardan ziyade mevcut iktidar anlayışına karşı tutumdur. İktidara karşı nerede bir başkaldırı varsa modern sosyalist düşünce başında biter ve kendine mal etmeye çalışır. İdeolojinin ‘pre’ hâlidir. Böylelikle köken arayışında bir katman daha yerleştirilmiş olur. Türkiye’de kendini sol diye adlandıran eğilim Şeyh Bedreddin’e böyle yaklaşmıştır. Bu ideolojik yaklaşım genel olarak Alevi-Bektaşi oluşumuyla ünsiyet bağı kurar. Çünkü onlar Sünni iktidar ile mücadele eden ve bedel ödeyen ötekilerdir. Kabul etmek gerekir; farklı dini anlayış(lar) karşı koyuş için bir aidiyet göstergesi hâline gelmiştir ve simgesel anlam uzamları bulunmaktadır. Bu konuda en ilginç detaylardan biri bugün ‘piyasadaki’ Şeyh Bedreddin çizimleri olsa gerek. Mevcut çizimlerin tümü imgenin ideolojik tornadan geçişinin anlamlı bir yansımasıdır. Diğer yandan söylemek gerekir ki; ham softalıktan kendini sıyıran bazı 'soft' sufilerin de Şeyh Bedreddin’i arifan kütüğüne kaydetme çabası bulunmuyor değil. Gerekçe tanıdık: Şeyh Bedreddin ‘yanlış anlaşılmıştır.’
Sıradışı bir insan olduğundan şüphe olmayan Şeyh Bedreddin hakkında epeyce bir ‘malumat eser’ bulunuyor. Farklı pencerelerden aynı kişiye bakmadığımızı kabul etmek zorundayız. Okuyucu olarak o pencerelerden dışarıya değil içeriye bakıyor ve yazarın havsalasındaki Şeyh Bedreddin’i görüyoruz. Kolektif Kitap tarafından neşredilen Bedreddin adlı çalışma onlardan biri. Eser onun hayatını yaşamöyküsel bir kurguyla anlatıyor diyebiliriz. Hayatı ve Düşünceleri alt başlığıyla Murat Küçük tarafından hazırlanan çalışma yüz dört sayfadan oluşuyor. Hayali Söyleşiler üst başlığıyla sunulan kitapta farklı bir yöntem uygulanmış. Şeyh Bedreddin ile yapılan söyleşi (röportaj) şeklinde oluşturulan kurguya göre yazarın sorduğu sorular tarihsel gerçeklikle örtüştürülerek cevaplandırılmaya çalışılmış. Elbette kurgu ve yorum anlatılanların büyük bölümünü oluşturuyor. Diğer yandan gerçek olan kısımların da farklı kaynaklardaki (öznel) gerçeklikler olduğunu söylemek gerekiyor. Dolayısıyla, Şeyh Bedreddin hakkında bilinenlerden hareketle oluşturulan anlatıdaki boşluklar yazar tarafından doldurulmuş.
Kitapta genel olarak Şeyh Bedreddin’in düşünce yapısına, aile kökenine, aldığı dini eğitime, İslam coğrafyasındaki seyahatlerine, devlet kademelerindeki görevlerine ve hayatının dönüm noktalarında etkin olan kişilere değiniliyor. Tasavvufa meyletmesinde etkisi olan Şeyh Hüseyin Ahlati ve dönemin isyanlarında etkin rol alan Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal o kişilerin başında geliyor. Şeyh Bedreddin hakkındaki eserlerde genellikle onu temize çekme amacıyla sorun diğer isimlerin hesabına yazılır. Murat Küçük en azından meseleyi diğer isimlere yüklemekten geri durmuş diyebiliriz.
Bedreddin, okuyucuyu onun yaşadığı döneme götürerek olaylara sakin bir bakışla yaklaşmasını salık veren bir kitap. Yalnız, eserin içeriğinin yazarın kişisel algı ve anlayışını bir yansıması olduğunu da bilmek gerekiyor. Yazarın, göndermeler dışında meseleyi çok fazla oraya buraya çekmemeye çalıştığını söyleyebiliriz. Buna rağmen yine de satır aralarında Şeyh Bedreddin’i nereye yerleştirdiğini görmek mümkün. ‘Ne Musa’ya, ne İsa’ya’ deyiminin bir görünümü diyebileceğimiz Şeyh Bedreddin’den orta yollu bir figür çıkarmak pek mümkün görünmüyor. Tekniği itibariyle farklı bir çalışma olan Bedreddin, yalın diliyle keyifli bir okuma deneyimi sunuyor.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp