Küçük hacimli olmasına rağmen, yer yer gülümseyip yer yer kızarak okuduğum bu kitabı çok ilginç buldum. Kitap, kitaplara âşık değil de, “saplantılı” birkaç kişinin anılarından oluşuyor. Bu yönüyle kitapseverlerle kitabın konusu arasında hassas bir bağlantı oluşuyor. Ancak Kağıt Ev’de konu edilen kitap saplantısı, genel manada bildiğimiz kitapseverlikle oldukça farklı kanımca.
Şahsen kitaplarımı çok severim, kitaplarımla evli gibiyimdir. Kitaplarımı bir sevgiliyi kıskanır gibi kıskanırım ve emin olmadığım kimselere emanet etmekten çekinirim. Ancak kitaplarımı tuğla olarak kullanmam, kitaplarımı çimentoya bulayıp onlardan duvar örmem. Çok garip değil mi? İşte kitapta bahsedilen karakter, yıllarca biriktirerek bir yığın haline getirdiği kitaplardan kendine resmen bir ev yapıyor. Bu kurgu ise, kitaba ne kadar uygun bir isim verildiğini gösteriyor: Kağıt Ev.
Kitapta geçen kahramanlar, okurdan çok kitap koleksiyonerleri olarak dikkat çekiyor. Kitabı okurken, eline bir kitap alıp onu heyecanla okuyan okurlardan çok, klasikleri, kült eserleri, her yerde bulunmayan, antika değeri taşıyan kitapları, oldukça fazla para harcayarak raflarına ekleyen kahramanlar gördüm. Kitabın güzel bir yanı şu ki, hemen her sayfada başka bir kitap adı geçiyor. Bu da kitabı okuyan kişiyi yeni kitaplara götürüyor. Kitap, Bluma Lennon adlı şahsın, elindeki Emily Dickinson’ın Şiirler kitabını okurken bir otomobilin altında kalarak ölmesiyle başlıyor. Dışarıdan oldukça olağan görünen bu ölüm anlatıcı kahramana şaibeli geliyor. Bunun üzerine anlatıcı kahraman, çalıştığı kuruma gelen bir yazı üzerine Carlos Brauer adlı bir kitapseveri araştırmaya başlıyor. Araştırmasının sonucunda şaibeli bulduğu ölümün altındaki sebebi buluyor. Otomobilin altında ezilerek can veren Bluma Lennon, meğer aslında hep Emily Dickinson’ın Şiirler kitabını okurken ölmek istemiş.
Kitaptaki bu hayati kurgularla yazar, kitapların insanın kaderini etkileyip etkilemeyeceğini sorguluyor. Bu soruya kitaptan aldığımız yanıt ise olumlu. Kitaplar insanın tüm bir hayatını ve kaderini etkiliyor.
“Kitaplar insanların kaderlerini değiştirir. Kimileri Malezya Kaplanı’nı okuyup uzak diyarlardaki üniversitelerde edebiyat profesörü oldu. Siddhartha binlerce gencin Hinduizm’e merak salmasını sağladı, Hemingway onları sporcu yaptı, Dumas binlerce kadının hayatını altüst ettiyse de, yemek kitapları sayesinde intihardan kurtulanların sayısı hiç de az değildi. Ne var ki Bluma kitap kurbanlarından biri oldu.”
Kitaplarını beton duvarların içine hapseden kahramanın yaptığı işe ilk önce oldukça sinirlenmiştim. Kitaplar nasıl beton içine hapsedilir? Bana kitap katliamı gibi gelmişti bu çünkü, betona hapsedilen hiçbir şey o betonun içinden sağlam çıkarılamaz. Ancak kitabı bitirdikten iki gün sonra, içimden bir satır bile okumanın gelmediği bir anda, o an okumadığım için kendimi boşlukta hissettim. Bu vesileyle, Kağıt Ev’de anlatılan hikayenin, aslında kitaplardan duvar örmek olmadığını fark ettim. Kitapların içinde kendimizi bulmak, kitap kahramanlarıyla evdeş olmak, arkadaş olmak, kardeş olmak gibi okur için derin meselelerin, kitaplardan örülen duvarlarla anlatıldığını fark ettim. Bir okur için bu gerçekten de böyledir. Okur, okuduğu her kitapta kendine ait bir şeyler bulur, yalnız olmadığını hisseder, bu bir aidiyet hissi oluşturur. İnsanın kendini ait hissettiği yegâne yer ise evidir. Kısacık bir kitap olmasına rağmen içinde kitapsever için derin anlamlar barındıran, zihin açan, düşündüren bir kitap oldu benim için Kağıt Ev. Kitabı okuyacak olan herkese şimdiden keyifli okumalar dilerim.
Nida Karakoç