İbn Arabî, İslam tarihinde mühim bir yere sahip olan, bana kalırsa okunması -misal Gazali’ye göre- zor olan kıymetli bir mutasavvıf. Fütüvvet kavramını ve çevresinde Fütûhat-ı Mekkiye'yi yazmadan önce, Arabî’yi tanıyarak başlayabiliriz.
Kitapta yer alan bilgilere göre, tam adıyla Ebû Bekir Muhammed b. Ali olan ve İbn Arabî ismiyle tanınan İslam alîmi, Endülüs’ün (İspanya) güneydoğusundaki Mürsiye şehrinde 1165 senesinde doğmuştur. Bazı üyeleri sufi olan, tanınmış ve soylu bir aileden gelmiştir. Dini öğrenimlerini önce Lizbon’da daha sonra Endülüs’teki en büyük tasavvuf merkezlerinden olan İşbiliyye’de tamamlamıştır. Burayı yurt edinmesine rağmen, bilginleri ziyaret etmek ve seyahatte bulunmak için sık sık yolculuk yapmıştır. Kurtuba’ya gittiği vakitlerden birinde o dönem şehrin kadısı olan filozof İbn Rüşd ile karşılaşmıştır. 1201’de ise Endülüs’ten ayrılarak hac görevi için Doğu’ya gitmiş ve geri dönmemiştir. Mısır, Kudüs, Hicaz, Mekke, Bağdat, Malatya ve Konya gibi şehirlerde bulunmuştur. Fütûhat-ı Mekkiye’yi de bu bölgelerde yazmıştır. Daha sonra Şam’a yerleşerek vefat edene kadar orada yaşamıştır. 1240 yılında ise vefat etmiş ve Kasiyun dağına defnedilmiştir.
Ekrem Demirli’nin aktardığı bilgiler doğrultusunda ilerleyerek Arabî’yi tanımaya devam edebiliriz. Kıymetli tasavvufçu, başka alîmlere kıyasla felsefe, kelam yahut herhangi bir bilim dalına sert bir eleştirel tavırla bakmamıştır. Aksine Arabî için hakikat gizli değildir, muhakkak kendisini gösterir. İnsanlık da bundan bihaber değildir. Tasavvufa bu bakış açısıyla eğildiği için de kendisine geniş bir hareket serbestliği sağlanmış olur. Önyargısızdır ve kaynaklarla ilişki kurar. Yine Arabî’nin en mühim katkıları arasında, bağlantısı olmayan farklı konuların fikirlerini bir araya getirmeyi becerebilmesi yer alır.
Ekrem Demirli’nin üzerinde durduğu bir konu da Fütûhat-ı Mekkiyye’yi ulaşılabilir ve güncel tutmaktır. Çünkü, “Pek çok kişi Futûhat-ı Mekkiyye’yi okumadan İslam düşüncesi alanında bir görüş beyan edilemeyeceğini kabul eder.”
Tercümesi ve yayınlanması için 2006 yılında çalışmaya başlanmıştır ve altı yıl süren çalışma sonucunda bitmiştir. 2015 yılında ise Litera Yayıncılık tarafından yayımlanmıştır. Daha anlaşılır olmasını sağlamak adına ve buna da müsait olmasına elverişli olduğu için bölümlere ayrılarak yayımlanmıştır.
Kitap “Takdim”, “Gece Ehlinin Blinmesi”, “Fütüvvet (Gençlik) ve Gençlerin (Fetâların) Bilinmesi”, “Kuşkulu Şeylerden Sakınanların Kutuplarından Bir Grubun Bilinmesi”, “Behlüller (Akıllı Deliler) ve Onların İmamlarının Bilinmesi”, “Erdikten Sonra Geri Dönenin ve Kimin Döndürdüğünün Bilinmesi”, “Az İlmin ve Onu Salihlerden Kimin Elde Ettiğinin Bilinmesi”, “Süfli Menzillerin ve Makamlarının Niteliğinin Sırlarının Bilinmesi”, “’Bu Ancak Şunun İçin Oldu’ İfadesinin Bilinmesi” başlıklı bölümlerden oluşmuştur.
Takdim kısmında kitap için, “Fütuhat-ı Mekkiye’yi bir cümleyle nitelemek isteseydik onu mebde ve mead (başlangıç ve son) arasında insanın serüveni olarak niteleyebilirdik.” cümlesi geçiyor. Buradan da anlaşıldığı üzere Fütüvvet Ehli ve Meczuplar, fütüvvetin nasıl olması gerektiğinin üzerinde yoğun durmak yerine en başından sonuna değin büyük bir İslam çizgisini anlatıyor. Yine aktarıldığı üzere: İbnü’l-Arabî kitabıyla ilişkisini izah ederken bir yerde şöyle der: "Seyr süluk’a bu veya başka bir kitap için girmedik, lakin seyr ü süluk’un bereketi olarak ortaya çıktı kitap!"
İbnü’l-Arabî’nin okunması zor bir mutasavvıf olduğunu tekrarlamak isterim. Tasavvufun yanı sıra kelam, hadis, fıkıh, tefsir, dil bilimleri gibi alanlarla da ilgilenmiştir. Arabî’nin temel amacı açık ve anlaşılır olma çerçevesi içinde vahdet-i vücûd (varlığın birliği) öğretisini anlatmaktır.
Arabî’yi kısaca tanıdıktan sonra fütüvvet kavramının üzerinde durabiliriz. Sözlük anlamı “gençlik, yiğitlik” olan ve feta kelimesinden türeyen fütüvvet, kendinden önce başkalarını düşünme, cömert davranma gibi diğerkgamlık ve başkalarına yük olmamak gibi melamilik kavramları ile de bağdaşır. Fütüvvet, kendi nefsinden önce başkalarını düşünerek onlara hizmeti temel alır. Melamet ise başkalarının kanaatlerine önem vermeden doğru yolda olmayı esas alır. Bu iki kavram birbirinden bağımsız gibi görünse de ortak amaçları; başkalarını kendi nefsinden önce önemseyip fakat onların önyargılarına kulak asmadan, hatta kendini gizleyerek Hak yolunda ilerlemektir. Amaç, insanlığa hizmet ki bunu da Hak için Hakk’ı gözeterek yapmaktır.
Gerek inandığımız dinin buyruğu olarak karşımıza çıkan gerek büyüklerimiz tarafından öğütlenen yiğit ve cömert olmayı, erdem olarak benimsememiz mühimdir. Ekrem Demirli Fütûhat-ı Mekkiyye’ye dair açıklamalarda bulunduğu bölümde, Peygamber efendimizin (s.a.v) bir hadis-i şerifini aktararak bu konunun üstünde durmuştur: “Yiğit Ali’dir kılıç Zülfikar’dır (La Feta illa Ali vela-seyfe illa Zülfikar)” hadis-i şerifinde de belirtildiği gibi örnek alınması gereken kişi Hz. Ali’dir.”
“Fütüvvet, yani yiğitlik, en üstün erdemdir ve bu erdem canını Hz. Peygamber için verebilen ve savaş esnasında bile öfkelendiğinde kendisini zapt edebilen Hz. Ali’de hakiki anlamını kazanmıştır.”
Tasavvufla ilgilenen, dahası İslam’ın buyurduğu şekle ciddi manada dikkat kesilerek, emirlerini yaşamlarına aksettirmek isteyen her insanın okuması gereken bir eser. Kitaptan bazı alıntıları aktararak aklınızın güzel bir köşesinde kalmasını dilerim.
“Ey kardeşim! Şunu öğrenmiş olmalısın: Genç, yaratıklara muamele ederken, imkanı ve kudreti ölüçüsünde gücünü Hakkı razı edecek şekilde harcayan kimsedir.”
"Fütüvvet (gençlik, yiğitlik), çocukluk ve yaşlılık arasındaki bir dönemdir. Bu dönem, insanın yetişkinlik çağından kırk yaşına ulaştığı ömrüdür. Allah bu makam hakkında şöyle der: ‘Sizi zayıflıktan yaratıp zayıflıktan sonra güç yaratan Allah’tır.’ İşte bu, fütüvvet halidir ve kişi bu halde Genç (feta, yiğit) diye isimlendirilir. Allah ona herhangi bir zayıflık izafe etmedi. Ardından şöyle buyurur: ‘Güçten sonra zayıflık ve yaşlılık yarattı.’ Buradaki zayıflık, ömrün sonuna kadar olan yaşlılık zayıflığı, yaşlılık ise vakar, yani hareketteki zayıflıktan meydana gelen durağanlık ve ağır başlılıktır. Çünkü vakar, ağırlık anlamına gelen vıkr kelimesinden türetilmiştir. Böylece Allah bu ikinci zayıflık ile vakardan ibaret olan yaşlılığı birleştirdi. Çünkü çocuk, zayıf olsa bile son derece hareketlidir. Ayrıca çocuğun hareketinde görüş ayrılığı vardır: Acaba hareket doğadan mı yoksa ruhtan mıdır?"
“En zayıf kimseye karşı fütüvvetin gereğiyle muamele eden kimse, ziyafet veren birine benzer. Söz konusu kişiye şeyhi sofrayı konuklara yaklaştırmasını emreder. O da sofrada bulunan karınca nedeniyle konuklara sofrayı getirmede ağırdan alır. Fütüvveti gereği, karıncaları sofradan uygun görmez. Fütüvvetin bir gereği de onu hayvanlarda uygulamaktır. Öylece karınca sofradan kendiliğinden ve bu şahsın zorlayıcı bir davranışı olmaksızın çıkıncaya kadar bekler. Çünkü fütüvvet ehli metanetlidir. Onların zorlaması, ancak kendi nefislerine yönelik olabilir. Binaenaleyh gücü olmayan kimsenin fütüvvetinden söz edilemeyeceği gibi kudreti olmayanın bağışlaması da söz konusu olamaz. Ağırdan alınca şeyhi kendisine şöyle der: ‘Kuşkusuz iyice tetkik ettin.’”
Rüya Bağ
ruyabag@gmail.com