“Saklayayım, yok söyleyeyim derken
Birden aşka düşmek ne ise.
Her neyse…”
- Özdemir Asaf, Diyek
“Eyy.. kolay değil; aşktı o, aşk. İçiniz tamtakır kurumamış ise iyi bilirsiniz bunu.. veya hiç tatmadınızsa, dünya bir defacık olsun sizin için dönmedi demektir, yazık.”
- Tarık Buğra, Heyyi Hey
Eros deyince çoğumuzun aklına sanırım aşk kavramı gelir. Antik Yunan’ın aşk tanrısı Eros, filmlerde veya gösterilerde elinde okuyla birçok kez karşımıza çıkmıştır. Peki, Eros’un ıstırabı ne demektir? Istırap mı çekmektedir Eros? Yoksa ıstırap çeken aşk kavramı mıdır? Daha geniş ele alacak olursak, modern dünyadaki insan ilişkileri midir ıstırap çeken?
Koreli filozof Byung-Chul Han’ın dilimizde yayımlanan son kitabı Eros’un Istırabı geçtiğimiz yılın son ayında Metis Yayınları’ndan neşredildi. Notlarıyla beraber sadece 62 sayfadan oluşan bu kitap, Han’ın önemli metinlerinden oluşuyor. Yedi bölüm içeriyor kitap: Melancholia, Becerememeyi Becermek, Çıplak Yaşam, Porno, Fantezi, Eros’un Siyaseti, Teorinin Sonu.
Han’ın Eros tanımı aslında sadece aşk için değil ilişkiler için genel bir tabir içeriyor. Fakat aşk ağırlıklı olduğunu söylemek mümkün. Ancak modern dünyayı iyi çözümleyen filozofun aşk anlayışı da, modern dünya sisteminden, neoliberal ekonomilerden, hızlı yaşamın götürülerinden ayrılmıyor. Hatta sık sık Eros kavramından sıyrılıp daha üst bir seviyeye geçebiliyor yazar.
Başka ve bozulmuş başka kavramlarıyla başlıyor Han, kitabının ilk denemesine. Yani aynılaşmayı irdeliyor. Bu durumu önceki birçok kitabında da incelemişti; ancak bu kez aşk ve erotizm üzerinden fikirlerinin izini sürüyor. Han da birçok düşünür gibi aşkın sonunun geldiğini kabul ediyor fakat sebebi farklı: Ona göre aşkın sonunun gelmesi insanların önündeki tercih bolluğundan değil başkanın aşınmasından kaynaklanıyor (Başka’yı kişinin negatifi şeklinde tanımlamak mümkün. Yani birebir bizim gibi olmayan, durağandan ziyade daha dinamik, ölgün değil canlı). Aynının cehenneminin eşlik ettiği depresyon ve narsisizm de bozulmanın farklı bir sonucu. Kısaca ‘önce başka bozuldu’ diyebiliriz. Çünkü narsist-depresif özne başka tarafından terk edildi. Eros da depresyon karşıtı olduğu için özne depresyona doğru harekete geçti. Eros özneyi kendinden çıkarıp Başka’ya yönlendirir. Depresyon ise onu kendine doğru fırlatır. Denemesinin yarısında yaşam içindeki Eros-başka-insan ilişkisini inceleyen Han, kalan kısımda bu kavramlarla Lars Von Trier’in Melancholia filminden yaptığı çıkarımları birbiri içinde eritiyor. Bunu denemelerinin birçoğunda yapıyor. Bazen bir kitabı bazen bir filmi bazen de bir düşünürü karşısına alıyor Han ve ringe çıktığı şeyleri nakavt etmeye çalışıyor, konudan çok sapmadan.
Becerememeyi Becermek’te yazar, ilk olarak daha önceki kitaplarında da incelediği disiplin toplumu ve başarı toplumları arasındaki farklara değinip şimdinin performans öznesinin kendi kendini köle haline getirdiği çıkarımını yapıyor. Genel olarak yaptığı gibi bir filozofu karşısına alıyor. Bu bölümün rakibi Foucault. Ona göre, yani Foucault’ya göre neoliberal homo economicus özgürdür. Kendi kendini yönetir, kendi kendisinin girişimcisidir. Fakat Han’a göre Foucault neoliberal ekonomik özgürlüğün şiddetli ve zorba yapısını gözden kaçırmıştır. Başarı ve disiplin toplumlarını aynı olumsuzluğun iki tarafı olarak gören Han, bunun karşısına Başka’nın merciini koyar. Ve Eros’u da Başka’yla başarının ve becerebiliyor olmanın dışında kurulan ilişki olarak tanımlar. Çünkü becerememeyi becermek, yani yap(a)mamak ilişkilerin negatif yardımcısıdır. İnsanîdir. Makineleşmemiş bir dünyaya aittir. Aşk, pozitif değildir. Negatifiyle vardır. Bu yüzden yazar Aşk’a düşmek der, tıpkı biz Türkler gibi:
“Günümüzde aşk bir haz problemine dönüştürülerek pozitifleştiriliyor. Her şeyden önce hoş duygular uyandırması bekleniyor. O artık bir olay örgüsü, bir anlatı, bir drama değil, herhangi bir sonuca yol açmayan bir coşku ve uyarım sadece. Yaralanmanın, aniden gelişin veya düşüşün negatifliğinden bağımsız. Aşka düşmek fazlasıyla negatif sayılıyor. Oysa aşk tam da bu negatiflikten oluşur.”
Han’ın aşk ve Eros konusunda fikirleriyle savaştığı diğer filozoflardan ikisi Hegel ve Ficino’dur (Hegel’le zaten hemen her kitabında savaşır). Hegel, köle-efendi diyalektiğinde bir ölüm kalım savaşı betimler. Ölümü göze almadan Başka’ya tâbi olan kişi, ona göre köleliği ölüme tercih eder. Çıplak Yaşam’a sarılır. Bunu belirleyen ise ölme becerisidir. Başka’ya tâbi olarak ölümün içinde, sürekli ölümün içinde kalanlarla, kendiyle birlikte ölüme gidenler farklı kişilerden oluşur. Eros, bu çıplak yaşamı reddeder Han’a göre (Kapitalizm ise mutlaklaştırır). Bugünün performans öznesi de Eros’tan uzaklaşmış şekildedir. Hegel’in kölesinden tek farkı başkası tarafından sömürülmemekte fakat kendi kendini sömürmektedir.
Yunus “Aşkın aldı benden beni / bana seni gerek seni” demişti yüzyıllar önce. Bu İlahi bir aşktır ancak Ficino’nun Başka’da ölmek anlamına gelen Aşk’ıyla bağdaştırmak mümkündür. Ficino’nun Başka, aşk ve Eros tanımı da bu ‘kendini başka benlikte kaybetmek’le ilgilidir. Han’a daha yakındır Ficino’nun görüşleri:
“…Bir tahakküm ilişkisi olarak güç ilişkisinde kendimi Başka’ya tâbi kılarak kendimi onun karşısında öne sürer ve konumlandırırım. Eros’un gücü ise, benim kedimi öne sürmek yerine, Başka’nın içinde veya onun için kaybettiğim ve onun beni tekrar ayağa kaldırdığı bir güçsüzlük (Ohn-Macht) durumudur.”
Fantezi, kitabın en iyi denemelerinden biri. Çünkü bu denemede yazar konuyu kabuğundan çıkarıp genele yayıyor. Görece daha rahat anlaşılan bu bölümde bu kez karşısına Eva Illouz’la beraber örnek olarak Flaubert’in Madam Bovary’sini alıyor Han. Tüketim kültürüyle fantezi kavramının bağıntısını Madam Bovary üzerinden süren yazarın ulaştığı son noktada, Şeffaflık Toplumu kitabında da incelediği gibi görünür olma arzusudur. Ve bunun tetiklediği enformasyona bağlı dünyadır. Enformasyonun hayali öldürdüğünü savunan Han buna kanıt olarak fantezi yokluğunu, bir bakıma, bir önceki bölümde incelediği pornonun her şeyi harap ettiğini gösteriyor. Tabii ki enformasyon bolluğu, tüketim çılgınlığı, görünür olmayı mutlaklaştırma bizi tek bir yere götürür: Hızlı yaşam. Hızlı ama hiçbir şey anlamadığımız; hatta kendi iç sesimizi bile duymadığımız yaşam:
“Şeylerin iç müziği ancak, gözlerimizi kapatıp onlarda oyalanmaya kapı aralandığında işitilebilir. Barthes, Kafka’yı şu şekilde alıntılar: ‘Şeylerin fotoğrafını çekmenin amacı, onları düşüncelerden uzaklaştırmaktır. Benim öykülerim de gözleri kapamanın bir çeşididir.’ Bugün ise, hiper-görünürlük sahibi imgeler yığınına gözleri kapatmak mümkün değildir. İmgelerin hızla değişmesi zaten buna zaman tanımaz. Gözleri kapatmak bugünün hızlanma toplumunun pozitifliği ve hiperaktivitesiyle uyumsuz kaçan bir negatifliktir. Hiper uyanık olma zorlaması gözleri kapatmayı güçleştirmektedir. Bu zorlama, performans öznesinin tükenmiş sinirlerinin de sorumlusudur. Tefekkür ederek oyalanmak, bir kapanış biçimidir. Gözleri kapatmak tam da kapanışın görsel göstergesidir. Algı ancak tefekkürlü bir sakinlik ortamında tamamlanabilir” diyor Han ve bugünün sanat ve edebiyatının içinde bulunduğu krizin izini fantezinin ve Başka’nın ortadan kaldırılmasına, yani Eros’un ıstırabına yoruyor. Yani Kemal Sayar’dan mülhem söyleyecek olursak Han bize kısaca YA-VAŞ-LA diyor. Aşk için, ilişkilerimiz için, insan kalabilmek için. Yazar hep bu yukarıda alıntıladığım kısımdaki sınırlar içinde dönüp duruyor. İnsanın yok olduğunu, geriye kalanın et ve kemik yığınından ibaret özneler olduğunu belirtiyor.
Byung-Chul Han’ın bu kitabında anlatmak istediklerinin benzerini Bauman, Akışkan Aşk kitabında anlatmıştı. Fakat Han’ın da söyleyecekleri var bu konuda biraz daha farklı olarak. Bu iki kitabın mezkur konu üzerinde en yetkin kaynakların başında geldiğine inanıyorum. İçinde bulunduğumuz çağı anlayabilmek için Bauman’ı okumak nasıl şartsa, Han’ı da okumak şarttır. Bazen aynı fikirlerin etrafında dönüp dursa da aralardan ayıklayabildiklerimiz bile bizi rahatsız edecektir, bu çağdan rahatsızsak elbet.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10