"İnsan bazen bir tesadüfle güzel işler yapar. Bazende bu güzel işleri isteyerek değil, herhangi bir baskı altında yapmış olur. Böylece yapılan işler mutluluk getirmez."
- Farabî
"Güzellik fazlalıktan arınmışlıktır."
- Michelangelo
Özellikle Amerikan kapitalist sisteminin hegemonyası altına girmiş ülkelerde artık mimarî üzerine yalnız yöneticilerin değil, yaşayan herkesin düşünmesi, okuması ve yazması gerekiyor. Zira mimarî, diploma gerektiren bir zanaat olmaktan çıkmış, merhum
Turgut Cansever'in tabiriyle "proje mimarlığı" olmuş durumdadır. Sadece rant hedefiyle bir takım projeler üretmekle görevli kişi durumuna düşmüştür mimar ve bunda şüphesiz evvela kendilerinin, sonra da yöneticilerin suçu/basiretsizliği/adaletsizliği vardır. Mimarî, ne batıda ne doğuda asla insanların maddî gereksinimlerini karşılama maksadıyla ortaya çıkmamıştır. Güzel, insanca, hak yememe (adalet) esaslı bir zanaat olagelmiştir tarihten bu yana.
Burada güzellik kavramı üzerine de yeniden düşünmek gerekiyor. Bizde olduğu gibi Avrupa'da da güzellik ölçüsü tarihin tozlu sayfaları arasında kaldı, bir terazi yok, filtre yok. İnsanlar önlerine konan her şeyi güzel buluyorlar. Ambalaj onları etkilemek için yeterli. Bizdeki kentsel dönüşüm geliyor hemen akla. Ambalaj yeni/çekici ama ürün zararlı/gereksiz. Doyurucu ama sağlıksız. Hızlı ama soğuk. Tıpkı fast-food gibi.
Mutluluğun Mimarisi (
The Architecture of Happiness) adlı bu
Alain de Botton kitabı,
Sel Yayıncılık tarafından ve
Banu Tellioğlu Altuğ'un güzel çevirisiyle dilimize kazandırıldığı 2007 tarihinden bu yana okunmaya devam ediyor. Ocak 2017'de 7. baskısını yaptı. Stendhal'in "Güzellik bir mutluluk vaadidir" sözünü motto edinerek yola çıkmış Alain De Botton. Temel meselesi ise şu: İnsanın ihtiyaçları ve arzuları çerçevesinde mimarînin neler verebileceği. Bir soru hâline çevirirsek şöyle olabilir: Mimarî, insanların (temel) ihtiyaçlarını ve (güzel) arzularını nasıl (doğru olarak) karşılayabilir?
Kitabın beklenenin üstünde ilgi görmesinin sebebi, Alain de Botton'un genç yaşının verdiği enerji, farklı bakış açılarıyla düşünce dünyasını esneterek kullanabilmesi ve tüm bunların yanında Japon, İslâm, Hristiyan, Kuzey, Güney mimarîleri üzerine gerçekten gösterilmesi gereken iyi/kötü örnekleri gösterebilmesi söylenebilir. Kitap 2006'da dünya okurlarıyla buluştuğunda
Boston Globe'un emektar mimarlık eleştirmeni
Robert Campbell "
günümüz için mimarlığın en doğru anlatımı" demiş. O zamanlar ülkemiz okuyucuları bu kitaptan pek haberdar değildi. Ta ki yönetmen koltuğunda
Marc Webb'in oturduğu
Aşkın 500 Günü (
500 Days of Summer) vizyona girene kadar. Filmde
Joseph Gordon-Levitt'in oynadığı
Tom Hansen karakterinin elinde sık okuduğu bir kitap olarak gördük Mutluluğun Mimarisi'ni.
Sonraki yıllarda kitabın sansasyonel etkisi
Living Architecture gibi ilginç bir projeyle taçlanmıştı. Olay şu: İngiltere'nin en iyi mimarlarına ülkenin güzel yerlerinde birer modern ev inşa ettiriliyor ve bu evler yıl boyunca kiralanıyor. Böylece gerçek bir mimarın ellerinden çıkmış evlerde insanların hangi duygularla yaşadığı tecrübe edilmiş oluyor. Evler son derece ilginç; kimi
Henry David Thoreau'nun
Walden kitabını hatırlatıyor, kimi de küçültülmüş bir kiliseyi. Tatilciler kendi arzularına göre evi seçiyor ve ustalık ürünü mekânlarda yeme-içme, dinlenme, uyuma, eğlenme deneyimlerini, daha önce yaşadıkları mekânlardaki deneyimleriyle karşılaştırma imkânı buluyor. Bir nevî farkındalık oluşturma projesi gibi. Alain de Botton bu projenin kreatif direktörü.
312 sayfalık kitap, akademik bir mimarlık kitabı gibi bol görselle süslü. Fotoğraflar, projeler ve resimlerle okuma boyunca lezzet hiç azalmıyor. Altı bölüme ayrılmış Mutluluğun Mimarisi: 1. Mimarinin Önemi 2. Binalarımızı Hangi Üsluba Göre İnşa Edeceğiz? 3. Konuşan Binalar. 4. İdeal Yuva. 5. Binaların Erdemleri. 6. Toprağın Vaat Ettikleri.
Mimarinin önemi de Botton'a göre şöyle: Değişik yerlerde yaşayan iyi veya kötü, birbirinden tamamen farklı insanları için ideal yaşantı sunmak, bu konuda fikir vermek, projeler gerçekleştirmek. İnsanın mimarîye aşırı duygusal bakmaması gerektiğini de vurguluyor. Yani bir oda insanın ruh hâlini değiştirebiliyor, bir duvar rengi mutlu edebiliyor, kapının şekli neşe veriyorsa bir de şu açıdan bakmak gerekir mevzuya: Tüm bunların olmadığı bir yerde nasıl yaşayacak o insan? Dolayısıyla "
tek başına güzelleştirmeyi beceremeyeceğimiz ortamlara karşı fazla duyarlı olmak, bunlardaki kusurları tek tek arayıp bulmak da olacak iş değil" diyor. Haklı. Hele ki büyük şehirlerde. Gerçi biz yine de elimizden ne gelirse diyerek kederimizi paylaşıyoruz, olsun.
Freud ile
Rilke'nin bir bahar günü yürüyüşünden bahsediyor yazar. Nefis manzarası olan bir kıyıda uzun uzun yürüyorlar. Freud her yere bakmaya çalışır, yorumlar, memnundur. Fakat Rilke daima yere bakarak yürür. Bunun nedeni Rilke'nin çevresine karşı duyarsızlığı değil, her şeyin gelip geçici olduğunun bilincini kavramasıdır. Freud'un deyişiyle Rilke'nin unutamadığı şey şudur: Kış gelince bu güzelliklerden geriye hiçbir şey kalmayacak, bu güzellikler de insanların güzellikleri gibi, insanın yarattığı ya da yaratabileceği bütün güzel şeyler gibi yok olup gidecek, buna mahkûm.
"
Güzel evler, yalnızca mutlu olmamızı sağlamakta yetersiz kaldıkları için değil, içlerinde yaşayanların kişiliklerini düzeltmeyi beceremedikleri için de suçlamalara hedef olabilir" diyor de Botton. Şimdiki evlerimiz birer ev değil, konut. Evden yani yuvadan apartmana, oradan da beton konutlara terfî(!) ettik. Açıkçası bir umut yok güzel şeyler görmeye dair lakin yine de umudu diri tutmak için kendimize meşgale bulmalıyız. Hiç değilse iyi ve güzel olanı düşünebilmeliyiz. Fakat ne yaparsak yapalım ciddi olmalıyız. Şimdi görünen felaketlerin başı, ciddiyetsizlikten geliyor. Sonrası hiç düşünmemekten. Oysa dünya bizim ömrümüzce sürmeyecek, kıyamete dek gidecek. Çocuğumuzu ve hatta onun torununu bile düşünmeyeceksek hâlimiz nic'olur?
De Botton'un yorumuna göre ilk dinbilimcilerden itibaren Tanrı'yı daha iyi kavramanın yolu güzellikten geçiyor zira bütün güzelliklerin yaratıcısı yalnız O'dur. Kitaptan okuyalım: "
Güzel binalar içinde yaşarsak, bu binaların asıl yaratıcısı olan Tanrı'nın zarafetinden, inceliğinden, zekâsından, bilgeliğinden ve ahenginden biz de payımızı alabilirdik. 11. yüzyılda yaşamış Müslüman filozof İbn-i Sina'ya göre, bir çini süslemedeki kusursuzluğa, düzene, simetriye hayran olmak demek Allah'ın zaferini teslim etmek demekti çünkü 'Bütün güzelliklerin kaynağı Allah'tı. 13. yüzyılda yaşamış Lincoln Piskoposu Robert Grosseteste ise farklı bir inanca gönül vermiş olmakla birlikte İbn-i Sina'nınkine benzer bir görüş dile getirmişti: 'Güzel bir ev düşünün, bir de bu güzel evrenimizi. Bu güzel evren ile o güzel nesne. Sonra 'bu', 'o' sıfatlarını atın bir kenara. 'Bu'nu ve 'o'nu güzel kılan nedir diye sorun kendinize. Güzelliğin ne demek olduğunu anlamaya çalışın... Eğer bunu başarırsanız, bütün güzel şeylerin özü olan saf Güzelliği, yani Tanrı'nın kendisini bulmuş olacaksınız."
Alain de Botton'un Mutluluğun Mimarisi kitabı, alanının belki de en eğlenceli ve sürükleyici kitabı. Üstelik mizaha hiç bulaşmadan son derece hakikatli bilgilerle ilerliyor ve bazı çözüm önerileri de sunuyor. Kitap çıkar çıkmaz batıda evvela mimarlık öğrencilerine okutulması gerektiği belirtilmiş, bizde ise herkesin okuması gerekir. Çünkü mimarî yok, mutluluk uzak, dolayısıyla mutluluğun mimarîsini yakalamak halkın elinde. Okuyalım...
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf