1 Eylül 2022 Perşembe

Dünkü yakın geçmiş

İngilizce gramer derslerinde "Present Perfect Tense" diye bir zaman öğretirler: yakın geçmiş zaman. Geçmişte meydana gelmiş ama etkileri hala devam eden olaylar için kullanılır. Pandemi günleri de böyle ifade edilir bana göre. Geçmişte kaldı fakat etkileri hala devam ediyor. Bir de “Past Tense” vardır. Geçmiş zaman. Yaşanmış, bitmiş. Etkisi dahi kalmamış. Hatıralar müstesna...

Fatma Barbarosoğlu'nun Hatıra Kadar Narin Hafıza Kadar Zalim adlı öykü kitabına getirmek istiyorum sözü. Önce arka kapaktan bir cümlenin yardımını alalım: Fatma Barbarosoğlu 2020'nin hatıra ve hafıza kaydını, hayatın en saf, en dokunaklı anlarını öykülere yükleyerek tutuyor.

Bu girizgahtan sonra devam edelim. Bugünden bakınca kitaptaki öyküler bizi hem geçmiş zamana; akranlarımı çocukluğuna biraz daha büyükleri gençlik yıllarına hem de yakın geçmiş zamana; pandemi günlerine götürüyor.

Profil Yayınları'ndan çıkan kitap iki bölüm şeklinde tasarlanmış. İlk bölüm olan Hatıra Kadar Narin’de beş öykü bulunuyor. Bu öykülerde geçmişe ziyaret daha fazla. Artık anılarımızda kalan narin hatıraları gezip geliyoruz. Hafıza Kadar Zalim adlı ikinci bölüm ise altı öyküden oluşmuş ve pandemi günlerinden sesleniyor. Kahramanlarımız henüz dünyayı saran virüsü alt edip bugüne gelememiş. Burada “Musmutlu: Kedili Köpekli, Çoluklu Çocuklu” öyküsüne geri dönüp biraz daha üzülmek için mim koyuyor ve en baştan başlıyorum.

İlk öykü Dedemin Defterleri'ne “Çocuktum. Nineme göre. Bana kalsa ne çocuk ne gençtim. Oyun oynayacağım zaman koca genç kız, fikir beyan edeceğim zaman dünkü çocuk. Şimdilerde ergenlik deniyor, komşumuz İhsan yenge araf günleri derdi.” paragrafıyla giriş yapılıyor. Ergen kızımızın haklı isyanıyla başlayan bu dört sayfalık öyküde Demirel'i, sık sık kesilen elektrikleri, radyoda dinlenen haberleri, tele-pazar'ı, ilk Eurovision heyecanını anımsıyor kendi ergenliklerimize şöyle bir uğrayıp devam ediyoruz okumaya.

Ayhan Abi ve Bal Hatun, Dert Dinler Ziyade Hanım, Kuyumcuların Kurgusu ve Z Kuşağı öykülerini geçtikten sonra ilk bölümün son öyküsü Aşk Acısı. Okuyanlar bana katılacaktır en etkileyici öykülerden biri. Orta yaşlı olduğunu tahmin ettiğimiz kahramanımız cami avlusunda mahalleden çocukluk arkadaşı Ahsen’le karşılaşır. Ahsen, arkasında bir mektup bırakarak bir subayla kaçmış olan Birsen’in kardeşi.

İnsanın kaderi pek değişmiyor. Daha doğrusu herkesin kaderinin bir teması var, hayat itinayla o temaya dair hikayelerle dolduruyor o defteri. Ama çoğumuz kaderimizin ana temasının ne olduğunu hiç bilmiyoruz…” diye anlatmaya başlar kardeşinin yaşadıklarını. Sevgili adaşıma bütün mahalle mutlu bir gelecek çizmişken yaşadıkları üzücüdür.

Kız kardeşinden sonra oğlunun aşk acısını da görür Ahsen. Arkadaşı onu dinledikçe “Sen sorumluluk sahibi olmakla herkesin sorumluluğunu üstüne almayı birbirine karıştırıyorsun.” diye uyarır…

Instagram, "TT olmak", WhatsApp, hashtag gibi günlük konuşmalarımızda sıkça yer verdiğimiz kavramların ustaca yerleştirildiği öyküleri birden fazla kahramanın ağzından ve bakış açısından okuyarak konuyu zihnimizde nihayete erdiriyoruz. Final, herkesin hayal gücüne kalmış.

Bu öykülere göre diyebiliriz ki biz arafta bir nesiliz. Ne Z kuşağı gibi teknolojiyi etkin kullanabiliyor ne ebeveynlerimiz gibi geleneklere tutunup "saadet" içerisinde yaşayabiliyoruz. Yine yazardan alıntılayıp söylersek saadet babalarımızın devrinde kaldı. Bizler mutlu olmalı ve bunu herkese göstermek zorundayız.

Şimdi Gizem’e üzülmenin yani Musmutlu: Kedili Köpekli, Çoluklu Çocuklu öyküsünden bahsetmenin tam yeri. Olay bir sitede geçiyor, Huzur Sitesi’nde. Geneli yaşlılardan oluşan sitemizde üniversite öğrencisi üç kuzen de ev arkadaşıdır. Alt kat komşularının garip hareketleri ve gürültülü halleri sitenin ismiyle tezat oluşturmaktadır. Karı koca bir süre evden ayrılmak zorunda kalınca küçük kızları Gizem de bizim öğrencilere misafir olur…

Öyküden şunu anlıyoruz: Fenomen yaşamlar eşittir naylon hayatlar. Tatile giderken gülücükler saçıp poz veren karı kocaya öfkemiz ayrı, hepimizin aklında aynı buruk soru: Gizem nerede, ne olacak o çocukcağız?

Hasret Sendromu'nu tebessümle okudum. Maskeler bizi virüslerden korurken bazı meslek erbabının da ekmeğine yağ sürdü. Pek çok hırsızlık vakasını duyduk. Yokluğun Gecesi Kısa Gündüzü Uzun'daki yaşlı amcaya bilmem acımak gerekir mi yoksa çoktan kızına direnemeyip fikrini değiştirdi mi?

Sayfalar dolusu yazsam geçmez bu dili damağımda kalan öykülerin izleri. En iyisi okuduktan sonra hatırlattığı tatlı mazi için, zalim korona günleri için, kahramanların naifliği ve yazarına duyduğumuz büyük hürmet için kitaplığın en güzel yerine koyup, göz göze geldikçe tebessüm etmek diyelim.

Birsen Sebahat Tan
birsen_sulubulut89@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder