Javier Marias son birkaç yıldır benim Nobel Edebiyat Ödülü adaylarımdan biri. Kaleminin sarsıcılığı, metinlerinin psikanalitik kuvvetliliği, kurgudaki başarısı ve karakterlerinin en derinlerine rahatlıkla inebiliyor oluşu onu hem çağdaş İspanyol edebiyatının hem de dünya edebiyatının en çarpıcı kalemlerinden biri yapıyor.
Hiç düşünmeden, duraksamadan diyebilirim ki; Marias çağımızın Proust’u. Javier Marias’ın kaleminin başarısında, roman sanatını çok iyi bilmesinin yanı sıra çevirmenliğinin etkisi de olası. Hardy, Conrad, Nabokov, Faulkner ve Shakespeare gibi isimleri kendi diline kazandıran Marias; Sterne’ün ünlü Tristam Shandy eseriyle de İspanyol Ulusal çeviri ödülünü kazandı. Javier Marias’ın daha önce Berta Isla, Karasevdalılar, Beyaz Kalp, Yarın Savaşta Beni Düşün, Acı Bir Başlangıç Bu, Tüm Ruhlar, Yarınki Yüzün gibi önemli kitapları dilimize kazandırılmıştı. Duygusal Adam isimli eseri de yıllar sonra yeni çevirisiyle, yeniden okuruna kavuştu; Neyyire Gül Işık çevirisi ve Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Bir opera sanatçısının yaşadığı yasak aşkı anlatan roman, Madrid’e giden bir trende başlar. Baş kahramanımız Verdi’nin Otello’sunda Cassio rolünü oynamak üzere bindiği trende üç yabancıyla karşılaşır; bir kadın ve iki erkek. Bu üçlünün arasındaki ilişkiyi merak eden, anlamaya çalışan opera sanatçısı, daha sonra kaldığı lüks otelinde aynı üçlüyle karşılaşıp bir de sohbete başlayınca, hikâyenin gizemi de yavaş yavaş çözülmeye başlar. Hayatı adeta onların hayatıyla yumak haline gelen, iç içe geçen sanatçının hayatı bir anda altüst olur. Bu üçlü, Belçikalı yaşlı bir banker ve aynı zamanda kıskanç bir koca olan Hieronimo Manur; genç karısı Natalia Manur ve de kocası işteyken Natalia’ya yanaşacak erkekleri kovalamakla görevli eşlikçileri Dato’dur. Opera sanatçısı işi gereği şehirleri gezmekte ve gezdiği şehirlerde hep lüks otellerde kalmaktadır. Aynı otelde kaldıkları süre boyunca Manur’un karısı Natalia’ya karşı duyguları yoğunlaşan genç opera sanatçısı, Natalia’nın kocasını yok etme, öldürme isteğiyle dolup taşar. Bu dürtüye mani olmaya çalıştıkça daha da aşka düşer, aşka düştükçe de hatalar yapmaya başlar. Hataları Natalia’nın kocasının dikkatini çeker. Kendisi iş toplantılarındayken karısının oyalanmasına izin verdiğini ama asla daha fazla ileri gidemeyeceklerini sık sık belirten Manur, yine de bu yasak aşka mani olamaz. Opera sanatçısı bu aşkın girdabında kaybolmuştur. Natalia’dan uzaklaşsın diye otel odasına çağırttığı fahişeyle birlikte olamaz ve onu geri göndertir. Tüm bunlar yaşlı banker Manur’un dikkatini çeker ve genç karısını, yaşının dengi olan opera sanatçısına kaptıracağı fikriyle deliye döner. Kitabın bundan sonrasını ve yasak aşkın nasıl sonlanacağını okura bırakalım.
Duygusal Adam'ın anlatı tekniğine gelince, Marias okuruna küçük bir oyun oynar. Hikâyenin yalınlığına ve sıradanlığına rağmen onu çarpıcı hale sokan da bu tekniktir. Yazar hikâyeyi bir gün içinde anlatır. Sanatçı bir gün yatağından kalkar, ancak kahvaltı etmez, zira ona göre “kahvaltı etmeyen kimseler, güne başlamamak isteyen kimselerdir ve hâlâ gece gördüğü düşlerin etkisi ve egemenliği altındalardır. Hikâyelerini uykuda konuşur gibi anlatırlar.” Anlatıcı iki ayrı dünya olduğundan bahseder, biri düş biri uyanıklık dünyasıdır. Hiçbir şey yemeden akşama kadar masa başında oturup bu hikâyeyi anlatır. Hikâyeyse son dört yılı kapsar. Andan geçmişe dönen anlatıcının belleğine güvenip güvenmemek de okura bir tercih gibi sunulur. Acaba bunların hepsi bir düş müdür yoksa anlatıcının belleğine güvenmeli midir? Anlatılan hikâye henüz uykuda olan bir bilincin mi yoksa tekinsiz bir belleğin ürünü müdür? Anlatıcı anlatmaya başladığında “Düşlerimi size anlatayım mı bilmiyorum, çünkü eski zaman düşleri…” der; günün sonunda artık fazlasıyla acıkmıştır, dört yıllık hikâyesini okurun ellerine bıraktıktan sonra şöyle bitirir “Hepsi bu işte,” ve devam eder, “artık bir şeyler yiyeyim.”
Javier Marias’ın neredeyse tüm romanlarına hakim olan psikanalitik tahliller, karakter çözümlemeleri, derin psikolojik sorunlar, sanrılara sebep olan nevrotik durumlar burada da baş roldedir. Kahramanın Manur’u öldürmek, onu ortadan kaldırmak ve yok etmek dürtüsü çok baskındır. Benzer bir dürtüyü Karasevdalılar romanında da başkasına aşık olduğu için kocasının ölmesini isteyen bir kadında görürüz. Marias hem kahramanının en karanlık yönlerini anlatmayı ve en hayvani dürtülerini yazmayı sever hem de aynı zamanda onun belleğinin labirentlerinde gezinirken bunu sarmal düzende bir olay örgüsünde okura anlatır. Duygusal Adam da bu sarmal düzende ilerleyen kurgusuyla okurda bir edebiyat zevki bırakacaktır.
Yasak aşkı, başkasına ait olana sahip olma duygusunu, tutkuyu anlatan bu romanda genç ve başarılı bir opera sanatçısının yaşamının dört yıllık kesitini okuyacaksınız. Bu yasak aşkın sonunda ne olduğunu keşfederken aynı zamanda da güçlü bir edebiyat deneyimiyle karşı karşıya kalacak ve çağımızın yaşayan en güçlü kalemlerinden biri olan Marias’ın diğer romanlarını da okumak isteyeceksiniz.
İrem Uzunhasanoğlu
twitter.com/irem_uz
Yazarın daha dün COVID-19 nedeniyle hayatını kaybettiğini öğrenmek bir hayli şaşırtıcı oldu.
YanıtlaSil