18 Aralık 2021 Cumartesi

Bizi bize anlatan öyküler

Tarihi Hoşça Kal Lokantası, Şermin Yaşar’ın yirmi dokuz öyküden oluşan bir öykü kitabı. Yazarı ilk önce çocuk kitaplarıyla tanımış ve çocuklar için yazdıklarını çok kıymetli bulmuştum. Yetişkinler için yazdığı bu kitapta da kendimden bir şeyler bulup öykülerini beğenerek okudum.

Kitaptaki “Kaya Bakkaliyesi” adlı ilk öyküde şu cümleler dikkatimi çekiyor: “İnsan burada her aradığını bulabilir, bazen ne aradığını bilmeyen insanlar da gelir; ama onlar dahi aramadıkları şeylerin dışında, aslında aradıkları ama aradıklarını unuttukları bir şeyler alıp giderler.” Yazar burada bakkaldaki ürünlerden bahsediyor fakat cümlelere yoğunlaştıkça öyküden bağımsız olarak hayatla bağdaştırdım bu okuduklarımı. Dünya da insanların her aradıklarını bulabildikleri yerdir. Bazı insanlar vardır; hedefleri, istekleri, ne aradıkları bellidir. Öyle insanlar da vardır ki akışa kapılıp giderler, nereye gittikleri belli değildir. Fakat öyle ya da böyle bu dünyadan herkes payına düşeni alır. Hedefi için yeterince savaşan insan aradığını alır, bir hedefi bile olmayan insan ise payına düşene zaten razıdır. Öyküye dönecek olursak yazar öyküyü bitirirken söz konusu Kaya Bakkaliyesi’ne gelen herkesin “yine bekleriz” diyerek uğurlandığını söylüyor. Az önceki benzetmeyle ilişkilendirelim; biz bu dünyaya yine beklenecek olsak bile gelmek ister miyiz? Üzerinde günlerce düşünecek olsak bile sanırım bu soruya net bir cevap veremeyiz.

Kitabın ilerleyen sayfalarında “Kusura Bakma Dağları” adlı bir öyküye düşüyor yolumuz. Yazar kalp için kurduğu şu etkileyici cümlelerle giriş yapıyor öyküye: “Kalbim, tüm vücudum içerisinde, hassaten jeolojik bir öneme sahiptir. Şimdi şu çorak halini görünce insanın inanası gelmiyor tabii ama sizi temin ediyorum, buralar eskiden hep dutluktu. Öyle ki bakmaya doyamazdınız.” Bu cümlelerden sonra söz konusu kalbin yorulmuş, kırılmış ve yıpratılmış olduğu kanısına varıyoruz ve devam eden cümlelerde kalbi kıran kadar kalbin sahibinin de buna izin vermiş olduğu için kendisini suçlu hissettiğini görüyoruz: “Mal sahibi zamanında araziyi iş bilen bir müteahhide verseydi; o ağaçları yerinde bırakır, cevherin kadir kıymetini bilir, orayı öyle güzel imar ederdi ki rahmetli Tanpınar altıncı şehir diye kalbimi yazardı.” Bir yerde bir sorun, bir olmaz, bir çıkmaz varsa oradaki sorun asla tek taraflı değildir. Bu öyküde de gördüğümüz üzere kalbin kırılma mevzusu da aynı şekilde… Kalbi kıran zaten tartışmasız bir şekilde suçlu fakat o kalbin sahibi de buna izin verdiği için kusurlu. Hâl böyle olunca “sevdim” diyerek çıkmaya çalışıyoruz bazı meselelerin içinden, fakat yaptığımız her hataya sevgimizi şahit tutmak yerine mantığımızı da devreye sokarsak belki de olası kalp kırıklıklarından kendimizi korumuş oluruz. Çünkü bunca kusurdan sonra “kusura bakma” deyip işin içinden çıkacak kadar da “umursamaz” olabiliyor bazen kalbi kıran taraf. Her şeyin bu kadar kolay olmaması gerektiğini de şu cümlelerle anlatıyor yazar: “Beş dakika gecikince ‘kusura bakma’ dersin, birine kazara bir omuz geçirince dersin. Fakat insanın kalbini dağlayınca denir mi?” Ama diyorlar… İnsanı kırıklarla dolu bir kalple yapayalnız bırakıveriyorlar. Hatta hiç ardına bile bakmıyor bunu yapanlar. Yıllara, hatta bazen koca bir ömre mal oluyor belki de o hatalar. Bunu da ne güzel ifade ediyor Şermin Yaşar: “Yine de kusura bakmadım. Sadece kusura değil, kimselere bakmadım, kendime bakmadım, önüme bakmadım, arkama bakmadım… Ardından, ömrü billah kimseyle aynı yastığa baş koymamış, kimseye inanıp güvenememiş, suratsız ve depresif bir coğrafya öğretmeni olarak öylece kalakaldım.

Kestane Karası” başlıklı bir öyküyle karşılaşıyoruz kitabın sonlarına doğru. “En büyük umutsuzluk, neyi aradığını bilmeden aramak diye okumuştum bir yerlerde.” diyor yazar bu öyküde. Çağımızın en büyük sorunu, umutsuzluk… Yarından umudu olmayan pek çok insana rastlıyorum bir yerlerde ve bu durumu değiştirmek için elimizi taşın altına koymazsak çok daha büyük sorunlarla karşılaşacağız uzun vadede. Umudu çoğaltmalı ve etrafımıza yaymalıyız. Umut etmek için kendimize sebepler aramalı ve bulmalıyız. Evet, kötülüğün kol gezdiği bir dünyada yaşıyoruz. Fakat kötülerin varlığı kadar iyilerin çabasını da görüyoruz. Yağmur yağdığında “Yaşasın, susuz kalmayacağız!” diyen bir çocuğun masumiyeti, bu hayat için hâlâ umut etmemize yetebilir. Bir kitapta da arayabiliriz umudu, okuduğumuz bu öykü kitabında da bulabiliriz. Biz yeter ki isteyelim, umut etmekten hiç vazgeçmeyelim. Kitapları ve kelimeleri kendimize dost bilelim.

Bizden, içimizden, sokağa çıkıp biraz yürüsek rastlayacakmışız gibi hissettiğimiz kişilerin olduğu öykülerden oluşan bir kitap Tarihi Hoşça Kal Lokantası. “Umudunu kaybetme, yalnız değilsin, hepimiz benzer dertlerle sınanıyoruz.” diye fısıldıyor âdeta, okurlarının kulağına…

Nur Özyörük
twitter.com/nurozyoruk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder