6 Aralık 2021 Pazartesi

Kendine sığınanların öyküleri

Bir yazarın ilk kitabını okumak, okur için yeni bir heyecan anlamını taşıyor. Yeni bir dille, dünyayla, yepyeni kahramanlar ve onların hikayeleriyle tanışmak büyük şans. Günümüzde çok sayıda yeni kitap yayımlandığı için her birine yetişmek zor ancak bu yazıda söz edeceğim kitapla tanışabildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Çerçialan, Gamze Arslan’ın ilk kitabı. Arslan, Çerçialan’la 2016 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nün sahibi oldu.

Arslan’ın dilindeki farklılık, daha ilk öyküden dikkat çekmeye başlıyor. Bu kitapta çemberin dışında kaldığı için değil, çemberin dışına itildiği için deliren kadınlar var. Yazar, kadınların iç dünyasını anlatma nedenini şöyle açıklıyor: “Bir tür isyan duygusu şeklinde bir karşılığı var aslında. Kadınların kadınlarla olan ilişkisini merak ediyorum, o bakış, seviş, görüşteki iktidarı… İki kadının arasında erkin, toplumsal ilişkilerin zorlamalarının ve sevme biçimlerinin yarattığı ilişkileri sorgulamak galiba maksadım.”*

Ancak Çerçialan’daki öyküler, yalnızca insanı merkeze almıyor, varlığın ve varoluşun tümüne dokunan bir anlatı söz konusu. Okur, bir anda kendini içinde bulduğu hal ile şaşıran ve devam edebilmek için deliliğe sığınan karakterlerin hayatlarına tanıklık ediyor. Leylâ Erbil’in, Mine Söğüt’ün karakterleri karşısında hissedilen türden bir ürkme ve sürüklenişin hâkim olduğu bu öyküler, karakterlerin birbirinden bağımsız gibi görünen ortak yazgılarına işaret ediyor gibi. Gamze Arslan’ın öyküleri okuru sürüklüyor; yazar, okura varacağı yeri telkin etmiyor, herkes kendi penceresinden, kendi tanıklığının inşasına koyuluyor.

Çerçialan’ın karakterleri de karakterlerinin hikayeleri de alıştığımız gibi değil. Nasırına kul olan parmaklar, canavara dönüşen anneler, sevgisiyle öldürenler, acısıyla yaşatanlar; sözün özü, Gamze Arslan’ın mahallesi epey kalabalık.

Northop Erye, Eleştirinin Anatomisi’nde eserlerin üç önemli unsuru olduğunu söyler: dianoia (anlamla ilgili), mythos (anlatıyla ilgili) ve ethos (karakterizasyonla ilgili). Erye’ye göre dianoia’nın mümkün olan en iyi anlamı temadır. Aslında kavram, metni okuduktan sonra okurun varacağı sonuç anlamını da taşır. Yani yazar tarafından, okur için belirlenmiş bir izlek ve okurun varacağı son anlamına gönderimde bulunur. Peki Çerçialan’da yazar bizi kendi yolundan ve kendi seçtiği sona sürüklemek istiyor mu, sanmıyorum. Yazarın da vardığı bir son anlam var elbet ancak çoksesli ve yeniden üretilmeye açık bir son anlamdan söz edildiğini söylemek gerekir.

Öykülerdeki şiddeti karakterler için bir çıkış olarak okumak mümkün. Bunu bir şiddet güzellemesi yorumuyla okumak yanlış olur. Öykülerdeki şiddeti, kapana kıstırılmış, zihinleri-bedenleri ele geçirilmiş kadınların sesinin çığlığa dönüşmesi ve kendileri için bir tür erginleşme töreni yaratmaları olarak yorumlayabiliriz. Karakterlerin geçmişlerinde, şimdilerinde ve geleceklerinde çeşitli kayıplar söz konusu ancak bu erginlenme töreniyle birlikte belki de ilk defa kendi seslerinin yankısını da duyurmuş oluyorlar.

Çerçialan’daki öykülerin sonları hep umulmadık şekilde bitiyor. Kederi, umutsuzluğu, kimsesizliği sırtlanan öyküler ironiyle buluşuyor; okur, sanki hayatı okuyormuş hissine kapılıp sürpriz sonlara teslim oluyor. Arslan’ın dilindeki ironi, öykülerdeki kederin telafisini fısıldıyor gibi. Her şey öylesine iç içe ve kendisine özgü ilerliyor ki bu yazıda tek tek öykülerden bahsetmemin imkânı yok. Şimdilik bize düşen Arslan’ın yeni öykülerini ve umulmadık sonlarını merakla beklemek.

Özge Uysal
twitter.com/ozgelerinuysal
* “Soner Sert, ‘Çok fazla ses birikti zihnimde”, Gazete Duvar
* Bu yazı daha önce sabitfikir'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder