25 Haziran 2021 Cuma

Her kapı aralanır niyeti salih olana

"Bütün bu yolculuk, kendimden kendime imiş."
- Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye

"Her şey Kendi'nden Kendi'ne seyr eder."
- Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu

Tasavvufun menşei ile ilgili çalışmalar devam ededursun, mananın peşine düşenlerin ortaya koyduğu eserler de kendi hakikatini arayanlar için ışıldamaya devam ediyor. Malumdur ki Kadızâdeliler ile Sivâsîler arasındaki kavga bitmiş değil. El'an devam ediyor. Tasavvuf nerede başlamış, nelerden etkilenmiş ve şu anda ne durumda biçiminde ilerleyen ve hiç şüphe yok ki eleştiri maksadıyla kaleme alınan makaleler ve kitaplar, bugünün bilhassa genç zihinleri için bir şey ifade etmiyor. Akademik dünyanın sergüzeşti içinde kaybolmak istemeyen ve tasavvufun zihin temizliğini ne kadar önemsediğini bilen ruhlar için manayı arayan ve onu bulup çıkaran eserler çok daha önemli bir yerde duruyor. Şurası çok açık ki tasavvuf, vaktiyle doğudan parlamış ve sonra sönmüş bir ışık değil. Bir şeyin sönmesi için kaynağının kopmuş, tükenmiş olması gerekir. Tasavvufun kopacak, tükenecek, kısacası bitecek bir kaynağı yoktur. Hakk'tan gelen bu kaynağın adı irfandır ve talipleri, alıcıları, meraklıları için daima ortadadır. Talip, alıcı ve meraklı eğer iyi niyetlere sahip değilse ve irfanı tüketilip bir kenarda bırakılacak 'şey' olarak görüyorsa, irfan elbette kendini setredecektir. Zira tasavvuf, günümüzde bir takım kimselerin elinde yahut çevresinde gelişen kozmetik, plastik ve turistik şovlarla alakası olmayan bir zenginliktir. Bu zenginlik Amerika'dan Japonya'ya kadar enstitüleriyle ve özel eğitim programlarıyla kendine talip bulmaktadır. Demek ki kopan şey, insanın kendi içiyle olan irtibatıdır. Bize, bu irtibatı hatırlatacak kitaplar lazımdır. Sadece kitapla yol alınamayacağı doğru olsa da aklın şifrelerini çözmek ve hakikat arayışında tökezlememek için okumak manevi bir yakıttır. Öyle olmasaydı bunca erenler, evliyalar kendilerinden geriye kitaplar bırakmazdı.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin "âşıkların önderi" dediği kitaplarını okumayı çok sevdiği Ferîdüddin Attâr ismi herkesin malumudur. Tezkiretü'l Evliyaİlâhînâme, Pendnâme, Esrârnâme ve Mantıku't-Tayr, Attâr'ın engin ruhunun birer yansımasıdır. Bilhassa Mantıku't-Tayr, günümüzün modern insanına kendi hakikatiyle temas kurması noktasında çok önemli mesajlar veren, tekrar tekrar okunduğu takdirde birçok dünyevi ve maddi perdenin çözülmesine imkân sağlayan bir eserdir. Burada daima unutulmaması gereken mesele şudur: salih bir niyetle okumak. Tıpkı ibadet gibi.

Niyâzî-i Mısrî sultan bir şiirinde "Kafeste tutiye sükker verirler hiç karar etmez / aceb niçün karar eder bu zindâna giren insan" der. Gurbet diyarı olan dünyayı kendine huzur ve saadet yeri olarak bellemiş ve dolayısıyla asla huzura ve saadete erişmemiş insanları uyarır bu dizeleriyle hazret. Tuti kuşuna şeker verseler bile kafesinde durmak istemez, sen kendini bile bile bu zindanda niye tutuyorsun der adeta. Peki bu zindandan nasıl çıkılır? Dünyada yaşarken dünyaya bulaşmamak mümkün müdür? Dünyanın kirinden pasından korunmak imkânı var mıdır? Attâr, "Ben ne yapayım?" diyen insana, "Ne yapayım demeyi bırak... Şimdiye kadar hep bunu söyledin, artık bunu söylemekten vazgeç!" diyerek ilk adımdan haber verir. Söylenmek de şikayet etmenin bir biçimidir. Şikayet edenin gayreti ve umudu azalır. Dünya hayatı gittikçe çekilmez olur. İşin garibi, böyle insanlar için mutluluk yolu ancak bir şeylere sahip olmaktır. Kendiyle alışverişi bir yana koyup dünya alışverişini sürdüren insan, vaziyetinden bihaber olduğu için uykusundan geç uyanır. Mantıku't-Tayr bu gerçekle en latif yoldan yüzleşme sağladığı için benzersiz bir kitaptır. Peki, böylesine kadim bir kitabı günümüzde nasıl okumalıyız ve ne yönde değerlendirmeliyiz? İşte tam da burada Kerim Güç'ün Yolda Bir Kuşa Rastladım adlı kitabının önemi ortaya çıkıyor.

Kadim anlatıları günümüz insanıyla buluşturma gayreti bir yönüyle zevkli, diğer yönüyle risklidir. Çünkü bir kısım okuyucu sayfalar arasında gezinirken kudretli bir elin omzuna değdiğini hisseder, kimileri de yeryüzüne kendinden başka her şeyi, herkesi eleştirme gözlüğüyle baktığı için kitaptaki manadan hiçbir şey alamaz. Dervişlik, varının yoğunun yağma edilmesine talip olmak demektir. Pek kıymetli Kerim Güç, dayanmış erenlerin omzuna, 1187’de kaleme alınan Mantıku't-Tayr'ı günümüze taşımış. İlahi aşkı, tevhidi, vahdet-i vücudu bugünün zihnine anlatmak için bir yola çıkmış. Attâr'ın anlam haritasını, şimdinin gürültülü ve kalabalık akılları ile çare arayan ruhlarının önüne sunmuş. Kim o haritanın bir köşesinden tutarsa kalbi kuş olup uçar, ümitsizlik örtüsü yırtılır, yerine güzelliklerle karşılaşma sabırsızlığı gelir. Öyle diyor Attâr sultan: "Ümitsiz değilim, aksine yüz binler içinden seçilir kabul edilirim umuduyla sabırsızım!"

Nefs, insana yol arkadaşı gibi görünmesiyle ayrı bir tehlikedir. Bir an dahi ölmediği için nefs olsa olsa bir yol kesicidir. Onu öldürmek mümkün olmadığından büyükler terbiye etmeyi önerirler. Bunun için izlenecek yol da kişinin her zaman kendini düşünmesi ve kendine hizmet etmesi-ettirmesi değil, gücünün yettiğinde başkalarına yardım için koşmasıdır. Bu iyilik kanalıyla kişi, içinde hapsolmuş, tozlanmış ve neredeyse unutulmuş duyguları yeniden ortaya çıkarır. Süreç elbette sancılıdır fakat bu meydandan çıkacak neticelerin her biri insan için yıldızın parladığı anlardır. İnsan, varoluşunun boyutlarını kavrayabilmek için kendi hikâyesini kazıya kazıya ortaya çıkarmalıdır. İşte, Kerim Güç de anneannesinden işittiği "Her hikâyede bir hakîkat gizli. Kendi hikâyeni bilirsen kendi hakîkatini de bulursun." sözünün kılavuzluğunda modern hikâyelerle kadim geleneği bir araya getirmiş. Ben, sen, biz, söz ve nihayet öz biçiminde şekillenen bu güzergâhta yolcu olmak tarifsiz hisler yaşatıyor.

"Ben içindeki 'b' ve 'en'den oluşuyormuşum. Ama ben her şeyde 'en' olamayacağımı anladığımda, 'en'i bırakıp 'b'nin 'iz'inden gitmeye başlayınca 'biz'i buldum. 'Biz' ile mutluyken birden 'siz' geldiniz. 'Biz', 'siz' bir araya gelince konuşmaya başladık. Aramızda 'söz' oldu. Sonra 'biz' de gittik 'siz' de gittiniz. Sadece 'söz' kaldı. Sonra 'söz' deyince, hatırlamadığımız kadar uzun bir zaman önce 'söz' verdiğimizi hatırladık. Ve o zaman verdiğimiz 'söz'ün kime olduğu aklımıza geldi. Böylece 'öz'ü gördük. İşte o zaman da 'O'nu bulduk."

Attâr'ın kadim kuşları, bu yolculuğun misafirleri. Hüdhüd'ün önderliğinde toplanıyorlar ve bir karara varıyorlar: yola çıkılacak. Yolun uzaklığı ve zorluğu karşısında bülbül, papağan, tavus, kaz, keklik, hümâ, doğan, balıkçıl, baykuş ve diğer bazı kuşlar çeşitli mazeretlerle vazgeçmek isteseler de hüdhüd onları ikna ediyor. İlk ateşi kaknüs yakıyor: “Her canlı sevgi üzerine doğmuştur. Binlerce yıldır yaşıyorum. Korkuyu, endişeyi, üzüntüyü, hasedi, ümidi, hepsini gördüm. Anladım ki gün sona erdiğinde hangi duygu öne çıkarsa çıksın sevgi hep kazanıyor. Ancak insanoğlu kendi tabiatındaki sevgiye karşı direniyor..."

Yolculuk boyunca benliklerini yırtarak hakikat kapısını aralamaya çalışıyorlar. Benliklerindeki her kötü hâlden sıyrılışları, tasavvuftaki nefs mertebelerini aşmayı hatırlatıyor. Kerim Güç bu noktada modern hikâyelere başvuruyor. Günlük hayatta karşılaştığımız; evde, işte, okulda ya da sokakta karşı karşıya kaldığımız meselelerin ardında yatanlara bakış atmamızı sağlıyor. Sebepler aleminde takılı kalınca hikmeti unuttuğumuz o mucizevi anlara temas ediyor. Sayfalar arasında ruh hâlimiz ne kadar gidip gelirse, kendimize de o kadar ayna tutmuş oluyoruz. Böylece gönül denen o herkeste mevcut bulunan hazine kendini gösteriyor. Sen beni parlat, ben de seni parlatayım dercesine. Bu esnada kuşlar da yol almayı sürdürüyor. O büyük sırra ulaşmak için her birinin, biz olması gerekiyor: “Sır, vahdet sırrıydı ki her biri kendini unutup hepsi bir olunca ortaya çıkacaktı.

Yolda Bir Kuşa Rastladım, kadim metinleri günümüz dünyasına aktarabilme noktasında örnek bir çalışma. Kerim Güç bu kitabıyla modern insanının hayatına gelenek aynasını yerleştiriyor. "Varlığınıza ve varoluşa bir de buradan bakın" diyor...

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder