2 Aralık 2020 Çarşamba

Unutmak istiyorsan, önce hatırlayacaksın

"Heyhat, hepimiz unutmayı becerecek kadar şanslı değiliz."
- Nermin Yıldırım, Unutma Dersleri

Bak Feribe,

Er ya da geç hepimizin bir şekilde unutmak için başvuracağı yöntemleri, başaramazsak, hatırlamamaya gayret edeceği dertleri olacak. Dertleri, anıları, aklın ve aşkın işveleri, cilveleri, bereket ki arkasından gelecek hüsranları olacak. Unutmaya çabalayacağız, biliyorsun. Akıl-kalp-vicdan koalisyonuyla girişeceğimiz bu çabanın neticesinde yaşamımız türbülansa girecek, şöyle bir sarsılacağız. Yetmezse, olur da içimizin kuyruğu dik ordusu seferden mağlup dönerse -ki bu hep böyledir, yeni bir yol bizi bekliyor olacak: unutmak için hatırlamak!

Bundan dört asır önce, insanlığın onuru ve haysiyetine uygun olarak kımıldayan Shakespeare’i hatırla, Feribe. Atinalı Timon’da, ufak bir güç karşısında eğilip bükülenler adına “onurdur benim için,” demişti, “dövüşmek kötü devletlerle.” Hatırlıyorsun, değil mi? İçimizde koca bir kenti öldürecek kuraklık taşıyoruz, Feribe. Ama olsun, herkes ölür, iyiler bile. İçimiz kuraksa, farklı coğrafyalarda benzer şekilde kırılıyorsak eğer kötülerle dövüşmek onurdur bizim için de. Bu yüzden Feribe, bu yüzden, unutacağız. Herkes gibi, bütün mağluplar gibi eve döneceğiz. Aklı incitmeden, yıkım ve felaketimizi de alarak döneceğiz. Unutacağız, Feribe, önce hatırlayacak, sonra bir güzel unutacağız. Neleri unutmuyor ki insan.

İlk kez unuttuğumda on sekiz yaşımdaydım, Feribe.

Sen bu hallere düşecek adam mıydın, dediğimde tam da o hallerdeydim. Bahtıma her şeyin kırılganı düşmüştü diyordun, haklısın, kuşku çağımda ben de öyleydim. Gökten yere yağmur olarak insem havada kururdum. Güneş olsam üşür, şahken şahbaz olurdum. Diyebilirim ki Feribe, duygular benden değil, ben duygularımdan oluşuyordum. Ama ne oldu, her şey geçip gittiğinde yanımda yine kendim kaldı, Feribe. Üzerime oturan bir kıyafet gibi sarmamıştı beni hayatımdan çıkardıklarım. Unutmak zorundaydım ve unutmak ortada bir hezimeti ikiye üleşmek gerektiğinde tek başına onu üstlenmek gibiydi. On sekizimde, yirmi ikimde, yirmi beş ve yirmi sekizimde Feribe, beni de arkamdan vurdular, ama edebimle öldüm. Sen de öleceksin. Ölmeden önce bir güzel öleceksin. Kaybolan yıllarımızın hesabını yan masadan ödemiyorlar, Feribe!

Kendinden öte kaçacak bir yerin yok, Feribe.

Bir kitap okumuştum. Babaya Mektup'ta, Kafka’nın kitabı, dünya haritasının üzerine boylu boyunca uzanan bir baba vardı. Yüzleşmekten ziyade, yüzleşmek zorunda olduğunu bilmeyen bir babaydı. Mümkündür, belki de bize Oedipus kompleksini hatırlatıyordu, yine de hatırlattığı ilk şey kaçacak bir yerin olmadığıydı. Çünkü oğlu kaçmak, bir mümkünü bir başka imkânsızlıkla doldurmaya çalışmak istiyordu. Ama nereye kaçacaktı, Feribe? Haritada yer mi kalmıştı. Dahası, tut ki kendinden kaçtın, içindeki harita kadar değil misin? Belki de uzandığı hudutlar kadardır babanın da kaçışı. Ne baba kendinden ne de oğul babadan kaçabilir, Feribe. “Etkin bir unutma,” der Deleuze, “belleğin kuvvetinden daha yeğdir.” Öyledir, Feribe.

Tahammül, o intihar ve neredeyse ölecek olan duygu. Ölmesin isteriz ama, bazen de ölsün isteriz. Durmak, dayanmak, kabullenişin adı ya tahammül, bu değil söylediğim, Feribe, bu hiç değil. İnsanı alıp yalnızca dünyanın üzücü tarafına oturtan Nietzsche’yi belki de yalnızca burada tasvip etmiyorum. Kendisine yuva yapan ve oradan ayrılmayan herkesten, her şeyden uzaklaştım, Feribe. Uzak durdum. Yüklerinden kurtulamadığından, artık kendisi de koca bir yükten farksızdır oradakiler. Oysa toprağı darbeleyen, yeni yollar arayan, kazan, ilerleyen, kaçış formülasyonunu yeni başlangıçlar üzerine kuran köstebeği ben de onurlu bulurum. Ölümden kaçış yok, değil mi Feribe? Bilirim, yok, fakat ölümün hızına müdahale edebiliriz. Şekliyle oynamalar, arsızlıklar veya onurlu dokunuşlar yapabiliriz. Bu yüzden Feribe, her şey durulduğunda acısı dinmeyen o yumruk büyüklüğündekini kurtarmak, şakaklarının arasına yerleşen kıvrımlı saksıyı çalıştırmak, içine çiçekler ekmek zorundasın. Bağlanmak, toplumsal bir sıkıntıdır, Feribe!

Dinle Feribe,

Ayağa kalkacaksın. İçinden yükselen bir sesle, hem de kendinden başkasına benzemeyen bir sesle, olanı biteni itiraf edeceksin. Hatırlayacaksın, Feribe! Unutmak istiyorsan, önce hatırlayacaksın. Denedin, biliyorum fakat derslerine, unutma derslerine daha sıkı sarılacaksın. 21 Aralık yetişkinlik hayatının hissedilen en uzun gecesi diyenler halt etmiş, evet, çünkü doğru bir unutma, doğru bir hatırlamanın evladıdır Feribe. 21 Aralık değil, ayağa kalkınca, 21 Haziranı kutlayacağız, Feribe!

Hüseyin Hakan
twitter.com/huseyinhakann

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder