12 Aralık 2020 Cumartesi

İnsanı insan yapan acılar

Arzu Alkan Ateş’in ikinci öykü kitabı Hayy hakkında dünyabizim.com sitesine yazdığım yazıyı, Türk Edebiyatı çok iyi bir öykücüye sahip ama maalesef farkında değil, diyerek bitirmiştim. Şimdi yazarın üçüncü öykü kitabı Mahir Efendi’nin Papağanı yayımlandı. Güzel bir haber olarak şunu söyleyebilirim ki, yazar bu kitabıyla sanırım hak ettiği ilgiyi görmeye başladı. Benim şimdiki yazıma kadar, kitabın dumanı üstünde olmasına rağmen (Eylül, 2020) eser hakkında birkaç değerlendirme yayınlandı bile. Üstelik Arzu Alkan Ateş’in bu sefer çalıştığı yayınevi, bana ve birçok kişiye göre son zamanların adından söz ettiren, bilinen bir yayınevi haline gelen Alakarga Yayıncılık. Bu yayınevinde, Türk Edebiyatı’nın iyi öykücülerinden ve romancılarından Faruk Duman’ın bulunması, bundan sonra yazarın kaderini olumlu yönde etkileyecektir.

Biçimsel olarak çok bir şey değiştirmemiş yazar kitabında. Az sayfalı fakat bol öykülü diğer kitapları gibi bu kitap da 122 sayfadan ve 25 öykü (üç bölüme ayırmış yazar öykü kısmını) ve bir son sözden oluşuyor. Az kelimeyle çok şey hissettirebilen yazarların başında geliyor Arzu Alkan Ateş. Bu yüzden on sayfalık öyküleri de iki sayfalık öyküleri de derinlik açısından birbirinden çok farklı değil (nitelik olarak uçurum olmasa da ufak tefek farklar var öyküler arasında).

Arzu Alkan Ateş’in en iyi yaptığı şey toplumdaki aksaklıkları çok iyi gözlemleyip bunu kendine özgü bir öykü diliyle okura aktarabilmesiydi. Bunu yazarın daha önceki kitapları hakkında yazdığım yazılarda da belirtmiştim. Bu yeni kitabında, kendine has öykü dilini koruduğunu ancak tematik arayışlara girdiğini görüyoruz yazarın. Bir kere perde arkasından dünyaya bakması devam ediyor ancak baktığı yer biraz daha değişmiş. Toplumun genelindense biraz daha insan tekine yöneltmiş kamerasını Arzu Alkan Ateş. Bu insan teki için ise çocuk kahramanları tercih etmiş. Doğal olarak da çocukluk; çocuk gözüyle kişi ve olaylara bakma, çocuk gözüyle mekânın ruhunu anlamaya çalışma bu öykülerde kendine daha çok yer buluyor. İki çocuğun kahraman olarak görüldüğü, onların kitabı yönlendirdiği, asıl kahraman onlar olmasa bile onların gözlerinden bir şeylerin anlatıldığı bir kitap bu. Elbette toplumsal aksaklıklara veya çıkmazlara yine değiniyor yazar fakat bu durum diğer kitaplarındaki gibi keskin uçlarda -eskisi kadar- dolaşmıyor. Biraz daha içe kapalı biraz daha suskun bir kitap sanki bu.

Yazarın bu seferki kahramanları yine çeşitli ancak hemen hemen bütün kahramanlar iki çocuğa değiyor demiştim. Bu çocukların büyümeleri öykü öykü izlenebilen bir yol çiziyor okuyucunun önüne. Çizgisel bir hatta gidiyor diyebiliriz kitap için. En sonda da çocukların lise döneminde sonlanıyor Mahir Efendi’nin Papağanı. (Son sözü dâhil etmezsek) İnsanın büyümesini kötülük kavramı üzerinden işleyen yazar çocukluk dönemini de dikkate alarak kötülün içinden bir nahiflik de çıkarmıyor değil: “İşte o günden sonraki günlerde elimize tutuşturulan çorbayı kuş evin bahçesindeki erik ağacının dibine döktük. Bu bilerek yaptığımız ilk kötülüktü. Demek büyümeye başlamıştık.

Bu kitaba öykü kitabı demek, evet çok doğru. Zaten kitabın kapağında da tür olarak öykü isminin yer aldığını görebiliyoruz ancak ben bu kitaba, belki itirazlar gelecek olsa da, novella demeyi de öneriyorum. Çünkü bu kitap, çoğu öykünün kahramanlarının ortak olduğu, genel anlamda öyküler arasında bir süreklilik içeren bir kitap. Öyküleri tek tek okuduğumuzda da bir anlam yakalayabiliriz ancak bir bütün halinde baktığımızda daha derli toplu bir şey çıkacaktır karşımıza. Kıl Haydar, Kızgınların Kemal, Hatmi Nine, Rüçhan Öğretmen gibi karakterlerin yanı sıra mekân olarak da genel olarak ortak bir yerden bahsediyor Mahir Efendi’nin Papağanı: Kuş Ev. Çoğu öykünün kameramanı olan çocuklar da ortak olunca bana küçük bir roman havası vermedi değil bu kitap. Türk Edebiyatı’nda benim okuduklarım arasında iki eserle benzeşim gösterdiğini söyleyebilirim. Bunlardan biri Mitat Enç’in Uzun Çarşının Uluları diğeri de Barış Bıçakçı’nın Herkes Herkesle Dostmuş Gibi kitabı. Uzun Çarşının Uluları’na tematik ve mekânsal benzerlikler yönünden, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’ye ise kahramanların hayatlarının birbirine değerek devam etmesi yönünden benzediğini düşünüyorum (örneğin, Uzluların Bey Amcası’nın bir öyküde yan karakterken öbüründe ana karaktere dönüşmesi gibi). Elbette biçimsel olarak bu iki kitabın aynısıdır diyemem; hatta bu iki kitap bile birbirinin aynısı değildir. Ancak Arzu Alkan Ateş’in kitabı bu iki eseri de andırabilen bir şekilde kurgulanmış. Ben bunun esere canlılık kattığını düşünüyorum.

Anlatımın zaman zaman denemeye yaklaştığı kitapta (ki yazarın belirgin üslûbundan biridir bu) öyküler birçok kez düşle gerçek arasında, gerçeküstü ögelerle gerçeğin birlikte kullanıldığı bir hâle bürünebiliyor. Ancak Arzu Alkan Ateş’in en iyi yaptığı ve bence öykülerinin değerini yükselten şeylerden biri burada devreye giriyor. Ne kadar düşsel bir anlatıma kaysa bile öyküler küçük bir yerden de olsa zemine basıyor. Bu da yazarı, son zamanlarda sayıları artan ve deneme mi yoksa öykü mü yazdığı belli olmayan, tamamen soyut bir dünyada okurlarını gezdirmeye çalışan yazarlardan ayırıyor. Küçük bir kısmın toprağa değmesi dahi yetiyor öyküleri anlamlandırmaya. Yazar yer yer halk anlatısına dönüşen bir dil kullansa da temel özelliklerinden biri hâline gelen bu durumda dengeyi kurmayı çok iyi başarmış.

Arzu Alkan Ateş öykülerinde mutlu şeylerden bahsetmiyor. Bu kitabında da diğer kitaplarında olduğu gibi acıdan, kederden bahsediyor. Fakat bu acı insanı insan yapan acılardan. Diğer iki öykü kitabına nazaran daha çok insan tekine odaklanıyor demiştim bu kitabı için. Böyle olunca da toplumsal acılardan veya toplumun aksamasına neden olacak acılardan ziyade insanın bireysel olarak yaşadığı, kişiyi insan yapan acılar ön plana çıkmış: “Acı tarif edilebilir mi? Hatmi Nene olsa, acı insan olduğumuzu unutmayalım, diye Tanrı’nın biz kullarına sunduğu bir lütuftur, derdi.

Bir övgü de yayınevine söylemeden olmaz. Çok titiz bir çalışma gerçekleştirilmiş kitabın kapağından iç düzenine kadar. Özellikle dil bilgisi hatası olmaması ve bir öykü kitabı için olabilecek en sade bir kapakla eseri okuyucuya sunmak, yine son zamanlarda pek görmediğimiz bir şeydi. Alakarga hem nitelikli eserlerle (yerli-yabancı) hem de titiz çalışmasıyla iyi yönde ilerliyor.

Arzu Alkan Ateş öykü serüvenine iyi bir kitapla devam ediyor. Mahir Efendi’nin Papağanı ve yazarın diğer iki öykü kitabı, Ateş’in bundan sonraki edebî yolculuğuna referans olabilecek düzeyde iyi eserler.

Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder