“Yeryüzünde sayısız kapı dururken araladığınız kapının Düş Yiyiciler Sirki’ne açılmasından daha talihsiz bir hikâye yoktur.”
- Memed Osman, Düş Yiyiciler Sirki
Kitap yukarıdaki alıntıyla başlıyor. Yapılan ironi okuyucuyu içine çeken bir anafora dönüşüyor adeta. Sonra direkt meseleye giriyor yazar. Kaçışı, göçüşü yok. Bu kapıdan girdiyseniz, çarkların arasındaki yerinizi, yani ezilmeyi göze almalısınız demeye getiriyor. Yaşamak öyle değil midir zaten.
Ve Yayınevi’nin en başta söylenmesi gereken ilginç bir özelliği var. Yayınladığı eserleri numaralandırarak ‘ilgilisine’ koleksiyonluk bir ‘eser’ sunuyor. Yayınevinin yayın listesini genel olarak şiir kitabı oluşturuyorsa da araya roman serpiştirmeyi ihmal etmiyor. O romanlardan biri de Düş Yiyiciler Sirki. Memed Osman (asıl adı bu değil ama buna yakın) imzasını taşıyan eser seksen sayfadan oluşuyor. Öyle seksen sayfa olduğuna bakmayın. Düş Yiyiciler Sirki son derece yoğun bir metin. Duygu yoğun, dil yoğun, tepki yoğun, düş yoğun… Ne derseniz artık. Ya da ne dilerseniz…
Düş Yiyiciler Sirki benim gibi karamsar mizaçlı ve depresif ruhlu okurlar için birebir. Bizler, “Beni bu güzel havalar mahvetti,” mısrasının içinde biteviye yankılandığı kişileriz. Herkesin Güzel Havalar’ı başkadır sanıyorum. Örneğin benim için güzel hava güneşsiz havadır. Soğuk, rüzgârlı, yağışlı havaları güvenli belleyenlerdenim. Düş Yiyiciler Sirki beni böylesi bir diyarda dolaştırdı. Kasvetli bir dünya… Tıpkı gerçeği gibi. Güneşli havaları gerçekçi bulmam. Kitabı okurken çok keyif aldığımı söylemeliyim.
Hikâyenin başkahramanı Na!, hayatını kabuslarının işgâlinden kurtarmak için hunharca çare arayanlardan. Kendisi ilaç mümessilliğinden emekli. Hangi ilaç neye iyi gelir, biraz biliyor. ‘Kötü’ yaşıyor. Rehabilitasyona ihtiyacı var. Çocukluğuna iniyor. İçinden çıkmak ne mümkün! Geçmişiyle hesaplaşıyor; borçlu çıkıyor. Alternatif iyileşme yöntemleri deniyor. Çaydanlığa bitki atıp ocağa koyuyor. Hayatı su kaynatıyor. Nafile çabalar. Durmadan aynı kabusu görüyor ve uyanıyor. Kabusu gün gibi hatırlıyor. Hatırlamasa da önemli değil. İçine uyandığı hayat zaten kabusun devamı niteliğinde. Na!, kalabalıktan kaçan yalnız bir adam. Ayrıca o sık sık ölümle burun buruna gelen bir panik ataklı. Bilen bilir.
Düş Yiyiciler Sirki’nin masalsı bir üslubunun olduğunu görüyoruz. Yazar, ‘ben’ ve ‘o’ anlatıcı tekniğini dönüşümlü olarak kullanıyor. Na!’nın ‘kuralları’ ve “yaşamak intikam almaktır” söylemi eserdeki leitmotive örneği diyebiliriz. Romandaki bol imgelemli dil metne melankolik bir şiirsellik katıyor. Öte yandan mitik ve fantastik ögeler havada uçuşuyor. Gerçek, gerçeküstü ve gerçek dışı birbirine giriyor. Toplumsal gerçeklik absürdizmle yoğrularak işi çığırından çıkarıyor. Sonra aniden sıradışı akış gündelik hayatın basit bir görünümüyle duraklıyor. Her şey normale dönüyor sanıyorsunuz ama boşa heveslenmeyin. Dil açısından muhayyileyi zorlayacak dercede zengin bir metinle karşı karşıya kalıyor okuyucu. Yazar yazmaktan ziyade kelimelerle bir görsel oluşturuyor. Okuyucu izlemekle yetiniyor. Tıpkı bir sirk izleyicisi gibi.
Memed Osman, hayatın, düş yenilerek tüketilen bir yer olduğuna dikkat çekiyor. İnsanlar birbirinin düşlerini yiyerek duyarsızlaşmaktadır. Dolayısıyla ortaya tekdüze, programlanmış, duygusuz bir yaşam biçimi çıkmaktadır. Bu yönüyle eser modern dönem eleştirisi olarak da değerlendirilebilir. Geçmişe yapılan atıfta, uygarlar tarafından ilkel diye tabir edilen anlayışın manipüle edilişi gösterilmeye çalışılıyor. Bu bağlamda, ilkel ile gerçek arasındaki uyum, modern ile gerçek arasındaki uyumdan çok daha ileridedir. Yazar, insanların gösteri izlerken kendinden geçtiği sirkin bir eğlence yeri olup olmadığını soruyor. Hayatı sirk analojisiyle açımlayan alt metinde ise insanın sığlığının iktidarı sorgulanıyor. Düş Yiyiciler Sirki psikolojik yönü ağır bir metin. Na!, günümüz insanının gerçeklerden soyutlanarak gizlenen aciz tarafı olarak değerlendirilebilir. Ya da soft bir sistem eleştirisi.
Düş Yiyiciler Sirki, gerçek ile düşün (gerçeküstü ve/veya gerçek dışının) diyalektik çözümlemesini içeren bir roman. Fantastik bir modern zamanlar sorgulaması da diyebiliriz. Az da olsa Michael Ende’nin (1929-1995) Momo’sunu hatırlattı bana. Sanırım bu kadar kasvet yeter. Hayat her ne kadar ‘düşlerin yenilerek tüketildiği bir sirk’ olsa da romanın son cümlesi insanın var olduğu yerde ümidin tükenmeyeceğini vurguluyor: “Dünya, içinde düşü olan bir yolculuktur.”
Düşmesini bilene…
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder