11 Kasım 2017 Cumartesi

Kraldan çok kralcılık veya sessiz kalmak isteyen bir yazar

“Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?”
- İsmet Özel, Amentü

Modern Arap Edebiyatı’nın aykırı yazarlarından olan Nihad Siris’in Türkçe’ye çevrilen tek romanı Sessizlik ve Gürültü, Jaguar Kitap’tan 2015 yılında neşredilmişti. Jaguar Kitap son yıllarda çevirdiği -özellikle ülkemizde pek bilinmeyen edebiyatlardan dilimize kazandırdığı- eserlerle dikkat çekiyor. Sessizlik ve Gürültü de böyle bir eser. Suriyeli Nihad Siris’in bu kitabı 2003’te Halep’te yazılmış; fakat daha yayımlanmadan yasaklandığı için, 2004’te Beyrut’ta basılmış ve 2015’te de dilimize çevrilmiştir.

Yayımlanalı iki yıl olmasına rağmen hakkında sadece birkaç yerde yazı çıkan bu kitabın kıyıda köşede kalması, özellikle distopya konusunda roman okumayı sevenleri üzecektir. Sessizlik ve Gürültü'nün, George Orwell’ın meşhur Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ünden seviye olarak pek aşağı kalır bir yanı olduğunu düşünmüyorum. Üstelik bizim coğrafyamızdan biri yazdığı için de daha ‘bize yakın’ olduğunu düşünüyorum. Tabii distopyalar evrenseldir diyenlere de hak verilebilir.

Bilinmeyen bir Arap ülkesinde geçen Sessizlik ve Gürültü, 158 sayfadan ve 8 bölümden oluşuyor. Başkarakter, yazar Fethi Abdülhakîm Şiyn’in başından geçen bir takım olaylar dizisini konu alan roman, ülkenin mutlak hâkimi olan “Lider”in iktidara gelişinin yirminci yıl kutlamalarının başladığı günde geçiyor. Düşündüklerini gördüğü baskı sebebiyle yazamayan ve bu sebeple suskun kalan yazar Fethi Şiyn, bu durumu şöyle açıklıyor: “…Bir süredir bir sıkıntı ve kendime karşı bir kızgınlık içindeyim, çünkü pek bir şey yapmıyorum. Dün tıpkı önceki gün gibiydi, önceki gün ondan önceki gün gibiydi, o da aylar öncesi gibi. Artık hiçbir şey yapmıyordum. Yazmıyordum, okumuyordum, düşünmüyordum. Bir süredir çalışma isteğimi kaybetmiştim.

Bu distopya romanında da tıpkı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'te olduğu gibi Fethi Şiyn’in sevmediği, halkına zulmettiğini düşündüğü ama halkın korkudan sesini çıkaramadığı bir ‘big brother’ yani “Lider” var. Fethi Şiyn kendi sessizliği ve “Lider”in gürültüsü arasında yaşamaya çalışır fakat yolu ister istemez “Parti”yle kesişir. Kutlama günü sokağa çıktığında polise kimliğini kaptırmasıyla, günün sonunda kimliğini almaya çalışması arasındaki ve o esnadaki geçen olaylar Fethi Şiyn’in sosyolojik ve psikolojik yönden kendini ve toplumunu sorgulamasıyla geçer. Halkın bu kutlamalarda nasıl kendinden geçerek marşlar söylediğini, “Lider” için sloganlar attığını, posterler salladığını şaşkınlıkla izlerken, bu süreçte annesi, sevdiği kadın ve kız kardeşinin evlerinde geçirdiği zamanlarda onların görüşlerini de kendisiyle kıyaslar. Kitle psikolojisi açısından yazdığı şu satırlar durumu daha iyi açıklayacaktır: “Benim ülkemde insanlar kafiyeli ve seçili sözleri, vezinli hamasi şiirleri severler. İşte bakın, anlamı olmayan bir sözü sırf kafiyeli diye nasıl da tekrarlayıp duruyorlar! Sonuç şu ki, eğer iktidardaki kişi halkın kendisini sevmesini istiyorsa, hemen kendisiyle ilgili yeni sloganlar üretecek bir merkez kurmalıdır. Fakat bu sloganların şiire benzemesi şarttır. Çünkü biz şiiri seven bir milletiz, hatta şiire benzeyeni de severiz, sözün içeriğine bakmadan belki kafiyesi ile de yetiniriz. Kitlelerin çağı şiir çağıdır demediler mi? Aslında tersi doğrudur, devir nesir devridir. Çünkü şiir kitlelere hitaben söylenirken şu anda yazmakta olduğum düzyazı bireye hitap etmektedir. … Şiir hamaset yapıp kişiliği yok ederken düzyazı akıl, bireysellik ve kişilik yaratır. Son olarak şunu hatırlatmak isterim ki, benim ülkem hâlâ kitleler çağını yaşıyor; bu nedenle vezinli sözler ve kafiyeli sloganlar olmazsa olmazımızdır.

Nihad Siris, Fethi Şiyn’in bakış açısından anlattığı bu romanında, başkarakter üzerinden halk ve kitle psikolojisini ve sorgulamasını çok iyi gerçekleştirmiş. Sekiz bölüme ayırdığı kitabın her bölümünde Fethi Şiyn’in farklı bir yerde farklı birileriyle konuşmalarına ve etkileşimlerine tanık oluyoruz. Fethi Şiyn’in kendisiyle ilişkisi, annesinin evine gitmesi (ailesinden bahsetmesi), ülkesinde niçin ‘hain’ olarak görüldüğü, sevdiği kadın Lema, hastahane, “Parti” binası gibi bölümlerde ve konularda geçen kitap, her bölümde diyaloglar ve başkarakterin iç konuşmaları üzerinden ilerliyor.

Kutlamalar boyunca ülkede oluşan aksaklıklar, slogan ve gürültünün günlük akışı oluşturması, “Lider”e kölelik, yürüyüşler, her kutlamada ölen yüzlerce kişi (kimsenin umursamadığı), hayatın durma noktasına gelmesi, “Lider”le halk ilişkisi ve bu kutlamalarda oynanan ‘tiyatro’ da, bölümlerin konularını oluşturarak Fethi Şiyn’in bakış açısı ve yazar Nihad Siris’in fikirleriyle satırlara yansıyor: “Bizler kendi irademizle kul köle olmuş kimseleriz. Bunun kanıtı, az önce büyük meydanda, otel binasının önünde olup bitenlerdir: Orada Lider, insanlarla (kölelerle) öyle oynuyordu ki, onlara askerî üniformasını ve madalyalarını sarkıtıp bunlara dokunabilmeleri için onları çıldırtıyordu. Lider kitleleri, kendisi için canlarını verirken görmekten hoşlanıyordu. Çünkü Lema’nın evine yürüyerek gelirken birden çok ambulansın sessizce yol alarak baygın insanları –ki bu izdihamda ve sıcakta bunların sayısı bir hayli fazlaydı- taşıdığına tanık olmuştum. Bir defasında bir doktor, adının gizli kalmasını rica ederek, bunun gibi her yürüyüşte yüzden fazla insanın ayaklar altında ezilerek veya boğularak yaşamını yitirdiği, bu sayının iki katı kadarının da insanların evlerine veya köylerine dönüşleri sırasında yaşanan trafik kazaları sonucu yaşamını yitirdiği bilgisini bana vermişti.

Politik mizahın ve eleştirel bir üslûbun her an devam ettiği kitapta yazar Nihad Siris, başkarakteri Fethi Şiyn’i de bir ikilemde bırakıyor. “Parti”yle ters düşmeler sonunda iki seçenek kalıyor Fethi Şiyn’in önünde: Tarafını seç, ya onlardansın ya bizden. Gürültüyü hem gerçek hem mecazî anlamıyla iktidarla ve “Lider”le bağdaştıran, sessizliği ise kendi içine dönmesi olarak gören Fethi Şiyn’in tek istediği bunu devam ettirmek. “Lider” için yapılan yürüyüşlere katılmamanın bile ‘vatan hainliği’ olarak görüldüğü ülkede, Fethi Şiyn’in de sessiz kalmasına elbette ki müsaade edilmiyor ve müdahale ediliyor. Şiyn ise ona sunulan teklifi “bana, ya iktidarın gürültüsü ya da kabrin sessizliği, ikisinden birini seç diyorlar. Kabir dingin ve sakin bir yer. Hâil Bey onunla başka bir şeyi kast etmeseydi onu tercih ederdim. İşleri alçakça tertip ederek planına annemi de dâhil etmişlerdi üstelik” şeklinde tanımlıyor.

Romanın sonunda Fethi Şiyn’in, bu ikilemdeyken kız kardeşiyle yaptığı konuşma ve kardeşinin sözleri bize, ‘kraldan çok kralcı’ olmanın, rahat bir hayat yaşamanın tek yolu olduğunu vurguluyor ve insanların değerlerinden ziyade güce nasıl taptığını, hakikati savunabilmektense dalkavuk olup bu dünyada rahatına bakmanın nasıl bir şey olduğunu belirtiyor: “Sence fırsatçı olmayan kim, söyleyiversene bana? Gerçekçi ol. Dünya değişti, kardeşim Fethi. Herkes Lider’in adamlarına yakın olmaya çalışıyor. Sen şimdi sessiz ve aç birisin. Mevcut duruma uyum sağlaman lazım, tıpkı benim yaptığım gibi. Şehirdeki en aptal adamla evlendim. Onu zeki yapmaya çalıştım, ama olmadı. Esenlik içinde yaşayabilmek için ben de ondan daha aptal ya da en azından onun kadar aptalmışım gibi davranmaya başladım.

Nihad Siris, romanında betimlemelerini ustaca ve yerinde kullanarak okuyucuyu yormuyor. Burada çevirinin başarısını da değinmek gerekir. Rahmi Er, direkt Arapça’dan çevirdiği bu eserde iyi bir iş çıkartmış ve okuyucuya rahat bir okuma imkânı sağlamış.

Ayrıca geri dönüş tekniğini bolca kullanan yazar, ana karakterlerin tasviri konusunda hiç boşluk bırakmamış ve karakterleri net olarak okuyucunun beynine kazımış. Sessizlik ve Gürültü, en iyi distopik romanlardan biri. Fakat sadece distopyayla sınırlanmayan ve gerçek dünyanın da sınırlarında dolaşan bir eser. Çokça bilinmemesinin büyük kayıp olduğunu düşünüyorum. Nihad Siris’e fikirlerinden dolayı önyargıyla yaklaşmadan önce bu romanı okumak çok faydalı olacaktır. Diğer eserleri de bir an önce Türkçe’ye kazandırılır inşallah.

Mehmet Âkif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10
* Bu yazı daha evvel Temmuz dergisinin 13. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder