Her şeyin gittikçe makinalaştığı, mekanikleştiği, manasını kaybederek maddeleştiği, monotonlaşarak sıkıcı bir hal aldığı ve yetmezmiş gibi tüm bunlar, duygu ve düşünlerin dahi vitrinde sergilenebilme potansiyellerinin önemsendiği; plazalarla, lüks markalarla bezeli bir çağın içindeyiz. İnsanın pusulasını kaybettiği bu çağda, bir harita arayışının içinde olması gerektiği, bu yönsüzlüğün içinde bir yöne dönmesi gerektiği bu zamanda bulunmaz bir fırsat İhsan Fazlıoğlu'nun Kendini Bulmak kitabı.
Kitabın kapağını açtığınız ilk andan itibaren bir mağaranın en dar ucundan gittikçe genişleyen dehlizlerle dışarıya çıktığınızı hissedebiliyorsunuz. Kitapta yer alan denemelerin büyük çoğunluğunu edebiyat dergilerindeki daha önce yayımlanan yazılarıyla ve bir kısmını da konferans ve seminerlerde yaptığı konuşmaların düzenlenmiş haliyle oluşturan yazar denemeleri kendilik bilinci, bilgi ve kimlik olacak şekilde üç ana başlıkta toplamış.
Bir şeyin bulunabilmesi için evvela kaybedilmesi gerekir zira henüz kaybedilmemiş bir şeyin bulunma ihtiyacı doğurması mümkün değil. Var olan bir kaybın peşine düştüğünüz ilk sayfasından itibaren her okunan denemenin sonunda adeta bir yap-boz gibi kaybettiğimiz parçaların farkına varabiliyoruz. Ama bunun için kitabın oldukça sakin bir kafa ve ortamda okunması gerekiyor çünkü oldukça yoğun bir şekilde kaleme alınmış, bir kitaptan daha çok bir okulu andırıyor. Kitapta ağırlıklı olarak ene kavramı, yani dış dünyadan daha çok bireyin içinde yer alan dünyanın, özünün, sahip olması gereken şuurun resmi çıkarılıyor meydana. Ve ortaya çıkan resmede kendilik bilinci ismini veriyor İhsan Fazlıoğlu. Kelimelerin lafız ve mefhum gibi iki farklı aşamasının olduğunu vurgulayan yazar lafzın sadece sözcüğün anlamını verirken mefhumun sözcüğün suretini, özünü yansıttığını söylüyor. Sanırım sırf bu yüzdende birçok kelimeyi günlük konuşma dilimize çevirme şansı varken asıl haliyle bırakıyor ki kelimenin özü zarar görmesin.
İnsan ölümden sonrasının varlığını hissedip bilincinde olduğu sürece belli çizgiler sınırlar arasında geçirir hayatını. Hak yemenin fenalığını bilir, israfın külfetini bilir daha önemlisi emredilen(üzerine vazife verilen) şeyleri ve yaklaşmaması gereken sınırların farkında olur. İnanan insansın yani amen-tu(ben iman ettim) diyebilen müslümanın şehrinde de gözlemleyebiliriz bu sınırları: Helal ve haramın belirlediği çizgilerin arasında kalmış bir güzide ahenktir ve bu yüzdende içinde barındırdığı yaşayışın somutluğunu ve sertliğini bu iki kavramın yansımasından elde edilir. İşte İhsan Fazlıoğlu kitabında modernizm adıyla dünyanın insanı sahip olduğu anlamdan temizlemek istediğini fakat bunun zorluğunu bildikleri için öncelikle insan için ölümü önemsiz kılarak ölüm sonrasının hesabını unutturmak amacında olduğunu söylüyor. Bir yola yön tayinini nasıl ki varacağı nokta yaptırıyorsa, yaşamada istikametini yaşamdan sonrası (akıbeti) kazandırır diye geçiyor kitabın satır aralarında. Yol varacak noktasız nasıl bir anlam kaybına uğruyor ve anlamsızlaşıyorsa yaşamda akıbeti yani ölümünün anlamı elinden alındığı zaman öylece bir kayıp olur. Bir akaide sahip misiniz? Bir amen-tu nüz var mı? Buna benzeyen sorularla okurun şuurunu açık tutmayı hedefliyor yazar. Kitabın içinde Taftazani'nin ve Hocazade’nin Hz. Ali’ye nispetle dile getirdikleri şöyle bir tespit var ki paylaşılmazsa olmaz: İnsan üç şeyin peşinde koşar: Nereden-in bilgisi, nerede-nin bilgisi ve nereye-nin bilgisi… (sf. 26) İşte insanın anlamını elinden çekip alabilmek için evvela bu üçlünün parçalanması gerektiğini bilen modern dünya bütün kozlarını insanın köken ve son kavramlarındaki şuurunu yıkmak üzere oynuyor.
Bir cuma hutbesinde duymuştum: "Bizler, bilginin hikmetle buluştuğu, ilmin irfanla yoğrulduğu, âlimin ahlâkla bezendiği bir medeniyetin mensuplarıyız. Medeniyetimizde ilim, aklın ibadeti olarak görülür. İlim, en başta eşyanın hakikatini, varlığın gaye ve hikmetini anlamaya çalışmaktır.". İlimde ancak bilgiyle olur ve bu yüzden bilgiyle alakalı kitapta oldukça önemli atıflara yer veriliyor. Sahip olunan bilgi kişiyi kendisinden ve rabbinden uzaklaştırmamalıdır. Bilgi insanı ancak hikmete taşımalıdır. Pirim Yunus Emre'nin de dediği gibi: "İlim ilim bilmektir / ilim kendini bilmektir.". Yani ortaya çıkan sonuç şu ki kendilik bilincine sahip olmak yolunun bir kısmı da bilgiden geçmektedir. Ayrıca kitapta ele alınan kimlik konusunda da oldukça mühim konulara değinilmiş durumda. Dünyada söz sahibi olmak istediğimiz aşikar bir gerçekken özellikle şu günler de baskın şekilde baskısını hissettiğimiz mütehakkim yani yabancı devletler bunu bir şekilde kabul etmeye yanaşıyorlar o da bizleri özümüzden vazgeçirerek. Bu kesinlikle kabul edilemez bir şey olduğunu bildiğimiz için kılavuzumuz özümüzle söz sahibi olabilmek olmalıdır.
Immanuel Kant’ın da söylediği gibi "makineden fazla bir şey olan insan…" olarak yolumuza devam edebilmemiz için ayağımıza takılan bu modern çağ putlarını aşıp bir an önce halimizle yüzleşip özümüze kavuşmamız gerekmektedir. Kendini bulmanın bu meşakkatli ve uzun yolunda İhsan Fazlıoğlu'nun kitabın takdiminde belirttiği şekilde başarılı şekilde yola koyulmak yolu yurt tutmak ‘yoldaki hataları doğrularına azık kılmak ile mümkündür.’
Hüseyin Yılmaz
h.yilmaz9438@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder