10 Temmuz 2017 Pazartesi

Tarihiyle, bugünüyle ve yarınıyla Mersin

Sıcak, nem, deniz, tantuni, şalgam… Mersin denildiğinde herkesin aklına gelen ilk kelimeler. Ne yazık ki tarihi derinliğinin, geçmiş zamanlardaki kültürel çeşitliliğinin, zenginliğinin aksine bu zamanlarda Mersin’de kültür, sanat ve medeniyete katkı anlamında çok fazla emekten, gayretten bahsedemeyiz. Hititlerden Firiglere, Lidyadan Perslere, Makedonlardan Romalılara, Bizanslılardan İslam hâkimiyetine birçok büyük devlete ve medeniyete ev sahipliği yapan, çevresi anıtsal eser ve kültürel kodlarla dolu olan bu şehir şimdilerde insani değer üretiminde büyük bir yozluk içinde. Akdeniz’e kıyı olmanın da avantajıyla tam bir tüketim alanı haline gelmiş durumda. Ne yazık ki hem tarihinden hem çevresinden hem de nüfusunun çeşitliğinden kaynaklanan avantajları kullanamıyor. Aynı zamanda fiziki anlamda da tam manasıyla bir şehri andırmıyor. İmar politikası, nüfusun plansızlığı, yolların biçimsizliği şehrin yükünü kaldırmıyor. Kadim zamanların en gözde şehirlerinden biri her geçen zamanla büyük bir köy haline geliyor. Bir medeniyet tasavvuru etrafında inşa edilmeyen yerleşimlerin kötü kaderini burası da yaşıyor.

Genel anlamda böyle olumsuz bir panoramik fotoğrafa sahip Mersin’de elbette iyi şeyler de oluyor. Biz her ne kadar yazıya karamsar cümlelerle başlamış olsak da umudumuzu artıran, bu şehirde de farklı ve iyi bir şeyler yapılıyor denilecek bir çalışmayı ele almak niyetindeyiz. Türkiye Dil ve Edebiyat Deneği Mersin Şubesi tarafından hazırlanan “Mersin Şehir Yazıları” adlı kitaptan bahsedeceğiz. Kitabın oluşmasında özellikle dernek başkanı Dr. Mustafa Erim’in katkıları yadsınamaz. Kitapta, dernek üyesi ve Mersin’de yaşayan, buraya gönül veren, bütün olumsuzluklara rağmen şehri seven, şehirden kopamayan 33 insanın yazıları yer alıyor. Eğitimci, edebiyatçı, yazar, kent tarihi araştırmacısı, müdür, doktor, sendikacı, müzehhibe, esnaf, akademisyen, iş adamı, gazeteci… toplumun farklı kesimlerinden bir araya gelmiş ama Mersin sevdasında birleşmiş 33 insan. “Mersin Şehir Yazıları” bu şehirdeki kültürel çölleşmeye bir damla yağmur olma gayesini güdüyor. Yazılardaki heyecan, endişe, sevinç, öneriler samimiyeti, içtenliği de yansıtıyor.

Kitabın önsözünde: “Bu şehre aidiyet hisseden ve bu şehirle gönül bağı kopmayan farklı meslek ve eğitim gruplarından olan otuz üç yazarın yazılarını ihtiva eden bu kitabın şehrimizin kültürel hayatına katkıda bulunması dileğimle.” deniliyor. Evet, kitap Mersin’le ilgili masa başında oturup kurgulanmış, farklı sosyo/politik kaygılarla yazılmış metinlerden oluşmuyor. Doğal, sıcak, amatör bir üslup bütün güzelliğiyle cümlelerden okuyanın zihnine akıyor. Aynı zamanda bir kent tarihi araştırmacısı Dr. Mustafa Erim’in Mersin’in tarihini anlatan yazısıyla başlıyor kitap. Erim’in verdiği bilgilere göre Yumuktepe ve Gözlükule’de yapılan kazılarla Mersin’in 9.000 yıllık bir tarihe sahip olduğu ortaya çıkmış. Bu yazıda Mersin’in tarihsel önemi bir kez daha vurgulanıyor. Doğu seferine çıkan Makedon Kralı İskender burada dinleniyor. Romalı Antonius ve Kleopatra burada bir araya geliyor. Çiçero valilik yapmış. Ashab-ı Kehef bu şehrin sınırlarında. Hristiyan teolog St. Paul de bu il sınırlarında yaşamış. Ayrıca Anamur’da Selçuklu Ak Cami, Mut’ta Karamanoğlu Lala Paşa Cami, mersin merkezde Osmanlı eski Cami...

Bir kamu kurumunda yöneticilik yapan ve aynı zamanda felsefeci olan Erol Özdemir, Mersin’e felsefi kavramlar etrafında bakıyor. Medeniyet perspektifi bağlamında şehri sorguluyor. Mersin’de bugün yaşanan ikilemleri, paradoksları, kültürel değişimleri bizim değer tasavvurumuzla batının değer tasavvuru arasındaki farklar temelinde ele alıyor. İslam tasavvurunun geri çekilmesiyle birlikte batı tasavvuru bizde de etkili oldu. Şehirlerimizi geleneksel kodlarla inşa etmek yerine cumhuriyet elitleri batılı değerler eşliğinde inşa etmeye başladılar. Bu da kültürün, ahlakın değişmesi ve bozulması sürecini getirdi. Ayrıca Özdemir Mersin’in kanayan yarası göç gerçeğine de vurgu yapıyor. Doğu’dan göçlerle birlikte şehrin hormonlu bir şekilde büyüdüğünü, birçok zıtlığın ve çelişkinin ortaya çıktığını ve bu çelişkinin toplumu yorduğunu belirtiyor.

Fatih Kısa yazısında tam da Özdemir’in kuramsal anlamda ele aldığı göç olgusunu bizzat yaşamış biri olarak somutlaştırıyor. 1984 yılında Erzurum’dan göç etmişler. İklim ve kültür olarak birbirine iki zıt şehir. İlk zamanlarda alışmakta çok zorlanıyorlar. Hatta Kısa’nın annesi “Bizi nereye getirdiniz? Ezan sesi bile yok!” diye sitem edermiş. “Bir Hasbihal” adlı yazısında Mersin’in esnaflarından Tahsin Boyraz çok duygusal bir üslupla içindeki Mersin’i anlatıyor. Mersin’i Kerem ve Aslı meselindeki Aslı’ya benzetiyor. Akdeniz Onun boynuna takılmış mavi bir gerdanlık. Toroslar zümrüt bir taç… Sendikacı Abdullah Çelik de yazısında Yeni Mersin’le Kadim Mersin’in hüzünlü karşılaştırmasını, muhasebesini yapıyor. AVM’lere, sentetik parklara, naylon yeşile mahkûm olan Mersin… Bir doğa harikası şehrin nasıl bir hilkat garibesine dönüştüğünü anlatıyor Çelik.

Mersin Şehir Yazıları” kitabında bir süre Mersin’de yaşamış olan Ömer Lekesiz’in de bir yazısı var. Şair Hasan Ali Kasır’ın da…

Mersin’deki Yörüklere ait bilgileri, yöreye özgü sözcükleri, deyimleri ve atasözlerini de barındıran “Mersin Şehir Yazıları” Mersin’i anlamak için önemli bir çalışma. Şehirde yaşayan ve yüzünü şehre dönenlerin kalemlerinden dökülen Mersin!..

Muaz Ergü
muaz-01@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder