Leydi Godiva'nın anısına...
Her yazının bir ruhu olmalı. Tüm kalbimle inanırım buna. İnanmasaydım eğer her yazıma bir damla ruh katmak için uğraşır mıydım? Bu yazının ruhu ne olacaktı peki? Sorgulayıp duruyordum. Okumuştum okumasına ama ya okuduklarımı paylaşmak? Ondan emin değildim işte. Aslına bakarsanız, -inandığım birçok şeyle çelişen- böylesi bir kitabı tanıtmanın anlamı neydi bilmiyorum! Gazetecileri 'röntgenci'ye benzeten bir yazarın kitabı üzerine neden yazacakmışım ki!
Dünya Büyük Bir Köyse...
İletişim Fakültesi’nde öğretilen ilk isimlerdendir o: Büyük iletişim kuramcısı, Marshall Mc Luhan… 21. yüzyıl iletişim kuramları arasında elbette ki en çok konuşulan McLuhan Teorisi, yani Global Köy (The Global Village) kavramıdır. Yani özetle, “Dünya artık büyük bir köy olmuştur!” ve Kabile Çağı’ndan önce Edebiyat Çağı’na geçen insanoğlu, oradan Basım Çağı’na ve daha sonra da Elektronik Çağ’a geçiş yapmıştır. Bizim de içinde bulunduğumuz bu son çağın özelliği, matbaanın icadıyla yazılı hale gelen sözel kültürün yeniden söze dönüştürülmesidir.
...
Dört yıl boyunca adeta ezberlediğim 'global köy' kavramı da nereden aklıma geldi şimdi? Açıklayayım hemen: Dikizleme Günlüğü adlı kitabı okumaya başlar başlamaz! Aslında daha kuramsal bir kitap bekliyordum. (Söz konusu yayınevi, ‘Ayrıntı’ olunca!) Yazar Hal Niedzivecki, kuramsaldan ziyade gündeliğe yaklaşan, son derece anlaşılır, açık seçik ve net bir dille karşıladı beni. Rahat okunan, sürükleyici, kısacası keyifli bir kitaptı karşımdaki. Anlattıkları çarpıcıydı da üstelik: “Sanki çağlardır süregelen bir ritüel bu. Birbirimize dikkatle baktığımızda heyecanlanıyor, saatlerce konuşmuşçasına rahatlıyor ve ancak yasak sekste mümkün olabilen erotik bir haz alıyoruz. ‘Dikizleme Kültürü’ bunların hiçbiri değil elbette ya da sadece bunlar değil; fakat sonuçta bunların yarattığı etkiyi bırakıyor.”
Godivalar da Çoğaldı, Röntgenci Tomlar da...
“Geleneksel kültürde bize casusluğun, gözünü dikip bakmanın, insanları gözetlemenin ayıp olduğu öğretilmişti. Yüzyıllarca ibret almamış için Röntgenci Tom’un öyküsünü anlatmadılar mı?” diye başlayan satırlar, bizi o çarpıcı hikâyeye götürüyor: “Dediler ki Leydi Godiva kocasını kölelerden aldığı vergiyi düşürmeye ikna için ata çırılçıplak bindiği halde, şehir ahalisi başını kaldırıp da bakmayacak kadar ahlaklıydı. Bir dakika, Röntgenci Tom dışındaki herkes diye düzeltmem gerek. Zaten bu nedenle onu ölümle cezalandırdılar, katran sürdüler ya da gözünü oydular veya dışladılar. Her neyse, ana fikri anladınız: Zavallı Tom, dikizlemenin ne kadar kötü ve ahlaksız bir davranış olduğunu ortaya koyan en somut örnek. Öyle ki ismi gözetlemeye meraklı dostlarımız tarafından rumuz olarak bile kullanılıyor.”
Dikizleme Günlüğü'nü okurken, George Orwell'ı ve onun "Big Brother"ını anmamak olmaz şimdi: “Dikizleme Çağı’na girdiğimizden bu yana Büyük Birader’den de korkmuyoruz artık. Hatta tersine, Büyük Birader gözlerini üzerimize çevirsin, diye çıldırıyoruz. Dahası, bizzat Büyük Birader olmak istiyoruz. Onun sonsuz, her şeyi gören ve en önemlisi medyayı elinde tutan gözlerine sahip olabilmek için yapmayacağımız şey yok. İnsanların sızlanmalarını, devirdikleri çamları, talihsiz açıklamalarını en önce biz duymalıyız. Ayrıca izlemekle kalmamalı, izlenmeliyiz de! Ekrana çıkmak bizim de hakkımız değil mi? Ün, eğlence ve hediyeler… Sadece suçlular sahne ışıklarından hoşlanmaz.”
'Mahremiyetin Tükenişi'
Her şey, çok büyük bir hızla başka bir şeye evrilirken, internet ve sosyal medyanın gelişimiyle birlikte kültürlerarası farklar da azalmakta. Aynı zamanda bu çağda gizlilik neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Yaşanan bir nevi ‘mahremiyetin tükenişi’ yani… “Eğer insanlar birbirlerini gerçekten bilmek isteseydi, uzun yıllar evvel olduğu gibi birbirine güvenseydi; ‘Dikizleme Kültürü’ zaten yükselişe geçmeyecekti.” diyen yazara katılmamak mümkün mü? Mahremiyet kavramının tükenişine tanıklık ettiğimiz bir çağ bu, evet! “Dikizliyoruz; çünkü artık küçük köylerde yaşamıyor, çevremizdeki insanları tanımıyoruz. Bildiğimiz tek şey, Google’da, NetDetective’de o insan hakkında yazılanlar.”. Arama motoru Technorati’nin kurucusu ve CEO’su Dave Sifry'in çarpıcı cümlelerini de es geçmemeli: “Bence mahremiyet öldü. Sanki keskin bir kılıç diz hizasından hızla geçirildi ve yara almamış görünüyorsa bile vücudunun düşmesi an meselesi.”
Dikizlemenin hayatımızın bir parçası haline gelmesinin sebebi ne olabilir peki? Yazarın belirttiği gibi, 'koloniler halinde yaşarken benliğimizi saran uyum ve farkındalığa duyduğumuz özlem'den mi kaynaklanıyor bu? Yoksa insanlardan ne kadar uzaklaşırsak, kendimizi o kadar güvende mi hissediyoruz? Bu durum, ‘Dikizleme Kültürü’nün ironik sonuçlarından biri mi yoksa? Belki de, 'bir kere çizgiyi zaten geçmişseniz, kendinizi durdurmak için sebebiniz kalmıyor'dur. “Kalelerimizin yasaklı duvarlarının arkasında şimdi antidepresanlar yer alıyor ve takıntılarımızı paylaşmak için sanal günlükler tutuyoruz artık.”. Ama, neden!
'Giz'li Bir Dil Var mıdır Öbür Uçta?
Yazar, anlatısını daha çok realiti şovlar üzerine kursa da, son dönemin pek popüler sosyal medya araçlarıyla (facebook, twitter gibi..) ilgili de dikkat çekici yorumları var. “Kablonun diğer ucunda bir insanın olduğunu bilmek nasıl da olağanüstüdür!” diyor mesela. Sizce de öyle değil mi? Bu öyle bir olağanüstülük ki, mavi bir ekranın karşısındaki insanlar -belki de yüzünü bile görmediği birilerine- kendilerini hem 'olağan' gösterebilir hem 'üstü'...
Kitapta, gündelik yaşamdan bolca örneğe de rastlanıyor. İster kabul edelim ister etmeyelim, yazarın da belirttiği gibi sonuçta hepimiz ‘Dikizleme Kültürü’nün bir parçasıyız. Ne kadar dışında kalırsak yanımızdan akıp giden hayatın, o kadar büyütüyoruz içimizdeki çölü de. Sonucunda da 'bireysel' olma halinden 'ıssız' olma haline doğru yola çıkıyoruz. Bu hal ve durumlar karşısında yaptığımız şey farkındalığımızı arttırmaktan başka bir şey değil aslında. O yüzden, “Farkında mısınız?” diye sorarken yazar, pek de haksız sayılmaz: “Dikizleme Çağı'na çoktan girdik. Hem de hiç hissetmeden. Sanki hep o çağı yaşıyormuşçasına ve büyük bir hızla. Realiti şovlarla başladı her şey. Sonra YouTube, MySpace, Facebook, Twitter girdi hayatımıza. Yetmedi, casus yazılımlar, bloglar, sohbet odaları, amatör porno videoları ve MOBESE kameralar da dahil oldu.”
Yazar, Dikizleme Günlüğü'nde -zaman zaman birçoğumuzun kafasına takılan- şu o önemli soruyu sormadan edemiyor: “Acaba arada kamera varken dünyayı olduğu gibi görmemiz mümkün mü?”
Onunla beraber ben de aynı soruyu soruyorum kendim(iz)e. Sırf bunu sorgulamak için bile okumaya değer(di) Dikizleme Günlüğü...
Merve Koçak Kurt
twitter.com/mervekocakkurt
* Bu yazı Aralık 2010 yılında yazılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder